Buradasınız

TÜRK ÇAYI RADYASYONLU [NURİYE AKMAN]

Kaynak: Zaman Gazetesi, 07.07.2004 Çarşamba

Röportaj: Nuriye Akman

Avrupalı şirketler, 'Türk çayı radyasyonlu' diyerek pazarı kaptı

Türkiye'nin ilk atom mühendisiyle yaptığım bu söyleşiyi Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki kanser vak'alarının arttığı, müsebbinin de Ahmet Yüksel Özemre olduğu yolundaki iddiaların araştırılmasını isteyen 94 milletvekiline ithaf ediyorum.


Önce hatırlayalım, Özemre kimdir: 1935'te doğdu, 34 yaşında profesörlüğe yükseldi, 1972-1984 arasında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsü Kürsü Profesörü oldu; 1985-1987 arasında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı görevini yürüttü. Mezun olduğu üniversitede Fen Fakültesi Dekanlığı, TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliği yaptı, Türkiye'yi NATO Bilim Komitesi'nde, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı nezdinde, Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi Konseyi'nde temsil etti. Yayınlanmış 345 makalesi bulunan Özemre'nin te’lif ettiği 35 ve tercüme ettiği 10 kitabı var.

Şimdi dinleyelim O’nu, bakalım ne söylemektedir.


NA: Doğu Karadeniz'de pek çok kimsenin çernobil kazası dolayısıyla aldıkları radyasyondan kanser olup ölmekte oldukları ve bunda da sizin en azından kusurunuzun bulunduğu kanaati son günlerde arttı. Siz o sırada Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) başkanıydınız. Bunca senedir vicdânınız hiç sızladı mı? "Ah, keşke şu tedbirleri alsaydım da bunlar olmasaydı!" dediğiniz oldu mu?

Hanımefendi kızım; bendenizin TAEK başkanı olarak da ilim adamı olarak da insanların cehâletini, vehmini ve saplantısını ortadan kaldıracak bir tedbir almak gücüm maalesef yok. Bir kimsede ilmî bir gerçeği fehm ve idrâk etme yeteneği yoksa, kendi vehmini de gerçek zannediyorsa ve üstelik onun bu saplantısını ranta çevirmek isteyen ve bu yönde ortalığı bulandıran güçlü finans çevreleri de varsa ben buna karşı ne yapabilirim ki? Vicdânıma gelince, defalarca alenen ifâde etmiş olduğum gibi, çernobil kazasından sonra alınmış tedbirlerin ve uygulanan stratejilerin bütün ilmî sorumluluğu TAEK'e ve özellikle de bana aittir.


NA: Bu kadar yaygın kanaat varken, belki de başkalarının vehmi ile uğraşmaktan kendi sorumluluğunuzu yeterince idrak edemediniz?

AYÖ: Yaygın kanaatler hiç kesin delil olabilirler mi? Bu hukukta da böyledir, ilimde de böyledir. İlimde demokrasi olmaz! Yani ilmî gerçekleri oy çokluğuyla, yaygın kanaatlerle değiştiremezsiniz. Doğu Karadeniz halkının çernobil dolayısıyla aldıkları radyasyondan kanser olup ölmekte oldukları ve bunda bendenizin de dahlinin bulunduğu hakkındaki yaygın olduğu iddia edilen kanaate de bu perspektiften bakmak gerekir.

NA: Peki o zaman bölgede kanser vak'alarının artışının anlamı ne?

AYÖ: TAEK, Türkiye'nin doğal radyasyon düzeyini ölçüp belirlemiştir. İstanbul'daki bir vatandaş bir yılda 66 mRem'lik (milirem) bir radyasyon dozu alır. Bu, Ankara için 90 mRem, Rize için 120 mRem, Erzurum için 175 mRem ve Sivrihisar için 374 mRem'dir. Yani Sivrihisar'da oturan bir kimse bir yılda İstanbul'da oturan bir kimseye oranla 5,5 misli doğal radyasyona mâruz kalmaktadır. Oysa çernobil kazasını izleyen yıl içinde bu kazanın Türk insanına yüklediği fazladan radyasyon dozu yalnızca 59,7 mRem'dir. Hadi hesabı kısaltmak için buna 60 mRem diyelim. Buna göre çernobil'i izleyen yılda Rize'deki bir kimsenin doğal kaynaklardan ve çernobil'den aldığı toplam radyasyon dozu 180 mRem olur ki bu, Sivrihisar'da alınan yıllık radyasyon dozunun yarısından daha da azdır. Eğer 60 mRem'lik bir yıllık doz fazlası milleti kanser etseydi, şimdiye kadar yeryüzünde hiçbir Sivrihisarlı
kalmazdı.

NA: "Bu radyasyon dozları kimseyi kanser edecek düzeyde değil." diyorsunuz.

AYÖ: Aynen öyle. Kaldı ki Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi'nin (ICRP'nin) çernobil kazasından önceki tespitlerine göre bir kimsenin anlamlı bir kanser riskine maruz kalması için bir yılda 5 bin miliremden daha fazla radyasyon dozu alması gerekir. Ayrıca tiroid guddesinin tanısı için hastaya bir defada içirilen I-131 radyoizotopunun yüklediği doz ise Edirne'nin en radyasyonlu bölgesinde tespit edilmiş olan yıllık 75 mRem'lik dozdan bin 150 misli daha fazla olmasına rağmen bundan dolayı kanser olup da ölen kimseye
rastlanılmamıştır.

NA: Bunlar iyi güzel de asıl meselemize dönelim. Doğu Karadeniz'de kanser vak'alarının artışını düpedüz ret mi ediyorsunuz yani?

AYÖ: Dünya Sağlık örgütü'nün geçmiş yıllardaki raporlarına göre kanserlilerin dünya nüfusuna oranı yüzde 22'dir. Çernobil kazasından önce Türkiye'de yalapşap tutulmakta olan farklı kanser istatistiklerine göre bu oran bizim için yüzde 5-12 arasındaydı. Türkiye kansere karşı global olarak çok sıkı profilâktik yâni önleyici tedbirler mi uyguluyor ki bu oran dünya
ortalamasının en az yarısı kadar aşağıya çekilmiş olsun? çernobil kazasından
sonra Sağlık Bakanlığı kanser istatistiklerinin yalnızca ciddi bir biçimde tutulmasını sağlamakla kalmamış, sistematik olmasa bile kanser taramaları da yapılmıştır. Bunların sonucu olarak o zamana kadar kayıtlara geçmemiş olan kanser hastaları kayıtlara geçirilmiş, kayıtlı toplam kanserli sayısı da bundan ötürü artmıştır ve artmaya da devam etmektedir. En azından bu sayı, Türkiye'deki kanserlilerin oranı dünyadaki kanserlilerin oranına erişinceye
kadar artacaktır.

NA: Demek bu kadar basit.

AYÖ: Bu kadar basit olsa iyi, dahası var. Sağduyu sahiplerinin şu iki soruyu sormaları gerekir: 1) Edirne ve civarı 3 Mayıs 1986'da bir radyasyon dalgasına maruz kalmış, Doğu Karadeniz ise bundan bir hafta sonra Edirne'dekinden daha düşük düzeyde bir radyasyon dalgasına uğramıştır. Bu durumda, Edirne'de kanserlilerin arttığı yönünde niçin hiçbir iddia yoktur da kamuoyuna hep Doğu Karadeniz'de kanserlilerin artmış olduğu iddiası
pompalanmaktadır? 2) çernobil kazası sırasında Türkiye'nin nüfûsu 51,5 milyondu, şimdi 70 milyondur. Sebebi ne olursa olsun, aradaki 18,5 milyon nüfusa tekabül eden kanserli hasta sayısı artışı niye konu edilmiyor?

NA: Dersimi iyi çalışmamışım anlaşılan.

AYÖ: Gözden kaçan ve hiç kimsenin yanaşmak istemediği bir başka konu daha var: Doğu Karadeniz'de yamaçlara ekilen çay ve fındık için kullanılmakta olan nitrat içeren gübreler. Bunlar bölgenin yağışlarıyla toprağın altına geçmekte ve kaynak içme sularına karışmaktadır. Oysa bugün, litre başına 10 miligramdan yüksek oranlarda nitratla kirlenen içme sularının 'mavi çocuk sendromu' denilen bir sendromun yanında hem kansere yol açma hem de hamile kadınların düşük yapma potansiyelini artırdığı tıbben tespit edilmiştir. Doğu Karadeniz'in bütün içme sularının bu yönden titizlikle analiz edilmesi bugün kaçınılmayacak bir zaruret olmuştur.

NA: Meseleye hiç bu açıdan bakmamıştım. Bu açıklamalarınız, ümit ederim pek çok insanı aydınlatacak ve ferahlatacak.

AYÖ: Bütün bunları TAEK de bendeniz de her vesileyle 18 yıldır beyân edip duruyoruz. Yaklaşık bin 400 küsur sayfa tutan Türkiye'nin çernobil çilesi, Aklın Yolu İlimdir, Ah, Şu Atom'dan Neler çektim! ve çernobil Komplosu başlıklı kitaplarımda, radyo-televizyon sohbetlerimde, konferanslarımda ve panellerde bu meseleleri ayrıntılarıyla açıkladım. Fakat Türkiye'de pek çok kişi sadece 4 aritmetik işlem ve sersefil mantıksal çıkarımlarla yalnızca bu meseleyi değil, fakat her meseleyi çözebileceğini vehmetmekte ve kendi vehmini de hâzâ ilim addetme marazına müptelâ bulunmaktadır. Bütün bu meseleler, ayrıca TBMM'nin 1994'te çernobil kazasının etkilerini ve sorumlularını araştırmak için kurduğu Araştırma Komisyonu'nun hazırladığı 103 sayfalık raporda da açık açık irdelenmiştir.

NA: öyleyse niçin bunca yıl sonra TBMM bu konuya yeniden eğilme gereği
duydu?

AYÖ: Şimdiki hükümetin elektrik üretiminde nükleer enerjiden yararlanmak gerektiği hususundaki iradesi açıklanır açıklanmaz 1 Mayıs'tan itibaren medya, Doğu Karadeniz'de kanserin arttığı efsanesini tekrar gündeme getirdi. Bu konuya duyarlı olan; ama TBMM'nin 10 yıl önce hazırladığı ayrıntılı raporundan haberi olmadığını ümit ettiğim 94 milletvekili de konunun TBMM tarafından araştırılmasını talep etmiş bulunmaktadırlar.

NA: Konuşmamızın başında kendi vehmini gerçek zannedenlerin saplantısını ranta çevirmek isteyen ve bu yönde ortalığı bulandıran güçlü çevrelere bir gönderme yaptınız. Ne demek istediniz?

AYÖ: Dünya petrol ve kömür kartelleri ticarî rekabet dolayısıyla nükleer enerjinin kullanılmasına karşıdır. Bir yandan kendileriyle finansal bağları bulunan, yani benzin ve mazota yatırım yapan mahallî güçlü ve etkili şirketler ve diğer yandan da kurdurdukları uluslararası paravan kuruluşlar aracılığıyla ülkelerde nükleer enerjinin sulhçu amaçlı uygulamaları hakkında kolektif histeriye kadar giden bir duyarlılık ihdâs etmek için her yola, her yalana başvururlar. Yarın, öbür gün taksi şoförlerinin de Türkiye'deki bu anti nükleer lobinin desteğiyle 'Nükleer santrala hayır!' eylemine başladıklarını görecek olursanız şaşırmayın.

NA: Burası Türkiye, olur mu olur!

AYÖ: Diğer taraftan da Avrupa çay tröstü kendisine kuvvetli bir rakip olarak gördüğü Türk çayını rezil etmek ve pazarladığı Hint ve Seylan çaylarına Türkiye'de pazar açmak için aynı oyuna başvurmaktadır. Halkı hem samimi hem de endişesi kolay uyandırılabilecek kadar hassas olan Doğu Karadeniz Bölgesi'nin ve çayının, nükleer enerji karşıtı propaganda için atlama taşı olarak seçilmiş olmasındaki stratejinin hikmeti işte budur.

NA: Avrupa çay tröstü yurtiçindeki muhipleri aracılığıyla 'radyasyonlu Türk çayı imajını 5,5 yıl gündemde tutmasını ve halkı boş yere tedirgin etmesini bilmiştir.

AYÖ: Medya, Meclis'in raporunu görmezden geldi.

NA: Efendim, sık sık gündeme gelen 'radyasyonlu Türk çayı' hikâyesinin aslı nedir?

AYÖ: 1986 yılı Ekim ayında çay-Kur depolarında 1985'ten kalmış 50 bin ton kadar radyasyonsuz çay ile kilo başına 0 ilâ 89 bin Bq (Bekerel) düzeylerinde radyasyon içeren 1986 ürünü 120 bin ton kadar çay vardı. Türkiye'nin bir yıllık çay tüketimi ise yaklaşık 115 bin ton olduğuna göre, sağduyu bu 50 bin ton kadar radyasyonsuz çay ile yeni ürünün radyasyonsuz ve en az radyasyonlu kısımlarını harmanlayarak radyasyon sağlığı açısından herhangi bir zarara yol açmayacak şekilde 115 bin ton kuru çay elde etmeyi âmirdi. O zamanlar Avrupa Birliği ülkelerinde çaydan daha fazla tüketilen süt gibi sıvı bir gıda maddesi için hamile kadınlar ve bir yaşından küçük çocukların litre başına almalarına müsaade edilen en üst radyasyon sınırı 370 Bq idi. Yaptığımız deneylerde bu düzeyde bir radyasyonun demde bulunması için kuru çayın kilosu başına en çok 12 bin 500 Bq'lik bir radyasyon bulunması gerektiğini tespit etmiştik. Bu harmanlama işlemi Türkiye Radyasyon Güvenliği Komitesi'nin talimatı uyarınca, TAEK uzmanlarının nezâretinde gerçekleştirildi. 1986'da piyasaya verilen çayların radyasyon düzeyi 12 bin 500 Bq/kg'ın altında tutuldu. Ancak piyasa ortalaması 8 bin Bq/kg idi. Bunu izleyen yıl bu düzey 3 bin Bq/kg'a düşürülebildi.

NA: Rakamlara boğulduk. Yani her gün ne kadar çay içmemiz gerekir ki zarar
görmüş olalım?

AYÖ: Bir insanın 12 bin 500 Bq/kg'lık kuru çaydan hareketle hazırlanan demden radyasyon sağlığı açısından zarar görebilmesi için ICRP normuna göre bir yıl boyunca her gün 2 gaz tenekesi kadar yani 34 litre çay değil, dem içmesi gereklidir. 3 bin Bq/kg'lık kuru çaydan hazırlanan demden radyasyon sağlığı açısından zarar görebilmesi için ise gene ICRP normuna göre, bir yıl boyunca her gün yaklaşık 8 gaz tenekesi yani 136 litre dem içmesi
gereklidir. Kısacası bu çaylardan içmiş olmakla ne ölünür, ne kanser olunur, ne düşük yapılır ve ne de çocuklar sakat doğar.

NA: Bütün bu olup bitenlere nasıl bakıyorsunuz?

AYÖ: Menfaatperestlerin bir bardak çayda kopardıkları usturuplu bir yalan-dolan fırtınasının doğurduğu kolektif bir paranoya diye bakıyorum.

NA: Neden doktorlar ayağa kalkıp gerçekleri topluma gür bir sesle anlatmıyor?

AYÖ: Anlatmasına anlatıyorlar da, ya medyanın önemli bir bölümü bunları halka yansıtmıyorsa? çernobil'in etkilerinin Türkiye'deki kanser olaylarını artırmadığı hakkında Hacettepe, Gazi, Ege, Trakya ve Karadeniz Teknik üniversiteleri ile Sağlık Bakanlığı'nın tespitleri yalnızca TBMM Araştırma Komisyonu'nun 1994 tarihli raporunun 72-84. sayfalarına yansıyabilmiştir.

Tasarım & Geliştirme | kerataif