Buradasınız

HAYATI İBÂDET KILMAK

HAYATI İBÂDET KILMAK1

(Bu

sohbet Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ile 20 Ocak 2003 Pazartesi günü Hoca'nın

Üsküdar'daki evinde kaydedilmiştir)


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Efendim; lûtfen bana ibâdetin ne

olduğunu açıklar mısınız?


AHMED

YÜKSEL ÖZEMRE

- Allāh senden râzî olsun, Necmettin'ciğim! Bu, fakîre sıkça sorulan ve

fakîrin de enine boyuna anlatmakdan yorulmadığım sorulardan biridir. Aslında

ibâdet avâmın ve havassın ibâdeti olarak ikiye ayrılır. Avâmın ibâdeti taklîd

üzere olur. Kimileri ebeveyninden ibâdet olarak ne görmüşse ömrü boyunca bunu

otomatik bir biçimde taklîd eder durur. Bundan mutmain olanı da vardır, mutmain

olmayanı da. İbâdetlerin otomatik taklîdinden kasıd: âbidin taklîden öğrenmiş

olduğu ibâdetleriyle yetinmesi, başka ibâdetlerin de bulunup bulunmadığı

hakkında bir merakının ve ilgisinin olmaması

demektir.



NECMETTİN ŞAHİNLER

- Pekiyi Efendim; namaz, niyâz, zikir,

oruç ve benzerleri gibi bütün ibâdetler arasında rüchâniyeti olan bir ibâdet var

mıdır? Meselâ namazın dinin direği olduğu sık sık beyân edilmektedir. Acabâ

namazın bütün ibâdetler üzerinde bir rüchâniyeti söz konusu

mudur?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Ateist ya da müşrik bir kimse,

münâfıklık etmek için, namaz kılsa bu namaz Hakk indinde makbûl olur

muydu?


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Efendim; sanırım: "[Allāh]

gözlerin hâin bakışını ve kalplerde neyi gizlediğini bilir"2, ve "Allāh kadın münâfıklara da erkek münâfıklara da kâfirlere de

içinde ebedî kalacakları Cehennem ateşini vaad etmiştir. O, onlara yeter. Allāh

onlara lânet etmiştir. Onlar için devamlı bir azab vardır"3 âyetlerinden dolayı bu münâfıkların namazı Hakk indinde makbûl

olmazdı.


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Şu hâlde namazdan daha değerli olan,

hattâ bütün ibâdetlerin temelinde bulunan ve bütün ibâdetlerin "olmazsa olmaz

şartı" mesâbesinde bir ibâdetin varlığı zarûrî olmaktadır. Acabâ bu söz konusu

ibâdet nedir?


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Bu olsa olsa Allāh'a şirk

koşmamak ibâdeti olabilir, Efendim.


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Evet, Necmettin'ciğim; bütün

ibâdetlerin geçerliliklerinin temel şartı olan bu ibâdet Allāh'a şirk

koşmamak'tır. Bu ibâdet ise namaz gibi şeklî bir ibâdet değil tefekküre

ve her daim zinde tutulması gereken bir idrâk ve temyîze dayanan bir ibâdettir.

İnsan Allāh'ın Vâhid (Bir) ve Ahad (Tek) olduğuna îman eder, bunun için La

İlâhe İllâllāh lafz-ı celîlini diline vird eder ama Allāh'a şirk

koşmamak yâni O'ndan başka bir şeye kulluk etmemek derin bir fehâmet, idrâk ve

temyîz gerektirir. İşte bunun içindir ki "Allāh'a şirk koşmamak" diğer bütün

ibâdetlerin temelindeki en zor ibâdettir.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Efendim; "Allāh'a şirk koşmamak"

nasıl olur da namazın, orucun, haccın ve zekâtın insana verebilmesi mümkün olan

meşakkatlerinden daha zor olabilir? Bu konuyu biraz açar

mısınız?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Güzel evlâdım, genel anlamıyla kulluk

ne demektir?


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Kulluk bir şeyin, bir kimsenin

irâdesine tâbi' olmak ve bu irâdeyi

sorgulamamaktır.


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Bravo Necmettin'ciğim. Kulluk

hakkında verdiğin tanım cidden efrâdını câmi' ve ağyârını mâni' bir tanım.

Tebrik ederim. Pekiyi; farz-ı muhâl tesbih meraklısı bir zâtı göz önüne alalım,

öyle ki bu zât için antika bir tesbihin peşinden koşmak, ona mâlik olmak için

ailesinin gırtlağından keserek para biriktirmek ve bu tesbihin hayâliyle avunmak

hayatının önemli bir bölümünü tesiri altına almış olsun da kendisini bu

ihtirasdan kurtaramasın; ve hattâ kurtarmayı dahî düşünmesin ya da kendisine

durumunun vahâmetini îkaz edenlere husûmet beslesin. Böyle bir kimse artık söz

konusu tesbihin kulu mertebesine düşmüş değil midir? Böyle bir kimse her gün

namazlarını otomatiğe bağlı bir şekilde kılmaya devam etmekte olsa bile,

kendisini tesbihin kendi üzerinde kurduğu bu istibdattan kurtarabiliyor mi?

Allāh'dan başka bir de tesbihe kulluk etmekte olduğunu fehm, idrâk ve temyîz

edebiliyor mu? Her gün namazlarında en az 40 kere okumakta olduğu Fâtiha

sûresinin "İyyâkena'büdü ve iyyâkenestaîn" âyetinin anlamını tefekkür

edebiliyor, bunun insana vermesi gereken idrâki zinde tutabiliyor ve gereğini de

yerine getirebiliyor mu?


NECMETTİN

ŞAHİNLER



- Hayır,

Efendim.


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- İşte bundan dolayıdır ki

Necmettin'ciğim, otomatiğe bağlanmış bir namazı kılmak kolay fakat derin bir

tefekkür, idrâk, temyîz ve otokontrol gerektiren "Allāh'a şirk koşmamak" ise en

zor ibâdettir. Burada namaz dedik ama bu bir misâl vermiş olmak içindi. Şekle

bağlı diğer bütün ibâdetler için de durum aynıdır.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Efendim; "Allāh'a şirk koşmamak" gibi

her an zinde derin bir idrâk gerektiren başka ibâdetler de var

mıdır?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Cenâb-ı Peygamber Efendimiz: "Bir

gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten

üstündür"4

buyurmaktadır. Bu hadîs, en azından,

"adâlet ile muamelede bulunmak" fiilinin Cenâb-ı Hakk'ın

emrettiği, ve hiçbir müslümânın kaçınamıyacağı, diğer mûtad ibâdetlerden çok

üstün bir ibâdet olduğunu bildirmesi bakımından

önemlidir.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- "Adâletle muamele bulunmak" fiilinin

meselâ namaz gibi, oruç gibi, hac gibi, zekât gibi mûtad ibâdetlerden üstün

tutulmasının sebebi acaba nedir?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Aslında dinin temeli olan bu

ibâdetler insanların çoğu tarafından, yapılan ibâdetin

menâsik'inin5

neye delâlet ettiği bilinmeden,

otomatiğe bağlanarak taklîden icrâ edilmektedir. Hiç kuşkusuz Cenâb-ı

Hakk bu ibâdetleri sırf "Allāh'ın emridir" diyerek itaatkâr bir biçimde ifâ

edenlerin bu fiillerinden muhakkak ki râzîdir.


Ama, meselâ akşam namazının niçin üç

rek'at olduğunun da, namaza niçin besmeleyle değil de iftitâh tekbîriyle ve

ayakta başlanılmakta olduğunun da kezâ kıyâm, rükû, secde

ve kuûd'un neden bu sırayı tâkib etmekte olduğunun da Hz Peygamber'in

niçin bu şekilde namaz kılmış olduğunun da sebebleri açıklanmış değildir.

Peygamber Efendimiz'in Sünneti böyle olduğu için6

herkes

de bunların derin mânâsını düşünmeden (zâten düşünse bile fehmedebilmesi, idrâk

edebilmesi ve temyiz edebilmesi için elinde kendisini tatmîn edebilecek

kıstaslar bulunmadığından) namazını bu minvâl üzere taklîden ve otomatik bir

biçimde kılar. Zâten Cenâb-ı Hakk da

kullarından bundan daha fazlasını taleb etmiş

değildir.


Buna karşılık, "adâletle

muamelede bulunmak" otomatik bir ibâdet de

otomatik bir davranış şekli de değildir. Herkesin üstesinden

gelebilmesinin mümkün olmadığı bu özel ibâdetin menâsiki de mûtad

ibâdetlerinkinden çok farklıdır. Bu ibâdetin: hak, hakkāniyet ve adâlet

kavramlarının, Allāh'ın rızâsına lâyık olacak şekilde 1)

fehm, 2) idrâk, ve 3) temyîz

edilmesini, ve bunların da ötesinde 4) hakkāniyetle ilgili olan

hükmün cesâretle ilân edilip, 5)

adâletin bilfiil tesisi için harekete geçmek azmini

gerekli kılan kendisine has bir menâsiki vardır. Bunu

gerçekleştirmek ise düpedüz bir cihâd7 ve

Kur'ân'ın: "..âdil olun!.."8 ve "Muhakkak ki

Allāh hakkāniyete uygun davrananları sever"9 emr-i

ilâhîlerine uyulmasını gerektiren farklı bir durumdur. Herhâlde bunun için olsa

gerekir ki "adâletli olmak" Câferî Mezhebi'nde, İslâm'ın

şartlarından bir şart olarak kabûl edilmektedir.


Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'in: "Bir

gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten üstündür" buyruğu

ile "... I'dilû! Hüve akrabu li-t takvâ ..." yâni: "... âdil olun! Bu,

takvâya yakındır" âyetini10 aynı anda göz önünde tutacak

olursak Kur'ân'daki takvâ kelimesinin

medlûlünün:


A) Lûgatların işâret etmekte oldukları:

1) çekinmek, 2) fazlasıyla korunmak, 3) nefsi âhiret'te ona zarar verebilecek

şeylerden korumak, ve fayda verebilecek şeylere yönlendirmek anlamlarından çok

farklı olduğu, ve


B) Takvâ sâhibi

olma

'nın, bir günlük

uygulaması bile 60 yıllık ibâdetten üstün olan adâlet'ten de üstün

olduğu âşikârdır.


Ayrıca Tâhâ sûresinin 132. âyetine bir

göz atacak olursak burada: "Ailene namazı emret! Ve sen de ona [namaza]

sabır göster! Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz.

And olsun ki âkıbet takvânındır" denilmektedir.


Dolayısıyla takvânın "mûtad ibâdetleri

dikkatle ve eksiksiz yapmak"dan çok daha farklı bir şey olduğu da bedihîdir.

Herhâlde bu farklılığı belirtmek için olsa gerek Hz Muhammed bir hadîsinde:

"Her takvâ sâhibi Muhammed'in Ehl-i Beyti'ndendir"11 demektedir. Bir başka hadîsde ise: "Her şeyin bir mâdeni vardır.

Takvânın mâdeni ise âriflerin kalbidir"12 demekle

ancak Cenâb-ı Hakk'a ârif olanların takvâ sâhibi olduklarını tefhîm

etmektedir.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Bu duruma göre, Efendim, gerek

"Allāh'a şirk koşmamak" gerekse "âdil olmak" tam olgunluklarıyla avâm tarafından

değil de ancak havas tarafından ifâ edilebilecek ibâdetler gibi gözükmüyor

mu?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- öyledir de, Rahmet'i Cehennem'i bile

kuşatan Rabb'imiz gene de emirlerine, şeklen dahî olsa, uyan kimselere karşı

sonsuz merhametlidir.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Evet, Efendim; insanın Cenâb-ı

Hakk'ın Rahmet'inden emîn olması ne büyük bir inşirâh bahşediyor! Yoksa hâlimiz

nice olurdu?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Necmettin'ciğim, sakın unutma! Mü'min

gelecek hakkında, ve özellikle de kendi geleceği hakkında, aslā karamsar

olmaz.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Efendim, Trabzon'da bendeniz sık sık

"Dindar kime denir?" sorusuna muhâtab oluyor ve dilimin döndüğü

kadar buna cevap veriyorum. Bunun cevabını bir kere de sizden ricâ edebilir

miyim?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Tabiî evlâdım. Fakîre göre

dindar diye:



  • Şerîat'ın emrettiği ibâdetleri

    eksiksiz olarak ifâ etmeğe çalışan, fakat bunların

    ifâsında


  • Cenâb-ı Hakk'ın tanıdığı izinlerden de

    yararlanan;


  • Ahlâkını bilhassa hakka tecâvüz

    edilmemesi ilkesine dayandırıp hak ve hukūku

    gözeten;


  • Sabır, tahammül, müsâmaha ve merhamet

    sâhibi;


  • Gıybet ve dedikodudan

    sakınan;


  • Başkalarının örtülebilecek hatâ, kusur

    ve sırlarını örten;


  • Ama adâletsizlik karşısında âdil olanı

    îlân eden;


  • Başkalarına hüsn-i zan ve hüsn-i dua

    ile yaklaşan,


  • Cenâb-ı Hakk'ın hükmüne hem teslim

    olan ve hem de O'ndan râzî olan



kimseye

denir.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Efendim; affedin beni! Bâri bir de

yobaz diye kime denir, onu da

lûtfedin!


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Lûgatlar yobâzı "Düşüncesinde ve

inancında aşırı olan" diye tanımlamakta fakat bu aşırılığın kıstaslarını

vermemektedirler. Fakîre göre yobaz

diye:


  • Şerîat'ın emrettiği ibâdetleri

    eksiksiz olarak ifâ etmeğe çalışan,


  • Fakat bu ibâdetlerin ifâsında Cenâb-ı

    Hakk'ın tanıdığı izinlerden yararlanmamayı iftihâr vesiylesi yapan,

    yararlananları da hor ve hakîr gören,


  • Herkeste kusur, kabahat ve günah

    arayarak bunları ilân etmek sûretiyle kendisinin dinî meselelere vukufu kadar

    müstesnâ bir ahlâk sâhibi olduğunu da herkese icbâr etmek

    isteyen,


  • Sabır, tahammül, müsâmaha ve merhamet

    konularında örnek alınacak bir olgunluk

    sergileyemeyen,


  • Başkalarının dinî zaaflarını

    gizlemeyerek dedikodu ve gıybet yapan,


  • Başkalarına hüsnüzanla değil mutlakā

    dinî eksiklikler arayarak yaklaşan,



kimseye

denir.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- Efendim; oldu olacak, içimde niye

sormadım diye bir ukte kalmasın! Bir de bağnaz diye kime

denir?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- İçinde

ukte kalmasın Necmettin'ciğim, kalmasın! Bağnazlık

, bir realitenin yalnızca bir vechesinden, hattâ

bir ayrıntısından başka bir şeyini ve özellikle de bütünü­nü, fehm ve idrâk

edememek illetidir. Basarın ve basîretin o reali­teye karşı mühürlü oluşudur.

Tek bir yaprağa çılgıncasına meftûn olmaktan ötürü ormanı fark ve idrâk edememe

büyüsüdür. Bir ayrıntıya saplanıp gerisini inatla reddetmenin nefsi şâha

kaldıran sar­hoşluğudur. Çoğu kere de sırf o ayrıntı yüzünden onun müsebbibi

olan realiteyi tümüyle red ve inkâr etmek

cinnetidir.



Bağnazın gāyet oynak (lâbil)

bir psikopatolojik yapısı vardır. Kendisini yalnızca bir ayrıntıyı idrâke ve ona

olağanüstü bir önem atfına mahkûm etmesi bakımından, bağnaz, şizoid eğilimlidir.

Realiteyi, yalnızca tek bir ayrıntıdan ibâretmiş gibi vehmetmesi cihetiyle de

paranoid bir yapıya sâhiptir. Bağnazlar arasında, bir türlü kuşatamadıkları

realitenin saplanıp kaldıkları bir küçücük ayrıntısını süblime ederek buradan

hareketle tamamen sun'î bir ahlâk sistemi ya da etik değerler manzûmesi îcad ve

vaz eden

psödo-idealist manyaklar (saplantılı illetliler) ve bu mevhûm

etik değerleri koru­mak üzere marazî zihinlerini, gitgide, vehimlerinin ve

hallüsinasyonlarının egemenli­ğine terk edenler

çoktur.



Bu sun'î etik değerler adına bunlar,

muarızları olarak telâkki et­tikleri kimseleri en azından hor, hakîr, müsâmaha

ve affedilmez görürler. Cinnetlerinin had safhasında ise muarızlarının her türlü

dışarlanmasına ve hattâ mahvına yönelik mahvetme içgüdü­sü olanca

haşmetiyle tecellî eder. "Pire için yorgan yakmak" de­yimi sanki tam bunlar için

uydurulmuştur. Buna belirgin bir misâl vermiş olmak için, kendisine şefkat ve

merhamet dolu bir babalık etmiş olan Sezar'ı politik görüş ayrılığı dolayısıyla

ve eski Ro­ma'nın bütün müesses ahlâkî değerlerini hiçe sayarak bir grup

sui­kastçının yardımıyla katleden Brutus'u hatırlamak

yeter.


Bu genel tanımlara bakarak geçmişteki

ve bugünkü meşhur bağnazları teşhis etmek zor olmadığı gibi Cumhûriyet

Türkiye'sinde kimlerin bağnazlıkla hareket etmiş ve etmekte olduklarını tesbit etmek de zor

değildir.

Dinlerin

ve siyasî ideolojilerin

civârında pıtırak gibi biten ne ka­dar dinî kisveli hizip ve siyasî fraksiyon

varsa, tetkik edildiklerinde, hepsinin de bağnazlığın bu marazî ârazını

sergiledikleri müşâhede edilir.



çağımızda halk kütlelerinde bağnazlığı

tevlîd ve tahrîk eden en önemli etken kütle iletişim araçları olmuştur.

özellikle basının bir kesiminin, pekçok konuda, yalnızca had bir bağnazlıkla

hareket et­mekle kalmayıp, bağnaz kütlelerin saldırganlıklarını tahrîk etmek

üzere her türlü süflî çâreye

başvuran bir nifâk kaynağı oluşturduğu da

maalesef bir gerçektir.

Son birkaç

senedir Rusya,

Marksist-Leninist etik ve politikanın 70 yıllık taassubundan kurtulmaya yönelik

bir revizyon ve yeniden yapılanma sürecine girmişken, ülkemizdeki "eski tüfek"

tâbir olu­nan iz'an ve temyiz fukarâsı kimselerin hâlâ kör bir komünist

taas­subuyla vicdânları vesâyet altına alma çırpınışlarına ne

demeli?



Bağnazlık yalnızca dinî, içtimaî ve

siyasî konulara değil, ilmî ko­nulara da musallat olabilmektedir. Ancak, ilmî

bağnazlıklar ilmî realiteler ve ilmî verilerden ziyâde, bunların ardındaki

"

epifenomen
"lerin bilgi teorisi ve epistemoloji açısından yorumları söz

ko­nusu olduğunda ortaya çıkmaktadır.



İlim
târihinde, modern çağlarda, en

yaygın bağnazlık Auguste Comte ve tâkipçilerinin oluşturduklan, daha sonraları

"Pozitivizm" ya da "Bilimcilik" diye isimlendirilmiş olan ve bizdeki ilmî

disiplin fukarâsı ve epistemoloji câhili yarıaydınların hâlâ baş tâcı ettikleri

epistemik doktrin çevresinde kümelenen hizbin ortaya koyduğu

bağnazlıktır.



A. Comte'un
kendisi de bir bağnazın

bütün psikopatolojik âra­zını en had düzeyde hayatı boyunca sergilemiş bir

şahıstır. Vaz et­tiği doktrinden kaynaklanan şizoid, paranoid, manyak pekçok

eğilim sergileyen A. Comte, sonunda, hallüsinasyonlarının pençe­sinde tam bir

çılgın hayatı yaşamış, bütün dostlarını hor ve hakîr görerek dışarlamış ve

yepyeni bir din ve ahlâk sistemi kurduğunu dahî vehm ve

ilân

etmiştir.

Bir son husûs daha Necmettin’ciğim:

Bağnazlar daha ziyâde kapalı cemaatlerde zuhur eden salgın bir hastalık

türüdür.

NECMETTİN
ŞAHİNLER

- Efendim; hazır sırası

gelmiş iken bu “Kapalı Cemaat” ya da “Kapalı Toplum”dan ne anlaşılması

gerekir?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

-"Kapalı Toplum" diye: 1) belirli bir gâye için oluşmuş ya da

oluşturulmuş, ve 2) kendisinin dışındaki topluluklar ile olan ilişkilerini

mümkün olan en düşük düzeyde tutmak isteyen topluluğa denir. Bu

nitelikler Kapalı Toplum Sendromu'nu teşkil eder. Bu sendromun

farklı vecheleri vardır.



Genellikle, her "Kapalı Toplum" hakîkatı ve herkese şâmil bir adâleti

aramakdan ziyâde: 1) kendisini ve gâyesini yücelten, 2) doğru ve

isâbetli kararların yalnızca kendisinden sudûr ettiğine inanan ve kezâ

doğru ve isâbetli eylemler'in de yalnızca kendisi tarafından icrâ

edilmekte olduğunu savunan bağnaz bir saplantıyla mâlûldür. Her "Kapalı Toplum"

zindeliğini kendisinin dışındaki, aşağılayıcı bir anlam

yükletilmiş olan, "ötekiler"e benzememekle

sürdürür.



NECMETTİN ŞAHİNLER


- Pekiyi Efendim; kapalı toplumların kendilerine göre nasıl bir

örgütlenmeleri vardır?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Bu kabil toplumlar 1) topluluk mahremiyetinin ve 2) topluluk

menfaatlerinin ihlâl edilmemesi için gerekli gördükleri önlemleri, teâmüllere ve

hattâ resmî kānûnî mevzûata aykırı olsalar bile, almaktan çekinmeyen

topluluklardır. Her "Kapalı Toplum"un iç dinamiğini düzenleyen,

yazılı olsun ya da olmasın, cezâlandırma

ve mükâfatlandırmayı da içeren kendine özgü bir hukūku vardır. Bu özel hukūk

çoğu kere evrensel hukūk kuralları ve temel insan

hakları ile çelişiktir; ama "Kapalı Toplum" içinde gene de işlerliği ve

geçerliliği olan, toplumun ferdlerini belirli bir birlik ve beraberlik içinde

tutmaya yönelik fakat körükörüne itaate dayanan ve genellikle

aşîretlerde belirgin olan hukūku çağrıştıran bir özel

hukūkdur.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- “Kapalı toplum"un ferdlerinin bu körükörüne itaati nasıl

sağlanmaktadır?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

-"Kapalı Toplum"un fertleri kendilerine bu toplumun temin ettiği maddî

ve/veyâ mânevî imkân ve imtiyâzlardan ötürü, evrensel hukūk

kuralları ve temel insan hakları ile de pekālâ çelişebilen

bu özel hukūka karşı seslerini yükseltemez, i'tirâz edemezler. Buna yeltenen

birisi: 1) en azından, bâzı nâhoş yaptırımlara mâruz kalır; ama genellikle de o

"Kapalı Toplum"dan, tıpkı Katoliklik'de olduğu gibi: 2)

temyizi ve geri dönüşü olmayan bir biçimde

aforoz ve tard edilebilir; bu

gibi kimselere, meselâ italyan Carbonari cemiyetinde olduğu gibi, 3)

ölüm cezâsı uygulandığı dahi

vâkîdir.



Her "Kapalı Toplum", genellikle: 1)

varlığını sürdürdüğü bölgede geçerli olan

resmî hukūkun kendisine

uygulanmaması için çaba sarfeder; ve hattâ imkânını bulduğunda, tıpkı

Gladio diye bilinen italyan "derin devlet" teşkilâtında olduğu gibi, 2)

bu resmî hukūk içinde kendisini masun kılacak, ayrıcalıklar kazanmaya ve bu

ayrıcalıkları yasal bir mevzuat ile de te'yid ettirmeğe

çalışır.



Gladio gibi "derin devlet" teşekküllerinin gāyesi zâten

masuniyet zırhı altında kendilerinin aslā hedef alınmamalarını, sorguya suale

mâruz kalmamalarını, devletin hukūkî kontrolüne tâbi' olmamalarını sağlayan bir

statü kazanarak fakat resmî hukūka uyuyormuş görüntüsü altında

takiyye uygulamak sûretiyle rahat hareket

etmektir.



Bu açıdan bakıldığında, "Kapalı

Toplum"larda geçerli olan totaliter bir hukūk anlayışıdır. "Kapalı

Toplum"ların en çok sakındıkları şeyler ise: 1) ferdlerinde kritik

akıl'ın uyanıp gelişmesi, ve 2) eğer buna mâni' olunamaz da ferdlerde

kritik akıl uyanacak olursa, bu takdirde de, bu kritik aklın o "Kapalı Toplum"u

hedef alıp eleştirmesidir.


Bu gibi durumları önlemek üzere

"Kapalı Toplum"larda yoğun bir propaganda ve muhayyel tehlikelere karşı özel bir

stratejiyle yürütülen ve zaman zaman da deklâre edilmemiş bir savaşa dönüşen bir

psikolojik baskı ve kutuplaştırma harekâtı

uygulanır. Üyelerinin kendilerinden kopmaması ve toplumun istikrârının

muhâfazası için "Kapalı Toplum"lar, hem kendi içlerinde ve hem de toplumlarının

dışında, genellikle:



A. 1) tasvîb edilmeyen, 2) nefret

uyandırmaya yönelik, 3) tehlikeli oldukları empoze edilen bir dizi

"öcüler" îcad etmek, ve


B. 1) ferdlerinin bu "öcüler"e karşı

duyarlılığını sürekli geliştirmek, ve 2) toplumlarının evhâmını sürekli

pompalamak ve bunu gerçekleştirmek için de 3) her türlü dezinformasyon ve

destabilizasyon çârelerine başvurmak


mecbûriyetindedirler.


NECMETTİN ŞAHİNLER

- “Kapalı Toplum” olarak gibi örnekler verilebilir,

Efendim?


AHMED YÜKSEL ÖZEMRE

- Bütün Dünyâ'da: Başta 1) aile

olmak üzere, 2) aşîretler, 3) dinî topluluklar, 4)

mezhebler, 5) siyâsî

partiler, 6) dernekler, 7) vakıflar, 8) herhangi bir "...izm"in peşinden koşan

bağnaz kitleler

, 9) sportif

ya da sosyal kulübler
, 10) silâhlı kuvvetler, 11) derin

devlet, 12) Masonluk, 13) Türkiye'de Sabataycılık, ve hattâ

14) Avrupa Birliği bile yukarıda verilen tanımlara ve kıstaslara az ya da

çok uyan ve Kapalı Toplum Sendromu'nu çeşitli

yönleriyle yansıtan, ve bu sendromu nasıl gerçekleştirmekte oldukları da bu

çerçeve içinde bilimsel olarak tahlîl edilmesi gereken ilgi çekici

örneklerdir.


NECMETTİN ŞAHİNLER


- çok teşekkür ederim, Efendim. Şimdi

biz gene ibâdet konusuna dönecek olursak, acabâ belirli bir menâsike bağlı

olmayan, fakat Cenâb-ı Hakk'ın ve O'nun sevgili Peygamberi'nin indinde geçerli

olan başka ibâdetler de var mıdır?


AHMED YÜKSEL

ÖZEMRE


- Müslümanlar, an'anevî bakımdan, farz

olan ibâdetlerden hep: namaza, oruca, zekâta ve hacca yönlendirilmişlerdir. Oysa

Allāh'ın Kur'ân'da yer alan her emrine uymak farzdır. Allāh'ın her emrine uyuş:

O'na tâbi' olmakdan, yâni O'na olan ubûdiyeti tasdîk ve te'yid etmekden,

kısacası kulluk yâni ibâdet etmekden başka nedir ki? Meselâ Hucurât süresinin

12. âyetini ele alalım. Bu âyette: "

Ey îmân edenler, zandan

çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin! (Birbirinizin

gizli yönlerini araştırmayın!). Kiminiz kiminizin gıybetini yapıp arkasından

çekiştirmesin...

" denilmektedir. Buna

göre, bu kapsamda tecessüs etmeyen birisi tecessüs etmediği her an ibâdettedir

demektir. Kezâ gıybet etmediği zamanlar da sürekli ibâdettedir demektir.

Kur'ân'dan âyet zikretmek sûretiyle, bu çeşit ibâdetleri sayısız misallerle

çoğaltmak mümkündür.



Bir de ayrıca Cenâb-ı Peygamber

Efendimiz'in ibâdet olduğunu bildirdiği tutum ve davranışlar vardır. Hatırımda

kalanları sıralamak isterim:


  • Helâl

    rızık kazanmak için çalışan ibâdettedir.


  • Bir

    işin sonunu sabırla beklemek ibâdettir.


  • Az

    yemek ibâdettendir.


  • İbâdetin en fazîletlisi duadır.


  • Bir

    kimse hakkında güzel zanda bulunmak güzel

    ibâdetlerdendir.


  • İbâdetin bir alt kademesi sükûttur.


  • Bilgin

    kimseyle düşüp-kalkmak, oturup durmak ibâdettir.


  • Bir an

    bilgiyle meşgûl olmak, bir an kitaba bakmak, altmış yıl ibâdet etmekden

    hayrlıdır.


  • Bir an

    bilgi elde etmeye çalışmak, bütün bir geceyi ibâdetle geçirmekden hayrlıdır. Bir

    gün bilgi elde etmeye çalışmak, üç ay oruç tutmakdan

    hayrlıdır.


  • Bilgi

    elde etmeye çalışmak Allāh katında namazdan da, oruçtan da, hacdan da Allāhu

    Teâlâ yolunda cihâd etmekden de üstündür.


  • Bir

    gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten

    üstündür.



NECMETTİN

ŞAHİNLER


- Efendim, avâmın ibâdetinin taklîden ve

otomatik bir biçimde olduğunu öğrendik. Pekiyi havassın ibâdeti acabâ nasıl

olur?


AHMED

YÜKSEL ÖZEMRE


- Gāyet tabiîdir ki havas bütün farz

olan ibâdetleri yapar; ama bunların üstüne yaptığı bütün nâfile ibâdetler ise

taklîd üzere değil idrâk üzere olur. Bu zevât tüm hayatı ibâdet

kılar.


NECMETTİN

ŞAHİNLER

- Efendim, "hayatın ibâdet kılınması"

çok ilginç bir deyim. Bunu ilk defa sizden duyuyorum. Bu nasıl gerçekleşebilir?



AHMED YÜKSEL ÖZEMRE


- Necmettin'ciğim, hayrlı dua bir

ibâdettir. Hayatın ibâdet kılınması süreci ise insanın,

derûnunda, doğal bir biçimde her fırsatta hayırlı dua etmesi ve

her duasının sonunda "Elhamdülillâhi alâ külli hâl!" diyerek bir Fâtiha okumayı

bir hayat tarzı hâline

getirmesiyle başlar. Bu bir ilk

adımdır.



Bu

konuda birkaç misâl vermek gerekirse, oturduğun mahalleye her giriş çıkışında bu

mahallede ikāmet edenler için:




"İlâhî

yâ Rabbi! Bu mahallede oturanların umûrlarını hayra tebdil et! Onları kazâdan,

belâdan, hastalıktan, idrâksizlikden muhâfaza et! Hânelerine ve gönüllerine

huzur bahşet! Borçları varsa hayrlısıyla vâdelerinde edâ etmelerini nasîb et!

Arabalarını kazâsız, ârızasız, hayrlı işlerde kullanmalarını lûtfet! Hepsine de

îman selâmeti bahşet!"


Bir

hastahânenin önünden geçerken:



"İlâhî

yâ Rabbi! Bu hastahânede vefât etmiş olanlara mağfiret et, hasta yatanlara şifâ

lûtfet! Hastahâne personelini merhametle ve ilimle donat! Hepsinin umûrunu hayra

tebdil et! Hepsine îman selâmeti ver!


Hangisi olursa olsun, bir devlet dairesinin önünden

geçerken:


"İlâhî

yâ Rabbi! Bu devlet dairesinin vatana, millete, devlete hâdim olmasını; rüşvete,

nüfûz ticâretine âlet olmamasını, çalışanlarının işlerini ibâdet eder gibi bir

idrâk ile ifâ etmelerini nasîb et!


Bir

okulun önünden geçerken:



"İlâhî

yâ Rabbi! Bu okulda ve diğer okullarımızda okuyan evlâtlarımızın analarına,

babalarına, vatana, millete, devlete hayrlı ve idrâkli hizmetkârlar olarak

yetişmelerini lûtfet! Onları bu türlü yetiştiren hocalardan râzî ol! Cümlesini

koru! Onları harama yaklaştırma, helâlden uzaklaştırma, umûrlarını hayra tebdil

et, onlara îman selâmeti ver!


çocuklu bir çifti görünce:



"İlâhî

yâ Rabbi! Bunların muhabbetini tezyid, vahdetini tahkîm et! çocuklarını hayrlı

ve mutî kıl, onlara mürüvvetlerini göster! Cümlesinin umûrunu hayra tebdil et,

îman selâmeti ver!


Gece

yatmadan önce:


"İlâhî

yâ Rabbi! Bu ülkeyi ve bu beldeyi harpden düşmandan, âfetten felâketten koru!

Ahlâk sukūtundan, bozgundan, borçdan kurtar. Adâletsizlerin, dirâyetsizlerin,

ahlâksızların, hırsızların ve râşîlerin tasallutundan ve zararlarından koru

Rabb'im!



gibi

ve buna benzer duaları diline vird ederek bunu bir hayat tarzı hâline getirmiş

olanlar işte "hayatı ibâdet kılmak" yolunda ilk adımı

atmış olurlar.


NECMETTİN

ŞAHİNLER


- Efendim, lûtfettiniz; bugünkü

sohbetinizden de çok şey öğrendim. Allāh tekrârını nasîb

etsin!


AHMED YÜKSEL

ÖZEMRE

- İnşâallāh, Necmettin'ciğim,

İnşâallāh!








* *

*







[1] Ahmed Yüksel Özemre ve Necmettin

Şahinler, Kâmil Mürşidlerin Mîrâsı, Timaş

Yayınları, İstanbul 2004.
[2] Mü'min/19. (N.Ş.in

notu)
[3] Tevbe/68. (N.Ş.in

notu)
[4] Abdülbâkıy Gölpınarlı(’nın

Suyûtî’nin çoğunu Al Câmi’- al Sagıyr fî Ahâdis-al Başîr-al

Nazîr ve birkaç tânesini de:

Abdurraûf-al Munâvî’nin Kunûz-al Hakāyık fî Hadîsi Hayr-al Halâyık

ve Kâdıy Abu-l Fadl İyâd ibn-i İyâd-al Mâlikiyy-al Andelûsî’nin Şifâ başlıklı hadîs külliyâtından 1000 hadîs

seçerek yayınladığı): Hz Muhammed ve Hadisleri, s. 50, no.298,

Arkın Kitabevi, İstanbul 1957. (N.Ş.in notu).
[5] Menâsik: fiilî ibâdetleri icrâ

ederken izlenecek olan sıra, usûl, yol-yordam. (N.Ş.in notu).
[6] Bir hadîsde: “Namazı benim

kıldığım şekilde kılınız!” denilmektedir. (N.Ş.in notu).
[7] Bk. Ahmed Yüksel Özemre:

İslâmda Aklın önemi ve Sınırı 2. baskı. s. 133-140,

İslâm’da Genel Anlamıyla Cihâd, Kırkambar Yayınları, İstanbul

1998. (N.Ş.in notu).
[8] Mâide/8. (N.Ş.in

notu).
[9] Mümtehine/8. (N.Ş.in

notu).
[10] Mâide/8. (N.Ş.in

notu).
[11] İsmail Mutlu, Şaban Döğen, Abdülaziz Hatip, Câmiü’s-Sağîr

Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, c. 1, s. 28, no. 10, Yeni Asya Neşriyât, İstanbul 1996. (N.Ş.in

notu).
[12] A.g.e., c. 3, s.

203, no. 3237. (N.Ş.in notu).


Tasarım & Geliştirme | kerataif