Buradasınız
"RÛHAN" ROMANI ÜZERİNE BİR SOHBET
"RÛHAN" ROMANI ÜZERİNE BİR
SOHBET
(Bu sohbet Prof.Dr. Ahmed
Yüksel Özemre ile 4 ilâ 11 Haziran 2005 günleri e-posta ve telefon aracılığıyla
gerçekleştirilmiştir)
çevirme
Çünkü Hakk'a yükselmene hizmet
edebilir
Elifbâ'yı iyice öğrenmeden
Kur'ân'ın sâhifelerini nasıl
anlayabilirsin?
Eğer adımların aşk yollarının
yabancısıysa,
Git aşkı öğren de
gel!
Gene de uyanık ol! Sûret
geciktirmesin seni!
Bütün hızınla köprüyü geçmeye
çalış!
Câmî (R.A.Nicholson, İslâm Sûfileri,
s.94)
N.ŞAHİNLER:
Efendim! Bizi yine şaşırttınız. Pozitif ve dinî ilimler alanında
yazdığınız bunca kitap ve makālenin yanında şimdi de karşımıza "Rûhan" adlı bir romanla çıktınız. Sizi
tanıdığımız kadarıyla bir konuyu kitap hâline getirmeden önce her zaman dışarıya
biraz olsun çıtlatır, az da olsa sohbetini yapar, bazı işâretler verirdiniz. Ama
"Rûhan" bu konuda beklenmedik bir
sürpriz oldu. Önceden tasarlanmış mıydı, yoksa anî bir kararla mı
yazdınız?
A.Y. ÖZEMRE: Necmettin'ciğim; Rûhan’ın girizgâhında da yazdım. Bugüne
kadar hâtırat kitaplarımı okuyan pekçok dostum beni bir de roman ya da hikâye
yazmam konusunda uzun süre teşvik edip durdular. 22 Nisan 2005'de sağ bacağımdan
geçirdiğim ameliyattan önce ve bir takım komplikasyonlarla uzun süren nekahat
döneminde vakit geçirmek için bu işe soyundum. Sonunda da işte bu deneme ortaya
çıktı.
N.ŞAHİNLER: Efendim, -özür dileyerek
söylüyorum- Rûhan’ı okuyanlarda şöyle
bir kanaat da oluştu. Romanın içerinde geçen olayların ve yer alan kişilerin
detayları ve bu detayların o günkü mekân ve zamanla örtüşmesi, ister istemez
okuyanların aklına bu romanın sizin
tarafınızdan yaşanmış bir gerçeklik olduğunu düşündürdü. Bu da Ruhân’ın, sevenleriniz tarafından farklı
bir gözle okunmasına yol açtı. Hepimiz gerçeklik ile vehim arasında salınıp
durduk.
A.Y. ÖZEMRE: Bunları bana senden önce soranlar
da oldu. Onlara da aynı şeyi söyledim. Her romanın okuyanda bir gerçeklik
duygusu ihdâs etmesi için romancının teferruata ve dayanacağı bâzı olaylara
ihtiyâcı vardır. Bu denemem hâtırat uslûbunda fakat romanın esas kahramanı olan
kızın yâni Ruhân’ın inceden inceye tarafımdan tasarlanmış olan
psikolojisinin ekseni etrafında gelişmekte olan "hayâli bir kurgu"dan ibârettir. Bu
sebebden ötürü gereksiz bir vehme düşmektense, bu romanın kahramanları
arasındaki, dünyevî bir plânda ama ulvî bir çizgide
yaşanan aşktan nasıl bir idrâk çıkarırız düşüncesiyle romanı okumak
kanaatimce daha isâbetli bir tavır olur.
N.ŞAHİNLER: Efendim, ulvî sözcüğünü çok güzel kullandınız.
Hakîkaten romanı okuduğumuzda Rûhan ile Ayhan’ın aşkından geriye bizde
kalan en anlamlı tat da bu olsa gerek. Yirmili yaşlarda iki karşı
cinsin, nefsânî hiçbir ard niyet taşımayan, süflîliğe kaymayan, nezih, mâsum,
saygın, zarîf arkadaşlığı, zamanımızdaki "seviyeli birliktelik" maskesi altında
yaşanan rezilliklerle karşılaştırıldığında idrâk edebilenler için çok büyük bir
anlam taşıyor.
A.Y.ÖZEMRE: Güzel evlâdım! Zaten bu anlamda
Rûhan, ismi ile müsemmâ bir roman
olarak algılanmalıdır. Rûhan; rûha ait olan, rûh ile ilgili anlamına
gelmektedir. Bir aşkta rûhânî güzellik ön plânda ise bu durum sâdece lâtif
duyguların tezâhürüne yol açar. Kerem ile
Aslı’yı, Ferhad ile Şirin’i, Leylâ ile Mecnûn’u bir hatırlasana!
Hangisinde süflîlik var, Allāh aşkına?
N. ŞAHİNLER: Efendim, sözlerinizi dinlerken Mesnevî'den bir beyit aklıma geldi.
Mevlâna: "Aşk, ister bu yandan olsun, ister o yandan;
sonunda o yana kılavuzdur bize"1 diyor. Acaba irfân ehlinin "Mecâz,
hakîkatin köprüsüdür" diyerek beşerî/geçici aşkı da, tatmin fikri olmadıkça
hoş görmelerinin altında bu rûhânilik mi yatmaktadır?
A.Y.ÖZEMRE: Necmettin'ciğim aslında aşk,
âşığın gözünden bütün varlıkları, gönlünden bütün istekleri sürer, çıkarır.
âşığın gözünde sevgiliden başka varlık, gönlünde, ondan başka istek bırakmaz.
Bu, mecâzî olmakla beraber aslında Vahdet'e de mütevâzî bir hazırlıktır. âşık
kişi; sevgilinin baktığı, gördüğü, durduğu, konuştuğu, gezdiği her şeyi, herkesi
sevmeye başlar; her yerde, herkeste, her varlıkta onun izini, onun yansımasını
görmeye çalışır ve görür. Bu duygu tekemmül edince güzelden güzellere,
güzellerden güzelliğe, insanlığa ve dünyâya yayılmaya başlar. Böylece de
sevgili, âşığın gözünde, gönlünde bir sembol kesilir. Hilkati, hilkatteki
hikmetleri, kudretleri görmeye, Yaratan’ı sevmeye, O’nda fânî olmaya yönelir.
İşte bu yöneliş, geçici aşktan Aşk-ı Hakikî'ye ulaşmağa
yöneliştir.
N. ŞAHİNLER: Efendim, Rûhan bir anlamda bize en önemli şeyin
"sevebilmek" olduğunu da öğretti.
Şüphesiz, sevebileni, gerçek sevgiliye ulaştırmakla, sevemeyene sevgiyi öğretmek
aynı kolaylığa sâhip değildir. Şu bir gerçek ki; rengi, deseni, kokuyu, şekli,
âhengi, sesi, ihtişâmı, çocuğu, hayvanı, taşı-toprağı.. neyi seversek sevelim,
Yaratıcı’nın ef'al ve sıfatlarından bir şeyler seviyoruz demektir. Ama sevmeyeni
nereye çağıracaksınız ki? Tadını bilmiyor, lezzetini duymuyor. Belki de
Hz.Peygamber’in: "Kim âşık olur, aşkını gizler, temizlikten ayrılmaz,
kötülük etmezse ölünce şahâdet mertebesine erişir"2
hadîsi bu hakîkati bize hatırlatıyor.
A.Y.ÖZEMRE: Evlâdım, Fuzûlî boşuna söylememiş: "Aşk imiş her ne var
âlemde/
İlim bir kıyl u kāl imiş ancak". Ayrıca Yunus Emre de: "Aşk gelince cümle eksikler biter"
diyor.
N. ŞAHİNLER: Efendim, bu noktadan
düşündüğümüzde romanınız bizde "herkesin
içinde bir Rûhan saklıdır" idrâkini uyandırmakta. Romanda Ayhan’ın, Taksim’den Sultanahmet’e
giderken Rûhan’dan yayılan
hafif/lâtif parfümün kokusunu içine çekmesi, sanki Rahmânî bir esintinin/nefesin
serinliğini bize hissettiriyor. O anda farklı bir iklime taşınıyoruz. Yine Rûhan’ın Ayhan’a söylediği "Herkesin kendine mahsûs küçük sırları
vardır. Sabırlı olmak ve bu sırlara saygı göstermek gerekir" sözleri, Rûh’a
mahrem olmanın sabırdan, saygıdan,
edebden geçtiğinin hikmetini bize ilhâm etmekte.
A.Y.ÖZEMRE: Evlâdım, bir romanı farklı
biçimlerde, farklı açılardan görüp tahlîl etmek mümkündür. Rûhan'ı da pekālâ
sosyo-psikolojik açıdan, "émancipé" yâni ergin bir kişilik elde etmeye
çalışan bir genç kızın psikolojisinin tasvîri olarak da tahlîl ve tenkid etmek
mümkündür. Ama senin bakış açın irfânî lezzeti yansıtması bakımından çok
değerli. Sen aslında Rûhan ile Ayhan'ın biribirlerine ayna olmuş olduklarını teşhis etmişsin.
Ve her biri de karşısındaki aynada kendi rûhunu görüp ona âşık olmuş. Sonunda
farklı bedenlere sahip olsalar da zâtiyet yönünden aynı olduklarının idrâki
içinde karşılıklı bir muhabbet, şefkat, merhamet, rikkat ve de edeb içerisinde
bir dostluk yaşamışlar. Üstelik bu güzel hasletlerini Kader onları ayırdıktan
sonra bile sürdürmüşler.
N. ŞAHİNLER: Efendim, siz her ne kadar bu
romanın merkezine Rûhan’ı koysanız
da, gözden kaçmayan bir realite olarak Ayhan’ın üstün ahlâkî vasıflarına
değinmemek bir haksızlık olur. Çalışkanlığı, gözlem yeteneği, kızaran yüzü,
cesâretli nezâketi, îtimâd edilir kişiliği, mücâdeleci yapısı, müzik kābiliyeti,
doğru sözlülüğü, sağlam irâdesi, hemen gözyaşı dökecek kadar hassas yapısı,
fedakârlığı ve bütün bunlara kaynaklık eden dindarlığı hemen ilk plânda gözümüze
çarpanlar. Bunun yanında, Üsküdar’da Azîz
Mahmud Hüdâyî Hazretleri’ne olan mutâd ziyaretleri de O’nun bu dindarlığının
irfânî bir temele dayandığının işâretlerini de bize
veriyor.
A.Y.ÖZEMRE: Necmettinciğim! Ayhan’ı güzel
tahlîl etmişsin ama romanda asıl üzerinde durulacak çok önemli bir başka
karakter daha var: Rûhan’ın annesi Kemâle Hanım. Şimdi ben sana sorayım. Bu
Kemâle Hanım, irfânî açıdan sana neyi hatırlatmakta?
N. ŞAHİNLER: Efendim! Adı Kemâle ama bu hanım,
ne yazık ki, kemâlden hiç nasib almamış! Akıllı, güçlü, çevresindekileri tesiri
altına almak isteyen, dominant bir
karaktere sâhip görünümde olmasına rağmen, nefsinin vehmine set çekememiş,
evhâmının esiri olmuş, irâdesini aile efrâdına kabûl ettirmek için hiçbir hiyle
ve desîseden çekinmeyen, sizin de romanda isâbetle teşhis ettiğiniz gibi "tam bir psikiyatrik vaka; had safhada bir
paranoya." İstekleri yerine getirilmediği takdirde karşı tarafa her türlü
kötülüğü yapabilecek tıynette bir kadın.
Asîl tavırlı görünüşü altında tam bir ifrit. Zaten olayların akışından bunu
görmemiz mümkün. Nasıl Beden
ülkesi’nde nefs, Rûh’u perdelemişse, Kemâle Hanım da Rûhan’a giden yolda
Ayhan’ı engellemeye çalışıyor ve her türlü hile ve desise yapmaktan geri
kalmıyor. Kısaca Kemâle Hanım, isminin tüm güzelliğine rağmen tam bir Nefs-i Emmâre ve hattâ vehmi îtibâriyle de Nefs-i Levvâme prototipi. Ama
romanın sonunda, Rûhan'ın günlüğünün son satırlarından anlıyoruz ki doktorların
isâbetli bir taktiği ve çabası sâyesinde o da Kemâl'e erişiyor. Ben doğrusu
bunda Nefs-i Emmâre mertebesindeki bir kimsenin romanınızda hekimlerin
remzetmekte oldukları Kâmil Mürebbi'lerin elinde seyr-i
sülûkunun sonunda Nefs-i Kâmile'ye erişmesi ile de bir
paralellik görüyorum.
A.Y.ÖZEMRE: Tabiî, irfânî lezzet açısından
bunlar isâbetli teşhisler Evlâdım. Öte yandan Ayhan Kemâle hanımın bu nefs-i emmâre yanını
keşfettiği içindir ki, bu izdivacın olamayacağına kanaat getiriyor. Rûhan ile
başlarına gelen bu hâdisenin "ağır bir
imtihân" olduğunu ve bütün bunların "Cenâb-ı Hakk’ın ezel hükmüne uygun olarak
vuku bulduğunu" samimî bir boyun eğişle kabûlleniyor. Ayhan’ın Rûhan’a: "Bizi ayırsalar bile, bizi yaşadıklarımızın
hâtırasından kimse koparamaz ve bu aşkı da ne olursa olsun kimse söndüremez"
sözleri aslında "Kader’e Rızâ"nın bir
tezâhürü. Rûhan romanının da bence en önemli unsuru bu "Kader'e teslimiyet ve
rızâ" idrâki hakkında vermek istediği mesajdır.
N. ŞAHİNLER: Efendim Rûhan’ın mektubundan
anlaşılıyor ki Kemâle Hanım yine bildiğinden geri durmamış, kızıyla evlenmemiş
olmasına rağmen, dizginleyemediği nefsinin süflî arzularına uyarak Papaz
Büyüsü’nü Ayhan için de yapmış. Gerçi bu büyünün ne olduğunu bilmiyoruz ama
tesirinin Ayhan üzerinde epeyce tahripkâr olduğu
görülüyor.
A.Y.ÖZEMRE: Aman Evlâdım, bunu bilmeyelim daha
iyi! Fakat bilmemiz gereken yegâne şey, "Allah’ın izni olmadan hiçbir şeyin vuku
bulamayacağı" ve "her şeyin Ezelî
Senaryo’ya harfiyyen uyarak tecellî
ettiği" gerçeğidir. Ayhan'ın da Rûhan'ın da, gençliklerine rağmen, bu idrâke
sâhip olduklarını ve bu idrâk sâyesinde çilelerine göğüs gerebildiklerini
görüyoruz. Gerisi lâf-u güzâf olur.
N. ŞAHİNLER: Efendim! Rûhan’ın yazdığı son
mektup bir anlamda son sözleri gibi. Hele sadâkatli bir aşkın, merhametli
sevginin tezâhürü olan şu sözler, sanki önceden verilmiş acı bir haberin
işâretleri: "Sana beni hatırlatacak
müstesnâ bir hanımla evlenmiş olmana, bil ki, çok ama çok memnûn oldum. Senden
evvel ölürsem, inan, artık gözüm arkamda kalmayacak ve gözlerim açık gitmeyecek.
Allāh sizleri mes’ud etsin. Hayrlı çocuk sâhibi olun İnşâallāh! Ne kadar huzur
içinde olduğumu sana târif edemem. Cenab-ı Hakk'a hamd ediyorum. Sana olan
muhabbeti hiç ama hiç eksilmeyen daima genç ve daima zinde kalan dostun
Rûhan." Bu satırlardan sonra Siz, Rûhan’ın genç yaşta vefat ettiğini
söyleseniz de bizim gönlümüz "âşıklar
ölmez" diyor.
A.Y.ÖZEMRE: Necmettin'ciğim, âşıkların
ölmediği şuradan belli ki Rûhan’ın Hakk’a yürüyüşünden onca sene sonra tuttuğu
hâtıra defteri büyük bir tevafukla Sahaflar çarşısı’nda Ayhân’ın eline geçiyor.
Ayhân’ın deyişiyle "Rûhan bunca sene
sonra Mâverâ’dan onunla yeniden bağlantı kuruyor".
N. ŞAHİNLER: Efendim! Rûhan 19 Haziran 1979
târihli hâtıratında Melâhat'in kendisini hiç anlamadığını hattâ mazoşistlikle
suçladığını ve "Bir kadın sevdiği bir
erkeğin başka bir kadınla evlenmesini nasıl olur da tavsiye eder ve de bunu
nasıl olur da tahammül eder?" diye çıkıştığını yazmaktadır. Ama bu çıkışa
rağmen Rûhan da Melâhat'in "aşk ile muhabbet arasındaki farkı" anlayabilecek
idrâkte olmadığını düşünmektedir. Acaba aşk ile muhabbet arasında nasıl bir
fark var? Bunu biraz açar mısınız?
A.Y.ÖZEMRE: Sevgili Oğlum! Dünyevî aşk
dominanttır, bencildir. Yalnız iki kişiye mahsûs olan ve nihâî amacı da şu ya da
bu şekilde Vahdet olan bir hâldir. Aşkta üçüncüye yer yoktur. Oysa muhabbet
sevdiğinin saadetini ve yalnızca saadetini amaçlayan rahmânî bir hâldir. Rûhan
Ayhan'ın saadetini amaçlayan digergâm, rahmânî bir bakış açısına ve hâlete
kavuşmuş olarak aşkını "süblime"
etmiş, yüceltmiş olmak gibi bir kemâl sergilemektedir. Bu üstün edeb ve kemâlin
herkes tarafından idrâk edilmesi, idrâk edilse bile uygulanabilmesi mümkün
değildir.
N. ŞAHİNLER: Efendim! Dikkatimi çeken bir başka
konu da Rûhan ile Ayhan arasında geçen
"çivi" esprisi. Eğer yanlış anlamadıysam Ayhan için uygun bir çivi, Rûhan’ın
yerini tutabilecek bir hanım anlamına geliyor. Bu aynı zamanda "aşkı ancak başka bir aşk giderir" sözünü
de hatırlatıyor. Fakat romanın seyrinden anlıyorum ki –tabiî bu benim kişisel
fikrim- başka çiviler olsa da Ayhan’ın gözünde Rûhan’ın yeri asla
doldurulmayacak ve aşkı aradan yıllar geçse de Ayhan’ın gönlünde sönmeyecektir.
Zaten senelerce saklı kalmış olan bu hâtırayı bugün açığa çıkarmanın başka ne
amacı olabilir?
A.Y.ÖZEMRE: Evlâdım! Bu tür hâtıratın ne
hikmetler taşıdığını, hangi hayrlara vesile olacağını öyle hemen anlamak kolay
değildir. Sadece 16 Ocak 1979 tarihli
mektupta Rûhan’ın, Ayhan ile Asiye hanımın evliliğinin sona ermesinin
nedenlerini tahlîl ederken yaptığı tespit, bugün bir çok ailenin saadetine
hizmet edecek bir mutluluk reçetesi sunmaktadır. Şu mektubun sonunu bir zahmet
oku bakayım.
N. ŞAHİNLER: "Bence eşler arasında soğukluk ihdâs edecek
bir vekārdan ziyâde dürüst ve muhabbetli bir açıksözlülük olmalıdır. Asiye
hanımın, endîşelerini Ayhan’a mutlakā açık kalplilikle söylemesi gerekirdi.
Ayhan, inanıyorum ki, o şefkat ve muhabbet zenginliğiyle herhâlde Asiye hanımı
ânında tatmîn ederdi. Bana kalırsa aralarındaki farklılaşmanın sebebi Asiye
hanımın içine kapanıp endîşelerini açık kalplilikle Ayhan’a açamaması ya da
açtığı zaman ithamkâr konuşması olmuştur. Bence bir evlilikte kesinlikle
kaçınılması gereken iki husûs vardır. Biri eşlerin biribirlerini ithâm
etmemeleridir. Diğeri ise, eşlerin gururlarına mağlup olarak, ‘Aman başıma
çıkarmayayım!’ korkusu ile biribirlerini yüzlerine karşı meth etmekten
çekinmeleridir."
A.Y.ÖZEMRE: Güzel evlâdım, sorunun cevabını
şimdi daha iyi idrâk etmişsindir İnşâallāh?
N. ŞAHİNLER: Efendim, son olarak sormak
istediğim daha doğrusu merak ettiğim bir husûs var. Siz, Rûhan’ı okuyan herkese,
bu romandan ne anladığını ısrarla sordunuz. Bir anlamda Rûhan, bir turnusol
kağıdı fonksiyonu yerine getirdi. Siz de bu arada Rûhan’ın psikolojisi derken,
okuyanların da psikolojisini daha yakından gözlemlediniz. Yanılıyor muyum
acabâ?
A.Y.ÖZEMRE: Necmettinciğim! Bu da bizim
mürebbîlik yönümüz. Bırak o kadar olsun!
N. ŞAHİNLER: Efendim, bu sohbet için çok
teşekkür ediyorum.
A.Y.ÖZEMRE: Güzel evlâdım. Ben de teşekkür ederim. Hayrlara muhâtab ol İnşâallāh!
* *
*
[1]Mevlâna, Mesnevi, c.1, Beyt: 111
[2]Câmi’, II, s.165