Buradasınız
"SCIENCE CITATION INDEX" BİR BİLİM ADAMININ DEĞERİNİ BELİRLEMEKTE TEK VE OBJEKTİF BİR KRİTER MİDİR?
1960'lı yıllarda Eugen Garfield
ABD'nde Philadelphia/Pennsylvania'da Institute for Scientific Information
(ISI) yâni "Bilimsel İstihbârat Enstitüsü" adı altında ve "bilimsel
sonuçların tüketimini ölçmeye yönelik parametreleri ihdâs ve tesbit etmek
amacıyla" bibliyografik bir veri tabanı geliştirmek üzere bir şirket kurmuştu.
şirketin oluşturduğu Science Citation Index (SCI) denilen
veri tabanı 1964 yılındanberi yürürlüktedir. Daha sonra Science Citation Index Expanded (SCIE)
diye genişletilen bu veri tabanı hâlen: Biyokimya, Biyoloji, Enformatik
(Bilişim), Farmakoloji, Fizik,
Hemşirelik Bilimleri, Jeoloji, Kimya, Matematik, Mikrobiyoloji, Mühendislik,
Ormancılık, Psikiyatri, Tıb ve Ziraat konularında, çeşitli dillerde
yayınlanmakta olan çeşitli bilimsel dergilerin taranmasıyla, en azından: 1)
bilimsel makālelerin özetilerini vermekte, ve 2) yazarına ya da yazarlarına bu
makāle dolayısıyla kimlerin makāleleri tarafından kaç kere yollama yapılmış [referans verilmiş, "site edilmiş"] olduğunu, yâni bu makālenin bilim
âlemindeki yankısını sayısal olarak tesbit
etmektedir.
kadar uzanmaktadır. Başlangıcından bugüne kadar SCI'nin tarayarak veri tabanı
oluşturduğu bilimsel dergilerin sayısı 3700 civârında kalmış iken SCIE'in taradığı dergiler bugün
yaklaşık 6200'e ulaşmıştır. Bu iki veri tabanı arasındaki farkları bilmeyenlerin
aklında ise yalnızca Science Citation Index yâni
kısaltılmış şekliyle SCI vardır.
Her hafta
yaklaşık 19.000 kadar makāle özetinin ve 430.000 sitasyon'un dâhil edildiği SCIE
veri tabanının bugünkü hacmı yaklaşık 18 milyon özete ulaşmış
bulunmaktadır. Bununla beraber, gerek SCI'nin gerekse SCIE'nin yukarıda adı geçen
konularla ilgili bilimsel dergilerin hepsini taramadığı ve bunlar arasında,
kriterleri kendince mâlûm, bir seçim yaptığı da gözden ırak tutulmamalıdır.
2547
sayılı Yüksek Öğretim Kānûnu'nun yürürlüğe girmesinden sonra bir bilim adamını
bilimsel olarak değerlendirmek amacıyla SCIE'ye baş vurmak, akademik ortama,
önce kānûn ve yönetmeliklerde yer almamış bir moda ve daha sonra da fiktif bir zarûret olarak yerleşmiş
bulunmaktadır. Bırakınız Medya'yı, işin künhünü bilmeyen bilim adamları
tarafından dahî, SCEI'ye baş vurarak bilim adamlarını
bu veri tabanındaki sitasyonlarının
sayısı aracılığıyla değerlendirmek sanki objektif ve
hiç şaşmayan tek kritermiş gibi algılanmaktadır
ki bu aslā ve aslā isâbetli de değildir, doğru
da değildir!
Nitekim
bir bilim adamının bilimsel değerini:
- Hocalığı,
- Araştırıcılığı
- Bilimsel nitelikli proje ve doktora ya da
lâboratuvar ve klinik idâre etmekteki ya da sanatsal eser vermekteki yeteneği ve
verimliliği, ve
- Bilgiyi: A) öğrencilerine, ve B)
meslekdaşlarına (kolleg'lerine) yayıcılığı
gibi beş
faktör belirler. SCIE'de "site edilmiş olmak" ise
bu beş faktörden, yalnızca ve yalnızca, B) şıkkı ile doğrudan doğruya ilgili
değil, yalnızca ilintilidir. Dolayısıyla, SCIE
tek kriter olamaz; aşağıda ise niçin objektif bir kriter olamayacağını
da açıklayacağız.
adamının hocalık vasfını en iyi değerlendirenler öğrencileridir. Eğer bilim
adamı:
- Derslerini ilgi çekici kılabiliyorsa,
- Ders takrîrindeki hitâbeti etkileyici ise,
- Tahtayı iyi kullanabiliyorsa,
- Yazısı okunaklı ise,
- Dersinin metnini ve çözülmüş problemlerini teksir olarak
dağıtıyorsa ya da bu konuda yazılmış kitapları varsa,
- Öğrencilerine kibirle değil, şefkatle muamele ediyorsa,
- Öğrenciler tarafından kolay hazmedilemeyen konuları gerek sınıfta
gerekse odasında onlara tekrar açıklamakdan yüksünmüyorsa,
- Not vermede âdil davranıyorsa
onun bu
nitelikleri öğrenciler arasında takdîr edilerek derslerine ilgi de o ölçüde
artar. Bu duruma meslekdaşları da kısa zamanda vâkıf olurlar.
Bilim adamı:
- Bilimsel araştırma projeleri teklif edebiliyor ve
yönetebiliyorsa,
- Konusunda ilmî literatüre bihakkın vâkıf ise,
- Yanındakileri ekip çalışmasına teşvik edebiliyorsa,
- Doktora konuları bulup doktorantlarını başarıya ulaştıracak
şekilde yönlendirebiliyorsa,
- İlim ahlâkından yâni akademik deontolijiden aslā ödün vermiyorsa,
ve
- Bütün bu konularda salâbeti de verimliliği de kanıtlanmış ise,
bütün bunlar
meslekdaşları arasında kıskançlıklara ve hattâ engellemelere yol açsa bile,
sonunda mutlaka saygı ve takdîr kazanır.
Bilginin
öğrencilere yayılması bilim adamının verdiği derslerin muhtevâsının yalnızca
ders verdiği sınıfla sınırlı kalmayıp sınıfın dışına da taşması demektir. Bu
da bilim adamının o konuda pedagojik kitap ya da kitaplar yazmış, tercümeler
yapmış olmasıyla ölçülür. Ayrıca bilim adamı orijinal araştırmalar yapıp
yayınlamakla da yükümlüdür. Bâzıları ise kendi yayınlarının sayısını kabartmak ve SCIE'de
daha çok "site edilmiş olmak" için, doktorantlarına, idâre ettikleri
doktoralar yayınlanırken bunların başına kendi isimlerinin de konulmasını icbâr
ederler. Bu, kanaatimce, doktorantı ezen ve akademik deontolojide yeri olmaması
gereken bir tasarruftur.
Bir bilim
adamının söz konusu dört faktörün hepsinde de başarılı ve verimli olması
idealdir ama her bilim adamından bu performansı beklemek âdilâne bir tutum
değildir. Meselâ Rölâtivite Teorileri'nin kurucusu, Fotoelektri Olay'nı
açıklayan, Bose-Einstein İstatistiğini kuran ve 1921'de Nobel Fizik Ödülü'nü
kazanmış olan Albert Einstein (1879-1955) gibi bâzı bilim adamları öğrencilere
muhâtab olmaktan da ders anlatmakdan da olabildiğince kaçınarak kendilerini
yalnızca araştırmaya verirler. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde Atom ve
Çekirdek Fiziği Kürsüsü'nün ve lâboratuvarlarının, Teorik Fizik Enstitüsü'nün,
Türk Fizik Derneği'nin kurucusu ve Atom Enerjisi Komisyonu ile Çekmece Nükleer
Araştırma ve Eğitim Merkezi'nin kurulmasının öncüsü olan Fâhir Yeniçay
(1902-1988) gibi bâzıları ise yalnızca iyi öğrenci yetiştirmek, ders kitabı
yazmak konusunda gayret sâhibidirler.
Bilim adamlarının gerçek değerlerini
ne SCIE'deki sitasyonlarının sayısı ve ne de bu işten
anlamayan gazeteciler tesbit edebilir. Bu değerlendirmeyi ancak ve ancak o bilim adamları gibi bilim
adamı ve aynı akademik titre sâhib olan ciddî ve âdil meslekdaşları
yapabilir.
SCIE'de "site edilen" makāleler bilimsel
değerlerine bakılmaksızın taranıp kayda geçmektedir. Meselâ, 1989 yılında
Stanley Pons ve Martin Fleischmann yaptıkları bir elektroliz hücresinde çok
düşük sıcaklıkta füzyon olayını gerçekleştirdiklerini ileri sürmüşlerdi. Bu soğuk füzyon üzerine her ikisine de
yollamada bulunan binlerce makāle yazılmış ve bunların çoğu da SCI'de ve SCIE'de
yer almıştı.
Fakat 15
sene zarfında bu iki zâtın tecrübesini ve ölçümlerini tekrarlayan pekçok bilim
adamı "soğuk füzyon" diye bir olay varsa dahî bunun Pons ve Fleischmann'ın
tecrübelerinde iddia etmiş oldukları gibi ortaya çıkmadığını gösterdiler. Yâni
Pons ve Fleischmann'ın iddialarının gerçek tarafı yoktu. Şimdi sormak lâzımdır:
"Pons ve Fleischmann'ın, bilimsel olmadığı kanıtlanan soğuk füzyonu
gerçekleştirmiş oldukları iddiası dolayısıyla, SCI'de ve
SCIE'de binlerce kere zikredilmiş olmaları ve böylece kendilerine
yapılan yollamaların sayısının iyice kabarmış olması onların kâr hânesine
kaydedilmesi gereken bir başarı mıdır? Buna göre, SCI'de ya da SCIE'de "şu kadar" zikredilmiş
olmak bilim adamları için: 1) tek kriter, ve de 2) objektif bir kriter olabilir
mi?
Ayrıca,
meselâ: Hukuk'da, İktisat'ta,
İlâhiyat'ta, Epistemoloji'de, Mantık'ta, Türkoloji'de, Arap-Fars Filolojisi'nde,
İç Mîmârî'de, Heykeltraşlık'da, Müzikoloji'de ve ilh… orijinal araştırma yapanların SCIE'de zikredilmesi ("site edilmesi") imkânı olmadığından bu
gibi bilim adamlarının "SCEI'de sıfır sitasyonu var" diyerek afişe edilmeleri
ve haksız yere küçük görülmeleri doğru mudur? Nitekim kendisi tanınmış bir
Anayasa Hukuku uzmanı olan YÖK Başkanı Prof.Dr. Erdoğan Teziç son zamanlarda
birkaç gazetede SCIE'de hiçbir makālesi "site edilmemiş" olduğu için haksız yere eleştirilmiştir.
Bundan
başka bilim âleminde çok güçlü lobilerin varlığı da bir sır değildir. Bunlardan
biri "Yahudi Lobisi", diğeri ise "İlâç Sanayii Lobisi"dir. "Yahudi Lobisi"ne
mensûb olanlar SCIE tarafından taranan dergilerde
yayınladıkları makālelerde muhakkak bir punduna getirip özellikle başka yahudi
bilim adamlarının bilimsel yayınlarına yollama yaparlar. Bu da haklı ya da
haksız yahudi bilim adamlarının SCIE'de daha fazla sayıda
zikredilmesine yol açmaktadır.
SCIE'de sitasyonların sayısını kabartmanın bir
başka yolu da bir bilim adamının yayınladığı her makālede, gerekli olsun
olmasın, kendisine ait daha önceki makālelere yollama yapmasıdır.
Eskiden
tıb alanında bilimsel dergiler çok daha seçiciydiler; kılı kırk yararlar ve
kendilerine yayınlanmak üzere gönderilen makālelerin çoğunu da reddederlerdi.
Şimdilerde ise güçlü ilâç firmaları ya da onların alt kuruluşları piyasaya
sürdükleri yeni bir ilâç hakkında birbirini tekrarlayan, istatistiksel değeri
olmayan 20-30 vaka hakkında hiçbir orijinalliği bulunmayan sözümona bilimsel
makāleler yazanların bu makālelerini, ellerindeki parasal yaptırım gücüyle, SCIE
tarafından taranan bâzı tıb dergilerinde yayınmasını
sağlayabilmektedirler. Bu ise, söz konusu kimselerin bu ilâç firmalarına daha
bağımlı çalışmaları için bir nevi rüşvet yerine geçmektedir.
T.C.
Sağlık Bakanlığı tarafından Resmî Gazete'nin 25213 sayılı nüshasında yayınlanmış
28.08.2003 târihli "Eğitim Personelinin Nitelik Ve Seçim Esasları Hakkında
Yönetmelik"de Şef Yardımcısı olmak için 6. Madde'nin ve Şef olabilmek için de 7.
Madde'nin gerekli gördüğü SCI'ye ya da SCIE'ye kayıtlı dergilerde Şef
Yardımcısı için 3 ve Şef için de 5 yayını olması şartı, bu işe âşinâ tarafsız
gözlemcilerin kanaatine göre, yukarıdaki paragrafta değinilmiş olan İlâç Sanayii
firmalarının devreye girmelerini ve yayınların bilimsel kalitesinin de
olabildiğince düşük olmasını sağlayan bir etken olarak ortaya çıkmaktadır.
Bütün bu
olgular, bir bilim adamının değerlendirilmesinde SCIE'deki sitasyonlarının sayısının ya da, Sağlık
Bakanlığı söz konusu olduğunda, SCI'ye ya da SCIET'ye
kayıtlı dergilerde yayınlanmış tıbbî yayınların: 1) niçin tek kriter olamayacağı, ve de
2) niçin objektif bir kriter
olamayacağı konusunda fehâmet ve idrâk sâhiplerine yeterince ışık
tutacaktır.