Buradasınız
HAYATI İBÂDET KILMAK
HAYATI İBÂDET KILMAK1
(Bu
sohbet Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre ile 20 Ocak 2003 Pazartesi günü Hoca'nın
Üsküdar'daki evinde kaydedilmiştir)
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Efendim; lûtfen bana ibâdetin ne
olduğunu açıklar mısınız?
AHMED
YÜKSEL ÖZEMRE
- Allāh senden râzî olsun, Necmettin'ciğim! Bu, fakîre sıkça sorulan ve
fakîrin de enine boyuna anlatmakdan yorulmadığım sorulardan biridir. Aslında
ibâdet avâmın ve havassın ibâdeti olarak ikiye ayrılır. Avâmın ibâdeti taklîd
üzere olur. Kimileri ebeveyninden ibâdet olarak ne görmüşse ömrü boyunca bunu
otomatik bir biçimde taklîd eder durur. Bundan mutmain olanı da vardır, mutmain
olmayanı da. İbâdetlerin otomatik taklîdinden kasıd: âbidin taklîden öğrenmiş
olduğu ibâdetleriyle yetinmesi, başka ibâdetlerin de bulunup bulunmadığı
hakkında bir merakının ve ilgisinin olmaması
demektir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Pekiyi Efendim; namaz, niyâz, zikir,
oruç ve benzerleri gibi bütün ibâdetler arasında rüchâniyeti olan bir ibâdet var
mıdır? Meselâ namazın dinin direği olduğu sık sık beyân edilmektedir. Acabâ
namazın bütün ibâdetler üzerinde bir rüchâniyeti söz konusu
mudur?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Ateist ya da müşrik bir kimse,
münâfıklık etmek için, namaz kılsa bu namaz Hakk indinde makbûl olur
muydu?
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Efendim; sanırım: "[Allāh]
gözlerin hâin bakışını ve kalplerde neyi gizlediğini bilir"2, ve "Allāh kadın münâfıklara da erkek münâfıklara da kâfirlere de
içinde ebedî kalacakları Cehennem ateşini vaad etmiştir. O, onlara yeter. Allāh
onlara lânet etmiştir. Onlar için devamlı bir azab vardır"3 âyetlerinden dolayı bu münâfıkların namazı Hakk indinde makbûl
olmazdı.
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Şu hâlde namazdan daha değerli olan,
hattâ bütün ibâdetlerin temelinde bulunan ve bütün ibâdetlerin "olmazsa olmaz
şartı" mesâbesinde bir ibâdetin varlığı zarûrî olmaktadır. Acabâ bu söz konusu
ibâdet nedir?
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Bu olsa olsa Allāh'a şirk
koşmamak ibâdeti olabilir, Efendim.
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Evet, Necmettin'ciğim; bütün
ibâdetlerin geçerliliklerinin temel şartı olan bu ibâdet Allāh'a şirk
koşmamak'tır. Bu ibâdet ise namaz gibi şeklî bir ibâdet değil tefekküre
ve her daim zinde tutulması gereken bir idrâk ve temyîze dayanan bir ibâdettir.
İnsan Allāh'ın Vâhid (Bir) ve Ahad (Tek) olduğuna îman eder, bunun için La
İlâhe İllâllāh lafz-ı celîlini diline vird eder ama Allāh'a şirk
koşmamak yâni O'ndan başka bir şeye kulluk etmemek derin bir fehâmet, idrâk ve
temyîz gerektirir. İşte bunun içindir ki "Allāh'a şirk koşmamak" diğer bütün
ibâdetlerin temelindeki en zor ibâdettir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Efendim; "Allāh'a şirk koşmamak"
nasıl olur da namazın, orucun, haccın ve zekâtın insana verebilmesi mümkün olan
meşakkatlerinden daha zor olabilir? Bu konuyu biraz açar
mısınız?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Güzel evlâdım, genel anlamıyla kulluk
ne demektir?
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Kulluk bir şeyin, bir kimsenin
irâdesine tâbi' olmak ve bu irâdeyi
sorgulamamaktır.
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Bravo Necmettin'ciğim. Kulluk
hakkında verdiğin tanım cidden efrâdını câmi' ve ağyârını mâni' bir tanım.
Tebrik ederim. Pekiyi; farz-ı muhâl tesbih meraklısı bir zâtı göz önüne alalım,
öyle ki bu zât için antika bir tesbihin peşinden koşmak, ona mâlik olmak için
ailesinin gırtlağından keserek para biriktirmek ve bu tesbihin hayâliyle avunmak
hayatının önemli bir bölümünü tesiri altına almış olsun da kendisini bu
ihtirasdan kurtaramasın; ve hattâ kurtarmayı dahî düşünmesin ya da kendisine
durumunun vahâmetini îkaz edenlere husûmet beslesin. Böyle bir kimse artık söz
konusu tesbihin kulu mertebesine düşmüş değil midir? Böyle bir kimse her gün
namazlarını otomatiğe bağlı bir şekilde kılmaya devam etmekte olsa bile,
kendisini tesbihin kendi üzerinde kurduğu bu istibdattan kurtarabiliyor mi?
Allāh'dan başka bir de tesbihe kulluk etmekte olduğunu fehm, idrâk ve temyîz
edebiliyor mu? Her gün namazlarında en az 40 kere okumakta olduğu Fâtiha
sûresinin "İyyâkena'büdü ve iyyâkenestaîn" âyetinin anlamını tefekkür
edebiliyor, bunun insana vermesi gereken idrâki zinde tutabiliyor ve gereğini de
yerine getirebiliyor mu?
NECMETTİN
ŞAHİNLER
- Hayır,
Efendim.
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- İşte bundan dolayıdır ki
Necmettin'ciğim, otomatiğe bağlanmış bir namazı kılmak kolay fakat derin bir
tefekkür, idrâk, temyîz ve otokontrol gerektiren "Allāh'a şirk koşmamak" ise en
zor ibâdettir. Burada namaz dedik ama bu bir misâl vermiş olmak içindi. Şekle
bağlı diğer bütün ibâdetler için de durum aynıdır.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Efendim; "Allāh'a şirk koşmamak" gibi
her an zinde derin bir idrâk gerektiren başka ibâdetler de var
mıdır?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten
üstündür"4
buyurmaktadır. Bu hadîs, en azından,"adâlet ile muamelede bulunmak" fiilinin Cenâb-ı Hakk'ın
emrettiği, ve hiçbir müslümânın kaçınamıyacağı, diğer mûtad ibâdetlerden çok
üstün bir ibâdet olduğunu bildirmesi bakımından
önemlidir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- "Adâletle muamele bulunmak" fiilinin
meselâ namaz gibi, oruç gibi, hac gibi, zekât gibi mûtad ibâdetlerden üstün
tutulmasının sebebi acaba nedir?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
ibâdetler insanların çoğu tarafından, yapılan ibâdetin
menâsik'inin5
neye delâlet ettiği bilinmeden,otomatiğe bağlanarak taklîden icrâ edilmektedir. Hiç kuşkusuz Cenâb-ı
Hakk bu ibâdetleri sırf "Allāh'ın emridir" diyerek itaatkâr bir biçimde ifâ
edenlerin bu fiillerinden muhakkak ki râzîdir.
rek'at olduğunun da, namaza niçin besmeleyle değil de iftitâh tekbîriyle ve
ayakta başlanılmakta olduğunun da kezâ kıyâm, rükû, secde
ve kuûd'un neden bu sırayı tâkib etmekte olduğunun da Hz Peygamber'in
niçin bu şekilde namaz kılmış olduğunun da sebebleri açıklanmış değildir.
Peygamber Efendimiz'in Sünneti böyle olduğu için6
herkesde bunların derin mânâsını düşünmeden (zâten düşünse bile fehmedebilmesi, idrâk
edebilmesi ve temyiz edebilmesi için elinde kendisini tatmîn edebilecek
kıstaslar bulunmadığından) namazını bu minvâl üzere taklîden ve otomatik bir
biçimde kılar. Zâten Cenâb-ı Hakk da
kullarından bundan daha fazlasını taleb etmiş
değildir.
Buna karşılık, "adâletle
muamelede bulunmak" otomatik bir ibâdet de
otomatik bir davranış şekli de değildir. Herkesin üstesinden
gelebilmesinin mümkün olmadığı bu özel ibâdetin menâsiki de mûtad
ibâdetlerinkinden çok farklıdır. Bu ibâdetin: hak, hakkāniyet ve adâlet
kavramlarının, Allāh'ın rızâsına lâyık olacak şekilde 1)
fehm, 2) idrâk, ve 3) temyîz
edilmesini, ve bunların da ötesinde 4) hakkāniyetle ilgili olan
hükmün cesâretle ilân edilip, 5)
adâletin bilfiil tesisi için harekete geçmek azmini
gerekli kılan kendisine has bir menâsiki vardır. Bunu
gerçekleştirmek ise düpedüz bir cihâd7 ve
Kur'ân'ın: "..âdil olun!.."8 ve "Muhakkak ki
Allāh hakkāniyete uygun davrananları sever"9 emr-i
ilâhîlerine uyulmasını gerektiren farklı bir durumdur. Herhâlde bunun için olsa
gerekir ki "adâletli olmak" Câferî Mezhebi'nde, İslâm'ın
şartlarından bir şart olarak kabûl edilmektedir.
Cenâb-ı Peygamber Efendimiz'in: "Bir
gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten üstündür" buyruğu
ile "... I'dilû! Hüve akrabu li-t takvâ ..." yâni: "... âdil olun! Bu,
takvâya yakındır" âyetini10 aynı anda göz önünde tutacak
olursak Kur'ân'daki takvâ kelimesinin
medlûlünün:
1) çekinmek, 2) fazlasıyla korunmak, 3) nefsi âhiret'te ona zarar verebilecek
şeylerden korumak, ve fayda verebilecek şeylere yönlendirmek anlamlarından çok
farklı olduğu, ve
olma
'nın, bir günlükuygulaması bile 60 yıllık ibâdetten üstün olan adâlet'ten de üstün
olduğu âşikârdır.
Ayrıca Tâhâ sûresinin 132. âyetine bir
göz atacak olursak burada: "Ailene namazı emret! Ve sen de ona [namaza]
sabır göster! Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz.
And olsun ki âkıbet takvânındır" denilmektedir.
Dolayısıyla takvânın "mûtad ibâdetleri
dikkatle ve eksiksiz yapmak"dan çok daha farklı bir şey olduğu da bedihîdir.
Herhâlde bu farklılığı belirtmek için olsa gerek Hz Muhammed bir hadîsinde:
"Her takvâ sâhibi Muhammed'in Ehl-i Beyti'ndendir"11 demektedir. Bir başka hadîsde ise: "Her şeyin bir mâdeni vardır.
Takvânın mâdeni ise âriflerin kalbidir"12 demekle
ancak Cenâb-ı Hakk'a ârif olanların takvâ sâhibi olduklarını tefhîm
etmektedir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Bu duruma göre, Efendim, gerek
"Allāh'a şirk koşmamak" gerekse "âdil olmak" tam olgunluklarıyla avâm tarafından
değil de ancak havas tarafından ifâ edilebilecek ibâdetler gibi gözükmüyor
mu?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- öyledir de, Rahmet'i Cehennem'i bile
kuşatan Rabb'imiz gene de emirlerine, şeklen dahî olsa, uyan kimselere karşı
sonsuz merhametlidir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Evet, Efendim; insanın Cenâb-ı
Hakk'ın Rahmet'inden emîn olması ne büyük bir inşirâh bahşediyor! Yoksa hâlimiz
nice olurdu?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Necmettin'ciğim, sakın unutma! Mü'min
gelecek hakkında, ve özellikle de kendi geleceği hakkında, aslā karamsar
olmaz.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Efendim, Trabzon'da bendeniz sık sık
"Dindar kime denir?" sorusuna muhâtab oluyor ve dilimin döndüğü
kadar buna cevap veriyorum. Bunun cevabını bir kere de sizden ricâ edebilir
miyim?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Tabiî evlâdım. Fakîre göre
dindar diye:
- Şerîat'ın emrettiği ibâdetleri
eksiksiz olarak ifâ etmeğe çalışan, fakat bunların
ifâsında
- Cenâb-ı Hakk'ın tanıdığı izinlerden de
yararlanan;
- Ahlâkını bilhassa hakka tecâvüz
edilmemesi ilkesine dayandırıp hak ve hukūku
gözeten;
- Sabır, tahammül, müsâmaha ve merhamet
sâhibi;
- Gıybet ve dedikodudan
sakınan;
- Başkalarının örtülebilecek hatâ, kusur
ve sırlarını örten;
- Ama adâletsizlik karşısında âdil olanı
îlân eden;
- Başkalarına hüsn-i zan ve hüsn-i dua
ile yaklaşan,
- Cenâb-ı Hakk'ın hükmüne hem teslim
olan ve hem de O'ndan râzî olan
kimseye
denir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Efendim; affedin beni! Bâri bir de
yobaz diye kime denir, onu da
lûtfedin!
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Lûgatlar yobâzı "Düşüncesinde ve
inancında aşırı olan" diye tanımlamakta fakat bu aşırılığın kıstaslarını
vermemektedirler. Fakîre göre yobaz
diye:
- Şerîat'ın emrettiği ibâdetleri
eksiksiz olarak ifâ etmeğe çalışan,
- Fakat bu ibâdetlerin ifâsında Cenâb-ı
Hakk'ın tanıdığı izinlerden yararlanmamayı iftihâr vesiylesi yapan,
yararlananları da hor ve hakîr gören,
- Herkeste kusur, kabahat ve günah
arayarak bunları ilân etmek sûretiyle kendisinin dinî meselelere vukufu kadar
müstesnâ bir ahlâk sâhibi olduğunu da herkese icbâr etmek
isteyen,
- Sabır, tahammül, müsâmaha ve merhamet
konularında örnek alınacak bir olgunluk
sergileyemeyen,
- Başkalarının dinî zaaflarını
gizlemeyerek dedikodu ve gıybet yapan,
- Başkalarına hüsnüzanla değil mutlakā
dinî eksiklikler arayarak yaklaşan,
kimseye
denir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Efendim; oldu olacak, içimde niye
sormadım diye bir ukte kalmasın! Bir de bağnaz diye kime
denir?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
ukte kalmasın Necmettin'ciğim, kalmasın! Bağnazlık
, bir realitenin yalnızca bir vechesinden, hattâbir ayrıntısından başka bir şeyini ve özellikle de bütününü, fehm ve idrâk
edememek illetidir. Basarın ve basîretin o realiteye karşı mühürlü oluşudur.
Tek bir yaprağa çılgıncasına meftûn olmaktan ötürü ormanı fark ve idrâk edememe
büyüsüdür. Bir ayrıntıya saplanıp gerisini inatla reddetmenin nefsi şâha
kaldıran sarhoşluğudur. Çoğu kere de sırf o ayrıntı yüzünden onun müsebbibi
olan realiteyi tümüyle red ve inkâr etmek
cinnetidir.
Bağnazın gāyet oynak (lâbil)
bir psikopatolojik yapısı vardır. Kendisini yalnızca bir ayrıntıyı idrâke ve ona
olağanüstü bir önem atfına mahkûm etmesi bakımından, bağnaz, şizoid eğilimlidir.
Realiteyi, yalnızca tek bir ayrıntıdan ibâretmiş gibi vehmetmesi cihetiyle de
paranoid bir yapıya sâhiptir. Bağnazlar arasında, bir türlü kuşatamadıkları
realitenin saplanıp kaldıkları bir küçücük ayrıntısını süblime ederek buradan
hareketle tamamen sun'î bir ahlâk sistemi ya da etik değerler manzûmesi îcad ve
vaz eden
psödo-idealist manyaklar (saplantılı illetliler) ve bu mevhûmetik değerleri korumak üzere marazî zihinlerini, gitgide, vehimlerinin ve
hallüsinasyonlarının egemenliğine terk edenler
çoktur.
muarızları olarak telâkki ettikleri kimseleri en azından hor, hakîr, müsâmaha
ve affedilmez görürler. Cinnetlerinin had safhasında ise muarızlarının her türlü
dışarlanmasına ve hattâ mahvına yönelik mahvetme içgüdüsü olanca
haşmetiyle tecellî eder. "Pire için yorgan yakmak" deyimi sanki tam bunlar için
uydurulmuştur. Buna belirgin bir misâl vermiş olmak için, kendisine şefkat ve
merhamet dolu bir babalık etmiş olan Sezar'ı politik görüş ayrılığı dolayısıyla
ve eski Roma'nın bütün müesses ahlâkî değerlerini hiçe sayarak bir grup
suikastçının yardımıyla katleden Brutus'u hatırlamak
yeter.
ve bugünkü meşhur bağnazları teşhis etmek zor olmadığı gibi Cumhûriyet
Türkiye'sinde kimlerin bağnazlıkla hareket etmiş ve etmekte olduklarını tesbit etmek de zor
değildir.
Dinlerin
civârında pıtırak gibi biten ne kadar dinî kisveli hizip ve siyasî fraksiyon
varsa, tetkik edildiklerinde, hepsinin de bağnazlığın bu marazî ârazını
sergiledikleri müşâhede edilir.
çağımızda halk kütlelerinde bağnazlığı
tevlîd ve tahrîk eden en önemli etken kütle iletişim araçları olmuştur.
özellikle basının bir kesiminin, pekçok konuda, yalnızca had bir bağnazlıkla
hareket etmekle kalmayıp, bağnaz kütlelerin saldırganlıklarını tahrîk etmek
üzere her türlü süflî çâreye
başvuran bir nifâk kaynağı oluşturduğu damaalesef bir gerçektir.
Son birkaç
Marksist-Leninist etik ve politikanın 70 yıllık taassubundan kurtulmaya yönelik
bir revizyon ve yeniden yapılanma sürecine girmişken, ülkemizdeki "eski tüfek"
tâbir olunan iz'an ve temyiz fukarâsı kimselerin hâlâ kör bir komünist
taassubuyla vicdânları vesâyet altına alma çırpınışlarına ne
demeli?
Bağnazlık yalnızca dinî, içtimaî ve
siyasî konulara değil, ilmî konulara da musallat olabilmektedir. Ancak, ilmî
bağnazlıklar ilmî realiteler ve ilmî verilerden ziyâde, bunların ardındaki
"
epifenomen"lerin bilgi teorisi ve epistemoloji açısından yorumları sözkonusu olduğunda ortaya çıkmaktadır.
İlim târihinde, modern çağlarda, en
yaygın bağnazlık Auguste Comte ve tâkipçilerinin oluşturduklan, daha sonraları
"Pozitivizm" ya da "Bilimcilik" diye isimlendirilmiş olan ve bizdeki ilmî
disiplin fukarâsı ve epistemoloji câhili yarıaydınların hâlâ baş tâcı ettikleri
epistemik doktrin çevresinde kümelenen hizbin ortaya koyduğubağnazlıktır.
A. Comte'un kendisi de bir bağnazın
bütün psikopatolojik ârazını en had düzeyde hayatı boyunca sergilemiş bir
şahıstır. Vaz ettiği doktrinden kaynaklanan şizoid, paranoid, manyak pekçok
eğilim sergileyen A. Comte, sonunda, hallüsinasyonlarının pençesinde tam bir
çılgın hayatı yaşamış, bütün dostlarını hor ve hakîr görerek dışarlamış ve
yepyeni bir din ve ahlâk sistemi kurduğunu dahî vehm ve
ilânetmiştir.
Bir son husûs daha Necmettin’ciğim:
Bağnazlar daha ziyâde kapalı cemaatlerde zuhur eden salgın bir hastalık
türüdür.
NECMETTİN ŞAHİNLER
gelmiş iken bu “Kapalı Cemaat” ya da “Kapalı Toplum”dan ne anlaşılması
gerekir?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
oluşturulmuş, ve 2) kendisinin dışındaki topluluklar ile olan ilişkilerini
mümkün olan en düşük düzeyde tutmak isteyen topluluğa denir. Bu
nitelikler Kapalı Toplum Sendromu'nu teşkil eder. Bu sendromun
farklı vecheleri vardır.
Genellikle, her "Kapalı Toplum" hakîkatı ve herkese şâmil bir adâleti
aramakdan ziyâde: 1) kendisini ve gâyesini yücelten, 2) doğru ve
isâbetli kararların yalnızca kendisinden sudûr ettiğine inanan ve kezâ
doğru ve isâbetli eylemler'in de yalnızca kendisi tarafından icrâ
edilmekte olduğunu savunan bağnaz bir saplantıyla mâlûldür. Her "Kapalı Toplum"
zindeliğini kendisinin dışındaki, aşağılayıcı bir anlam
yükletilmiş olan, "ötekiler"e benzememekle
sürdürür.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- Pekiyi Efendim; kapalı toplumların kendilerine göre nasıl bir
örgütlenmeleri vardır?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
- Bu kabil toplumlar 1) topluluk mahremiyetinin ve 2) topluluk
menfaatlerinin ihlâl edilmemesi için gerekli gördükleri önlemleri, teâmüllere ve
hattâ resmî kānûnî mevzûata aykırı olsalar bile, almaktan çekinmeyen
topluluklardır. Her "Kapalı Toplum"un iç dinamiğini düzenleyen,
yazılı olsun ya da olmasın, cezâlandırma
ve mükâfatlandırmayı da içeren kendine özgü bir hukūku vardır. Bu özel hukūk
çoğu kere evrensel hukūk kuralları ve temel insan
hakları ile çelişiktir; ama "Kapalı Toplum" içinde gene de işlerliği ve
geçerliliği olan, toplumun ferdlerini belirli bir birlik ve beraberlik içinde
tutmaya yönelik fakat körükörüne itaate dayanan ve genellikle
aşîretlerde belirgin olan hukūku çağrıştıran bir özel
hukūkdur.
NECMETTİN ŞAHİNLER
sağlanmaktadır?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
ve/veyâ mânevî imkân ve imtiyâzlardan ötürü, evrensel hukūk
kuralları ve temel insan hakları ile de pekālâ çelişebilen
bu özel hukūka karşı seslerini yükseltemez, i'tirâz edemezler. Buna yeltenen
birisi: 1) en azından, bâzı nâhoş yaptırımlara mâruz kalır; ama genellikle de o
"Kapalı Toplum"dan, tıpkı Katoliklik'de olduğu gibi: 2)
temyizi ve geri dönüşü olmayan bir biçimde
aforoz ve tard edilebilir; bu
gibi kimselere, meselâ italyan Carbonari cemiyetinde olduğu gibi, 3)
ölüm cezâsı uygulandığı dahi
vâkîdir.
Her "Kapalı Toplum", genellikle: 1)
varlığını sürdürdüğü bölgede geçerli olan
resmî hukūkun kendisineuygulanmaması için çaba sarfeder; ve hattâ imkânını bulduğunda, tıpkı
Gladio diye bilinen italyan "derin devlet" teşkilâtında olduğu gibi, 2)bu resmî hukūk içinde kendisini masun kılacak, ayrıcalıklar kazanmaya ve bu
ayrıcalıkları yasal bir mevzuat ile de te'yid ettirmeğe
çalışır.
masuniyet zırhı altında kendilerinin aslā hedef alınmamalarını, sorguya suale
mâruz kalmamalarını, devletin hukūkî kontrolüne tâbi' olmamalarını sağlayan bir
statü kazanarak fakat resmî hukūka uyuyormuş görüntüsü altında
takiyye uygulamak sûretiyle rahat hareketetmektir.
Toplum"larda geçerli olan totaliter bir hukūk anlayışıdır. "Kapalı
Toplum"ların en çok sakındıkları şeyler ise: 1) ferdlerinde kritik
akıl'ın uyanıp gelişmesi, ve 2) eğer buna mâni' olunamaz da ferdlerde
kritik akıl uyanacak olursa, bu takdirde de, bu kritik aklın o "Kapalı Toplum"u
hedef alıp eleştirmesidir.
Bu gibi durumları önlemek üzere
"Kapalı Toplum"larda yoğun bir propaganda ve muhayyel tehlikelere karşı özel bir
stratejiyle yürütülen ve zaman zaman da deklâre edilmemiş bir savaşa dönüşen bir
psikolojik baskı ve kutuplaştırma harekâtı
uygulanır. Üyelerinin kendilerinden kopmaması ve toplumun istikrârının
muhâfazası için "Kapalı Toplum"lar, hem kendi içlerinde ve hem de toplumlarının
dışında, genellikle:
uyandırmaya yönelik, 3) tehlikeli oldukları empoze edilen bir dizi
"öcüler" îcad etmek, ve
duyarlılığını sürekli geliştirmek, ve 2) toplumlarının evhâmını sürekli
pompalamak ve bunu gerçekleştirmek için de 3) her türlü dezinformasyon ve
destabilizasyon çârelerine başvurmak
mecbûriyetindedirler.
NECMETTİN ŞAHİNLER
- “Kapalı Toplum” olarak gibi örnekler verilebilir,
Efendim?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
olmak üzere, 2) aşîretler, 3) dinî topluluklar, 4)
mezhebler, 5) siyâsî
partiler, 6) dernekler, 7) vakıflar, 8) herhangi bir "...izm"in peşinden koşanbağnaz kitleler
, 9) sportif ya da sosyal kulübler, 10) silâhlı kuvvetler, 11) derindevlet, 12) Masonluk, 13) Türkiye'de Sabataycılık, ve hattâ
14) Avrupa Birliği bile yukarıda verilen tanımlara ve kıstaslara az ya da
çok uyan ve Kapalı Toplum Sendromu'nu çeşitli
yönleriyle yansıtan, ve bu sendromu nasıl gerçekleştirmekte oldukları da bu
çerçeve içinde bilimsel olarak tahlîl edilmesi gereken ilgi çekici
örneklerdir.
NECMETTİN ŞAHİNLER
biz gene ibâdet konusuna dönecek olursak, acabâ belirli bir menâsike bağlı
olmayan, fakat Cenâb-ı Hakk'ın ve O'nun sevgili Peygamberi'nin indinde geçerli
olan başka ibâdetler de var mıdır?
AHMED YÜKSEL
ÖZEMRE
olan ibâdetlerden hep: namaza, oruca, zekâta ve hacca yönlendirilmişlerdir. Oysa
Allāh'ın Kur'ân'da yer alan her emrine uymak farzdır. Allāh'ın her emrine uyuş:
O'na tâbi' olmakdan, yâni O'na olan ubûdiyeti tasdîk ve te'yid etmekden,
kısacası kulluk yâni ibâdet etmekden başka nedir ki? Meselâ Hucurât süresinin
12. âyetini ele alalım. Bu âyette: "
Ey îmân edenler, zandançok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin! (Birbirinizin
gizli yönlerini araştırmayın!). Kiminiz kiminizin gıybetini yapıp arkasından
çekiştirmesin...
" denilmektedir. Bunagöre, bu kapsamda tecessüs etmeyen birisi tecessüs etmediği her an ibâdettedir
demektir. Kezâ gıybet etmediği zamanlar da sürekli ibâdettedir demektir.
Kur'ân'dan âyet zikretmek sûretiyle, bu çeşit ibâdetleri sayısız misallerle
çoğaltmak mümkündür.
Efendimiz'in ibâdet olduğunu bildirdiği tutum ve davranışlar vardır. Hatırımda
kalanları sıralamak isterim:
- Helâl
rızık kazanmak için çalışan ibâdettedir.
- Bir
işin sonunu sabırla beklemek ibâdettir.
- Az
yemek ibâdettendir.
- İbâdetin en fazîletlisi duadır.
- Bir
kimse hakkında güzel zanda bulunmak güzel
ibâdetlerdendir.
- İbâdetin bir alt kademesi sükûttur.
- Bilgin
kimseyle düşüp-kalkmak, oturup durmak ibâdettir.
- Bir an
bilgiyle meşgûl olmak, bir an kitaba bakmak, altmış yıl ibâdet etmekden
hayrlıdır.
- Bir an
bilgi elde etmeye çalışmak, bütün bir geceyi ibâdetle geçirmekden hayrlıdır. Bir
gün bilgi elde etmeye çalışmak, üç ay oruç tutmakdan
hayrlıdır.
- Bilgi
elde etmeye çalışmak Allāh katında namazdan da, oruçtan da, hacdan da Allāhu
Teâlâ yolunda cihâd etmekden de üstündür.
- Bir
gün adâletle muâmelede bulunmak altmış yıllık ibâdetten
üstündür.
NECMETTİN
ŞAHİNLER
otomatik bir biçimde olduğunu öğrendik. Pekiyi havassın ibâdeti acabâ nasıl
olur?
AHMED
YÜKSEL ÖZEMRE
olan ibâdetleri yapar; ama bunların üstüne yaptığı bütün nâfile ibâdetler ise
taklîd üzere değil idrâk üzere olur. Bu zevât tüm hayatı ibâdet
kılar.
NECMETTİN
ŞAHİNLER
çok ilginç bir deyim. Bunu ilk defa sizden duyuyorum. Bu nasıl gerçekleşebilir?
AHMED YÜKSEL ÖZEMRE
ibâdettir. Hayatın ibâdet kılınması süreci ise insanın,
derûnunda, doğal bir biçimde her fırsatta hayırlı dua etmesi ve
her duasının sonunda "Elhamdülillâhi alâ külli hâl!" diyerek bir Fâtiha okumayı
bir hayat tarzı hâline
getirmesiyle başlar. Bu bir ilk
adımdır.
konuda birkaç misâl vermek gerekirse, oturduğun mahalleye her giriş çıkışında bu
mahallede ikāmet edenler için:
yâ Rabbi! Bu mahallede oturanların umûrlarını hayra tebdil et! Onları kazâdan,
belâdan, hastalıktan, idrâksizlikden muhâfaza et! Hânelerine ve gönüllerine
huzur bahşet! Borçları varsa hayrlısıyla vâdelerinde edâ etmelerini nasîb et!
Arabalarını kazâsız, ârızasız, hayrlı işlerde kullanmalarını lûtfet! Hepsine de
îman selâmeti bahşet!"
Bir
hastahânenin önünden geçerken:
yâ Rabbi! Bu hastahânede vefât etmiş olanlara mağfiret et, hasta yatanlara şifâ
lûtfet! Hastahâne personelini merhametle ve ilimle donat! Hepsinin umûrunu hayra
tebdil et! Hepsine îman selâmeti ver!
Hangisi olursa olsun, bir devlet dairesinin önünden
geçerken:
yâ Rabbi! Bu devlet dairesinin vatana, millete, devlete hâdim olmasını; rüşvete,
nüfûz ticâretine âlet olmamasını, çalışanlarının işlerini ibâdet eder gibi bir
idrâk ile ifâ etmelerini nasîb et!
Bir
okulun önünden geçerken:
yâ Rabbi! Bu okulda ve diğer okullarımızda okuyan evlâtlarımızın analarına,
babalarına, vatana, millete, devlete hayrlı ve idrâkli hizmetkârlar olarak
yetişmelerini lûtfet! Onları bu türlü yetiştiren hocalardan râzî ol! Cümlesini
koru! Onları harama yaklaştırma, helâlden uzaklaştırma, umûrlarını hayra tebdil
et, onlara îman selâmeti ver!
çocuklu bir çifti görünce:
yâ Rabbi! Bunların muhabbetini tezyid, vahdetini tahkîm et! çocuklarını hayrlı
ve mutî kıl, onlara mürüvvetlerini göster! Cümlesinin umûrunu hayra tebdil et,
îman selâmeti ver!
Gece
yatmadan önce:
yâ Rabbi! Bu ülkeyi ve bu beldeyi harpden düşmandan, âfetten felâketten koru!
Ahlâk sukūtundan, bozgundan, borçdan kurtar. Adâletsizlerin, dirâyetsizlerin,
ahlâksızların, hırsızların ve râşîlerin tasallutundan ve zararlarından koru
Rabb'im!
ve buna benzer duaları diline vird ederek bunu bir hayat tarzı hâline getirmiş
olanlar işte "hayatı ibâdet kılmak" yolunda ilk adımı
atmış olurlar.
NECMETTİN
ŞAHİNLER
sohbetinizden de çok şey öğrendim. Allāh tekrârını nasîb
etsin!
AHMED YÜKSEL
ÖZEMRE
- İnşâallāh, Necmettin'ciğim,
İnşâallāh!
*
[1] Ahmed Yüksel Özemre ve Necmettin
Şahinler, Kâmil Mürşidlerin Mîrâsı, Timaş
Yayınları, İstanbul 2004.
[2] Mü'min/19. (N.Ş.in
notu)
[4] Abdülbâkıy Gölpınarlı(’nın
Suyûtî’nin çoğunu Al Câmi’- al Sagıyr fî Ahâdis-al Başîr-al
Nazîr ve birkaç tânesini de:
Abdurraûf-al Munâvî’nin Kunûz-al Hakāyık fî Hadîsi Hayr-al Halâyık
ve Kâdıy Abu-l Fadl İyâd ibn-i İyâd-al Mâlikiyy-al Andelûsî’nin Şifâ başlıklı hadîs külliyâtından 1000 hadîs
seçerek yayınladığı): Hz Muhammed ve Hadisleri, s. 50, no.298,
Arkın Kitabevi, İstanbul 1957. (N.Ş.in notu).
[5] Menâsik: fiilî ibâdetleri icrâ
ederken izlenecek olan sıra, usûl, yol-yordam. (N.Ş.in notu).
[6] Bir hadîsde: “Namazı benim
kıldığım şekilde kılınız!” denilmektedir. (N.Ş.in notu).
[7] Bk. Ahmed Yüksel Özemre:
İslâmda Aklın önemi ve Sınırı 2. baskı. s. 133-140,
İslâm’da Genel Anlamıyla Cihâd, Kırkambar Yayınları, İstanbul
1998. (N.Ş.in notu).
[8] Mâide/8. (N.Ş.in
notu).
[9] Mümtehine/8. (N.Ş.in
notu).
[11] İsmail Mutlu, Şaban Döğen, Abdülaziz Hatip, Câmiü’s-Sağîr
Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, c. 1, s. 28, no. 10, Yeni Asya Neşriyât, İstanbul 1996. (N.Ş.in
203, no. 3237. (N.Ş.in notu).