Buradasınız

İSLÂM'DA GENİŞ ANLAMIYLA CİHÂD

İSLÂM'DA GENİŞ ANLAMIYLA CİHÂD



(MORAL FM'de Cemâl Uşşâk'ın pîşekârlığında yapılmış olan 29 Mart 1995 târihli sohbet)



C.U.: - Hocam sizinle "İslâm'da En Büyük Cihâd" konulu sohbetimizde, bunun "nefse karşı cihâd" olduğunu ayrıntılarıyla müzâkere etmiştik. Ama "İslâm'da Cihâd" denildiği zaman bu, tabiî ki, çok daha geniş kapsamlı bir konudur. Nitekim, söz konusu sohbetimizden sonra muhterem dinleyicilerimizden almış olduğumuz olumlu tepkilerin bir kısmında dinleyicilerimiz sohbetlerimizden birini, daha geniş anlamıyla islâmî cihâd konusuna ayırmamızın isâbetli ve faydalı olacağına işâret etmişlerdi. Dilerseniz bugünkü sohbetimizi bu umûmî istek doğrultusunda "İslâmda, genel anlamıyla cihâd" konusuna tahsis edelim.

A.Y.Ö.: - Memnûniyetle, Cemal'ciğim.

C.U.: - Hocam, nefse karşı cihâdın ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini incelemiştik. Pekiyi, size göre, İslâm'da kaç türlü cihâddan bahsedilebilir?

A.Y.Ö.: - İslâm'daki cihâdı beşe ayırmak mümkündür. Bunlar: 1) nefse karşı cihâd, 2) cehâlete karşı cihâd, 3) küfre karşı cihâd, 4) nifâka karşı cihâd, ve 5) zulme ya da adâletsizliğe karşı cihâddır.

C.U.: - Pekiyi Hocam; İslâm'da bu cihâdların niçin yapıldıkları hakkında da bilgi verir misiniz?

A.Y.Ö.: - Cemâl'ciğim bütün bu cihâdlar Allāh tarafından emr ve Resûlullāh tarafından da teşvik edildikleri için, Allāh'ın ve Resûl'ünün rızâsını yâni hoşnutluğunu kazanmak için ve ayrıca hepsi de farz olduğu için fîsebîlillāh yapılır. Farz olmaları dolayısıyla da hepsi de ibâdet mesâbesindedir.

C.U.: - Bir de türü ne olursa olsun Allāh yolunda (fîsebîlillāh) cihâd edenin ecrinin ne olacağı hakkında bir bilgi verseniz...

A.Y.Ö.: - Bu hususda şu hadîs-i kudsî'yi hatırlatmakda fayda var:

  • "Kullarımdan Ben'im hoşnutluğumu kazanmak için Ben'im yolumda cihâd edene şu garantiyi verdim: Şâyet onu eve döndüreceksem elde ettiği sevap yâhut ganîmetle döndüreceğim. Eğer rûhunu alacaksam, onu bağışlayıp merhamet edeceğim ve onu cennete koyacağım". (Ahmed, Müsned)


Bir de Buhârî'de Cenâb-ı Peygamber'den nakledilen şöyle bir ifâde var ki bunun üzerinde ne kadar düşünülse azdır. Hazret-i Muhammed:

  • "Ben cihâd değerinde bir ibâdet bulmuş değilim ki!" (Buhârî/1176; kezâ; Ömer Fevzi Mardin: Hadîs-i Şerifler, Mevzûlara Göre Tasnifli-Şerhli; 2. basım, s.397; İstanbul, 1978)


demiştir; ve kezâ şu hadîse de dikkat etmek gerekir:

  • "Güzel söz söylemek, oruca devam etmek, her yıl hacca gitmek cihâda yakın olur. Bunlardan başka, derece bakımından, onu hiç bir ibâdet tutamaz" (Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî: Râmûz-ul Ehâdis Tercümesi Pamuk Yay., s. 606/H.No.6351).


Gene hadîs-i şeriflerde:

  • "Allāh yolunda gazâ etmek, Allāh indinde Beytullāh'ı kırk kere hac etmekden daha sevimlidir. Ve mü'minlerin Enbiyâ derecesine en yakın olanları mücâhidleridir. Ve nefsi ile (yâni bizzat bedenen) ve malı ile (malını da cihâdı uğrunda sarf ederek) Allāh yolunda cihâd eden mü'min insanların efdalidir" (Ö.F.Mardin: a.g.e., s.398)
  • "Allāh yolunda cihâd etmeden ve cihâd yapmayı arzu etmeden ölen kimse bir nevi münâfıklık üzerine ölmüş olur" (Cemâl Uşşak: "Kütüb-i Sitte"den Seçme Hadisler; Yeni Asya Yay. 2. baskı, Hadis No. 948; İstanbul, 1995)


denilmektedir.

Bendeniz bu hadîsleri İslâm'da bütün ibâdet bahsini yeniden gözden geçirmeğe medâr, ve yeni bir ihyâ hareketine de mesned olabilecek kadar önemli buluyorum. Kur'ân'da cihâd ile ilgili 100 den fazla âyet vardır; yâni Kur'ân'ın yaklaşık 1/60 kadarı cihâda tahsîs edilmiştir. Eğer bendeniz fakih ve imâm olsaydım, muhakkak ki cihâdı da İslâm'ın Şartları arasında zikrederdim.

Gerçekten de Kur'ân'ın ve Sünnet'in cihâda verdikleri önem göz önüne alındığında, cihâdın fakihler ve imamlar tarafından niçin İslâm'ın Şartları arasında 6. şart olarak zikredilmemiş olduğunu anlamak zordur. Eğer cihâd cemiyet hayatının her safhasında mûteber ve zarûrî bir ibâdet şartı olarak İslâm'ın Şartları arasında zikredilmiş olsaydı ve dolayısıyla da "sürekli cihâdın gerekliliğinin idrâki" en az namaz ve orucun idrâki kadar zinde tutulmuş olsaydı İslâm âlemi herhâlde yüzyıllardır süregelmiş olan bir miskinliğe, bir nemelâzımcılığa, tembel ve âciz bir tevekkül anlayışına mahkûm olmuş olmazdı.

Nitekim Cenâb-ı Peygamber bir hadîsinde:

  • "...Cihâddan ayrılma. O, müslümanların canla sarıldıkları ibâdettir" (A.-Z. Gümüşhânevî: a.g.e., s.392/H.No.3930)


demektedir.

C.U.: - Bunlar gerçekten de üzerinde durulması gerekli tesbitler. Pekiyi, Hocam; acaba cihâd diye yapılıp da makbûl olmayan fiiller de var mıdır?

A.Y.Ö.: - Hah, bak işte bu güzel bir soru! Cemâl'ciğim, Ebû Dâvûd'un Sünen'inde mezkûr bir hadîsde (Bk. İbn Kayyim El-Cevziyye: Zâdu'l-Meâd, 3. cild, s.123, 50 no.lu dipnot): "Dünya malı elde etmek için cihâd eden kimseye sevap yoktur" denilmektedir. Çünkü böyle bir cihâd yalnızca şeklen cihâddır. Allāh yolunda yâni fîsebîlillāh yapılmış bir cihâd değildir. Bu itibarla, yalnızca ülke fethetmek için yapılmış savaşlar ve bunların failleri hakkında bu hadîsin ışığında yeni bir değerlendirme yapmak gerekir, sanırım.

C.U.: - Cihâdın kendisine mahsûs bir stratejisi var mıdır, Hocam?

A.Y.Ö.: - Evet Cemâl'ciğim; cihâdın da kendisine mahsûs bir stratejisi vardır:

  1. Önce, cihâdı gerektiren: olay, olgu ve sebeplerin teşhis ve temyiz edilmesi gerekir.
  2. Bu teşhis ve temyizin, bunların tasvib edilmemelerine ve reddine yol açması gerekir. Bu red dahi, red sâhibinde cihâdın başlamış olduğunun bir işâretidir. Ve bu durum belirli bir konuda yapılabilecek olan cihâdın en alt kademesidir.
  3. Bu reddin sözle ya da yazıyla alenen ifâde edilmesi, cihâdın bir sonraki mertebesini teşkil eder.
  4. Bundan sonraki cihâd mertebesi ise cihâda mesned olan olay, olgu ve sebeplerin iknâ yoluyla izâlesidir.
  5. Söz ya da yazı aracılığıyla bunların izâle edilememeleri hâlinde ise bunların fiilen, yâni mücâhidin kendi gücüyle, ortadan kaldırılması gerekir.


C:U.: - Acaba muhterem dinleyicilerimize bu stratejisinin bütün bu safhalarını içeren bir cihâd örneği verebilir misiniz, Hocam?

A.Y.Ö.: - Memnûniyetle Cemâl'ciğim. O hâlde, muhterem dinleyicilerimize her günkü hayâtımızla ilgili bir cihâd örneği takdîm edeyim. Buradan herkes kendi payına düşen sorumlulukları ve bu sorumlulukları yerine getirdiğinde de cihâd kapsamında nasıl bir ecr-ü sevâba nâil olacağını kendisi idrâk etsin.

Son zamanlarda sıkça görüldüğü gibi, gazetelerin birinde bir köşe yazarının: ailenin kudsiyetine dil uzatan, nikâhsız beraberliği medheden, nikâhlı kadınları küçük düşürücü sözlerle tezyif eden ve "cinsel özgürlük" dediği rezîlâne yaşayış tarzını da bir fazîlet olarak takdîm ve müdafaa eden bir yazısıyla karşılaşmış olduğumuzu farzedelim.

Yazarın söz konusu edip savunduğu yaşayış biçimi: 1) Türk töresine de, İslâm dinine de uymayan, 2) aile ve cemiyet düzenini soysuzlaştıran, 3) miras ve neseb konularında nifâka ve halli zor meselelere yol açan, 4) insanları sorumlulukdan uzaklaştıran, ve 5) nefsi azdıran bir tutumdur.

Cihâd stratejisinin ilk safhası bu menfî yâni olumsuz unsurların tesbit ve teşhisini öngörmektedir. Bu, cihâdın "olmazsa olmaz" ya da lâtincesiyle "sine qua non" dediğimiz safhasıdır; ama bu tesbit ve teşhis bizzat cihâda dâhil değildir. Bu olumsuz olgular karşısında cihâd, ancak, bütün bunların ikrâh ile kalben ve fikren reddedilmesiyle başlamış olur. Zîrâ yazarın övdüğü tutumun İslâm'a aykırı olduğunu temyiz ettiği hâlde bunu tasvib edecek kimseler de olabilir.

Bundan sonraki cihâd kademesi bu kerih tutumun izâlesini öngörmektedir. Bunun için bir mektupla yazara, tutumunun cemiyet ve insanlık için ne kadar zararlı olduğunu delilleriyle bildirmek ve hattâ yazarla bizzat buluşup görüşerek onu iknâ etmeğe çalışmak gerekir. Büyük bir ihtimâlle yazar ne mektuba cevap verecek ve ne de yüzyüze görüşme talebini kabûl edecektir. Ama mücâhidin gene de bu tekliflerden sarf-ı nazar etmemesi gerekir.

Bundan sonra bu kabil tutumlara karşı savaş açmak mücâhidin hayâtının bir parçası olacaktır. Eşiyle dostuyla ya da başkalarıyla sohbet ederken sözü yazarın tutumuna getirip bunu cerhetmek, ayrıca sırf bunun için diğer dergi ve gazetelere yazılar yazmak, konferanslar vermek, hattâ imkânı varsa bir olup yazarı ve gazetesini tutumlarından dolayı takbih eden faks ve mektuplar göndermek, gazeteyi boykot etmek, hattâ cemiyet ahlâkını bozmağa mâtuf bu gibi rezilliklerin yazılı ve görüntülü basın aracılığıyla yayılmasını önlemek üzere kanûnî tedbirler alınması için kampanya açmak ve milletvekillerini iknaya çalışmak bu konuda yapılabilecek cihâdın en üst ve tabiîdir ki en zor kademesini teşkil edecektir.. Bunu gerçekleştirmek için mücâhid cebinden para sarf edecek, belki seyâhatler bile yapmak zorunda kalacaktır. Ama gâye hep bir kötülüğün izâlesi ve i'lâ-i kelimetullāh'dır; yâni İslâm dininin tevhid akîdesini ve ahlâk düzenini şânına lâyık olduğu şekilde yüceltip yaymaktır.

C.U.: - Hocam; takdîm ettiğiniz bu misâlin son safhası göz önünde tutulduğunda cihâdın ne büyük zorluklar arz ettiğini idrâk etmemek imkânsız. Ama, işte bütün bu zorlukları yüzünden de cihâd daha önce de ifâde ettiğiniz gibi Cenâb-ı Peygamber'in gözünde ibâdetlerin en yücesi olmakta. Allāh cümlemize islâmî cihâdın bu idrâkini ve ömrümüz boyunca da Allāh'ın ve Resûl'ünün rızâsı için birçok cihâda kalkışmamızı ve cihâdlarımızda muvaffak olmamızı nasîb etsin.

A.Y.Ö.: - Âmîn. Cemâl'ciğim!

C.U.: - Hocam; sizce cihâd kimlere farzdır ve bu nasıl bir farzdır? Cihâdın kazâsı olur mu?

A.Y.Ö.: - Cihâdın stratejisinin biraz önce sözünü etmiş olduğumuz kademelerini göz önünde tuttuğumuzda, bana göre, şer'an müdrîk ve mes'ul olan her mü'mine cihâd etmek farzdır ve bu: bir farz-ı ayndır; yâni bu şartlara uyan her mü'minin yerine getirmesi gerekli olan bir farzdır. Ancak İslâm ulamâsının çoğunluğu, harbe yol açan bir cihâd söz konusu olduğunda bu kabil bir cihâdın farz-ı kifâye olduğunu savunmuşlardır. Said-i Nursî ise Hutbe-i Şâmiye isimli eserinde cihâdın farz-ı ayn olduğunu savunmuştur.

Cihâdın ertelenmesi ve kazâsı yoktur! Cihâdı gerektiren olay, olgu ve sebepleri teşhis ve temyiz eden her mü'minin, bunların ortadan kaldırılması için, derhâl cihâda kalkışması gerekir. Bu cihâdın gâyesi: cihâd etmeyi gerektiren menfî (yâni Allāh'ın ve Resûlünün tasvib etmediği) olayın, olgunun ve sebeplerin tümüyle izâle edilmesidir.

C.U.: - Çok farklı şekillerde cihâd etmenin mümkün olduğuna değindiniz, Hocam. Pekiyi, bunlardan sizce en kolayları acaba hagileridir?

A.Y.Ö.: - Cihâdı gerektiren olay, olgu ve sebeplerin teşhis ve tesbitinden sonra bunların kalben reddi dahi cihâddan sayılmaktadır. Hattâ bunun cihâdın en alt kademesi olduğuna değindimdi. Hazret-i Peygamber'den rivâyet edilen bir hadîsde ise şöyle denilmektedir:

  • "Cihâd (yalnızca) bir kimsenin Allāh yolunda kılıç sallaması değildir. Asıl cihâd anasına ve babasına bakan, çoluk çocuğa bakan kimsede tahakkuk eder ki o (gerçek bir) cihâdda sayılır. Kimseye muhtaç olmamak üzere çalışan kimse de cihâdda sayılır" (A.Z. Gümüşhânevî: a.g.e., s.442/H. No.4473)


Kanaatimce anaya babaya, çoluk çocuğa bakmanın ya da kimseye muhtaç olmamak üzere çalışmanın cihâddan sayılması Cenâb-ı Hak'kın biz kullarına cihâdı kolaylaştıran pek büyük bir lûtfudur.

C.U.: - Gerçekten de cihâd denildiği zaman pekçok kişinin zihninde "dini yaymak için silâhlı savaşa kalkışmak" şekillenmektedir. Size göre her müslüman, dinini yaymak için, silahlı savaşa başvurmak zorunda mıdır, Hocam?

A.Y.Ö.: - Dini yaymak için silâhlı savaş çıkarılmaz; zîrâ Bakara sûresinin 256. âyetinde: "Lâ ikrâhe fi-d dîn = dinde zorlama yoktur" denilmektedir. Din zorlama yoluyla değil, ancak ve ancak tebliğ ve iknâ yoluyla yayılır. Ayrıca Hazret-i Peygamber:

  • "Savaşı aramayınız; fakat (savaş) sizi bulursa sabır ve sebat ediniz" (Ö.F. Mardin: a.g.e., s.402/H.No.1544)


buyurmuştur; zîrâ Kur'ân'da Bakara sûresinin 190. âyetinde de:

  • "Sizinle savaşanlarla Allāh yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allāh haksız yere saldıranları sevmez"


îkazı vardır. Ayrıca gene Bakara sûresinin 194., Hac sûresinin 39. ve Mümtehine sûresinin de 8-9. âyetlerinde, sırasıyla:

  • "...Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın. Allāh'dan çekinin; ve bilin ki Allāh, Kendi'nden çekinenlerle beraberdir"
  • "Kendileriyle savaşılanlara (yâni mü'minlere) savaşma izni verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir. Hiç şüphe yok ki Allāh onlara yardım etmeğe kādirdir..."
  • "Allāh sizinle din uğruna savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allāh adâletli olanları sever. Allāh sizi ancak, sizinle din uğruna savaşanlarla ve sizleri yurtlarınızdan çıkaranlarla ve çıkarılmanız için onlara yardım edenlerle dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır."


denilmektedir.

Bunlara göre islâmî savaşların, Kur'ân'a ve Sünnete uygun olmaları için, âdil ve tedafüî (yâni müdafaaya yönelik) olmaları gereklidir. Bir başka ifâde tarzıyla, islâmî savaşların, müslümanların: 1) gerek hayatlarının, 2) gerekse dinlerini icrâ edebilecekleri ortamın muhâfazası için, ve yalnızca müdafaa ve koruma kastıyla yapılması zarûrîdir.

C.U.: - Hocam; eğer müsaade ederseniz, bir de cihâda mesned olan konu hakkında yapılacak olan şiddetli ve alenî tenkidlerin dedikodu ve gıybet kapsamına girip girmeyeceği husûsuna bir açıklık getirir misiniz?

A.Y.Ö.: - Allāh senden râzî olsun Cemâl'ciğim. Bu da yerinde bir soru! Hemen söyleyim ki, ister cihâd bilinciyle olsun ister olmasın, bir fuhşiyâtı yâni islâm ahlâkına aykırı alenen, mükerreren ve ısrarla işlenen bir hatâ ya da günâhı alenen tenkid edip kötülemek, Hazreti Peygamber'in bir hadîsine göre, dedikodu ya da gıybet değil zâten bir görevdir.

C.U.: - Evet, Hocam; âdetimiz olduğu vechile konuyu toparlarsak, bu sohbetin özeti olarak ne diyebiliriz?

A.Y.Ö.: - İslâmî mânâda cihâd Allāh yolunda (yâni fîsebîlillāh) nefse karşı, cehâlete karşı, küfre karşı, nifaka karşı, zulüm ya da adâletsizliğe karşı girişilmesi farz olan bir mücâdele ve bu niteliğiyle de bir ibâdettir; ve Cenâb-ı Peygamber'e göre de, hem değer ve hem de mertebe bakımından, en üstün ibâdettir.

Nefsin ıslahı ile cehâletin, küfrün, nifâkın, zulüm ve adâletsizliğin ortadan kaldırılması için girişilen cihâdda müslüman: 1) fikren, 2) lisânen, 3) mâlen, ve 4) bedenen bir mücâdele verir. Elindeki imkânlar ne ise Allāh yolunda cihâd ederken bunları kullanır; elde edeceği ecri de Allāh tâyin eder.

İslâm'da cihâdın yalnızca bir vechesi olan silâhlı savaşa ise ancak müslümanlara yapılan bir zulüm ya da adâletsizliğin izâlesi için izin vardır. İslâm saldırgan değildir. Dinde zorlama olmadığından (II/256), İslâm dininin yayılması için savaş değil tebliğ ve ikna şarttır. İslâm'da savaşlar ancak korunma gâyesiyle yapılan müdafaa savaşlarıdır. Her müslüman cihâdın ibâdet bakımından büyük değerini idrâk ederek günlük hayâtında da mücâhid olmağa gayret etmeli, ve cihâd idrâkini en az namaz ve orucun idrâki kadar zinde tutmalıdır.

C.U.: - Hocam; bu sohbetinizden dolayı size teşekkür ediyorum.



* * *
Tasarım & Geliştirme | kerataif