Buradasınız
AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ'de Mİ'RÂC NEŞ'ESİ
AZÎZ
MAHMÛD HÜDÂYÎ'de
Mİ'RÂC
NEŞ'ESİ
Ahmed
Yüksel Özemre
Mi'râc
Nedir?
Mi'râc insanın, bedeninin ölümü
vuku bulmadan önce, Yaradan'ına visâlinin yâni kavuşmasının idrâkini
yaşamasıdır. Bu, hayâl ve vehimden âzâde, Cenâb-ı Hakk tarafından lûtfedilen
otantik ve ontolojik bir mânevî tecrübedir. Bu mânevî tecrübe esnâsında insan
esfel-i sâfiliynin idrâkinden Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna yükseltilerek Aslına rücû' ettiğine, kendi katresinin Hakk'ın Zât
ummânında, ya da zerresinin O'nun Nûr'unda yok olarak, fânî olduğunun
idrâkinde iken, aslında bizâtihî Hayy ve Bâkıy olduğuna şâhit olur. İşte bu,
Kur'ân'da Yakıyn kelimesiyle ifâde olunan
hâldir. Bu kesbî değil vehbî bir hâdisedir. Cenâb-ı Hakk bunu dilediği kuluna
lûtfeder.
İlk Mi'râc irâdî değil, gayrı irâdîdir.
İlk defâ Mi'râc'ı gerçekleşen kimse havsalanın ihâta edemediği bu olayın
Celâl'inin ve Cemâl'inin dehşet ve letâfeti karşısında böyle bir olayın bir daha
zuhur etmesini ihtirâsla arzular. Bu muazzam olayın bahşettiği mânevî zevk ve
hayret dünyevî hiçbir zevk ve hayretle kıyaslanamaz. Ancak Cenâb-ı Hakk seçtiği
bâzı kullarına bu ilk Mi'râc'dan sonra istedikleri zaman huzûruna ref
olunmalarına izin vermektedir.
kimseye "velî" ya da bir galat-ı meşhûr olarak "evliyâ" denilir. Arapça bir
kelime olan velînin Türkçe'deki karşılığı "dost"tur. Velâyet'in olmazsa olmaz
şartı Mi'râc'ın gerçekleşmiş olmasıdır. Demek ki kendisine Mi'râc lûtfedilen
kimse "Allāh'ın Dostu" olmaktadır. Bir
hadîs-i kudsîde: "Benim Velîlerim
kubbelerimin altında gizlidir" denilmektedir. Velî, çok istisnaî hâller
hâriç, kendisinin velî olduğunu ve Mi'râc esnâsında Cenâb-ı Hakk ile arasında
vuku bulan harîmiyyeti aslā dile getirmez; Mi'râc'ını bir öğünmeye ya da bir
iddiaya, dâvâya mesned vesiylesi kılmaz. Mi'râc'ın edebi
budur.
hâdisedir ki Cenâb-ı Hakk bâzı velî kullarını bu olayın idrâkinden dahî
setreder; yâni velî olduğunun idrâkinde olmayan velîler de vardır. Kezâ öyle
velîler vardır ki ilk defa Mi'râc'a mazhar olduklarında bu yaşadıklarının bir
Mi'râc olduğunu idrâk etmezler de daha sonraki bir Mi'rac'larında bu olayın ve
öncesinin idrâki kendilerine verilir.
Mi'râc'da Cenâb-ı Hakk kuluna çok
lûtfda ve ikrâmda bulunur; ona Yakıyn ve Hikmet verir ve Esmâ'ü-l Hüsnâ'sı ile bezeyerek
tekrar esfel-i sâfiliynin idrâk düzeyine rahmeten irsâl eder. İlk Mi'râc'ını
yapanlarda genellikle büyük bir cezbe zuhur eder. Eğer bu cezbe hazmedilemezse,
Hallâc-ı Mansûr misâlinde olduğu gibi, garib hâller ve herkesin kolaylıkla
hazmedemeyeceği bir takım şathiyât-ı sôfîyâne zuhur eder.
Her velî cezbesini hazmedebilmek için
bu hâlinden anlayan bir mürşide muhtaçtır. Cezbesini hazmeden bir Velî ise
Mi'râc'ında kendisine ne lûtfedilmişse bu Şehâdet âlemi'ne yeniden irsâl
edildikten sonra onu izhâr etmeğe başlar. Eğer İlm bahşedilmişse İlm-i Ledün'ü
ehline tevdî eder. Eğer Eş Şâfi' ismi gâlib kılınmışsa maddî ve mânevî şifâ
dağıtıcı olur. Eğer Er Rabb ismine mazhar kılınmışsa kâmil bir Mürebbi'-i Mânevî
olur, ve ilh... Bunun ötesinde velî
bu Şehâdet âlemi'nin esrârı artık kendisine gizli olmadığından bütün bu âleme ve
bu âlemdekilere "Fe eynemâ tüvellû, fe
semme vechullāh" âyetinin medlûlünün gerektirdiği biçimde hep bir Rahmânî Nazar ile bakar. Anlayana
bu, O'nun en mütebâriz vasfıdır.
Cenâb-ı Hakk'ın Velî kullarına
Mi'râc'da bâzen lûtfettiği bir husûs daha vardır. O da Mi'râc'dan sonra bu velî
kulların herhangi bir olay hakkında sarf ettikleri sözlerin Kader'in hükmüne
paralel olması keyfiyetidir. Avâm bunu müşâhede ettiği zaman bu zevâta sanki
"bütün bu olaylar, onlar, bunların böyle olmasını irâde ettikleri için böyle
tecellî ediyorlarmış" zannıyla Kutupluk izâfe eder.
objektifleştirmek mümkün değildir. Onun için herhangi bir kimsenin evliyâ
olduğunu ifâde etmek ancak bir hüsn-i zandan öteye geçemez. Filâncanın büyük bir
evliyâ olduğunu şiddetle iddia edenleri bir ân için durup düşünceye sevk eden ve
verilmesi gereken en iyi cevap: "Bu zâtın
evliyâ olduğunu nereden biliyorsunuz? Yoksa Mi'râc'a beraberce mi çıktınız?"
olmalıdır.
Bununla berâber Mi'rāc'ı
yaşayanların bir kısmı cezbelerini söndürmek ve hem gönül ehli kimseleri
Mi'râc'ın künhüne âşinâ kılmak hem de Mi'râc'dan sonra kavuştukları hâlete, Mi'râc Neş'esi'ne işâret etmek üzere
şiirlerinde, nefeslerinde, ilâhîlerinde yaşamış oldukları bu mânevî tecrübeye ve
bunu izleyen devreye şu ya da bu şekilde temâs etmekten de kendilerini
alıkoyamazlar. Fakat bu olay gerçekte söz kalıplarına sığmadığı, tam anlamıyla
dile getirilemediği için de sâdece istiârelere sığınılır. Bundan ötürü Mi'râc'ı,
hakkıyla, ancak yaşayan bilir. Bununla berâber bunu şiir ve nefesle dahî
paylaşmaktan tevakkıy eden çok çok sırlı velîler de
vardır.
Hüdâyî
Dîvânı'nda
Mi'râc
Neş'esi
Azîz Mahmûd Hüdâyî (1541-1628) Dîvânı'nın büyük bir bölümü sâdece
onun Mi'râc neş'esini aksettirmektedir. Bu Dîvân'daki şiirlerden yalnızca birinin bir mısraı bu olayın bizzât
yaşanmış olduğune delâlet etmektedir:
Şu cân kim sırr-ı Ev-ednâ'ya erdi1,
Beğim ol matlab-ı a'lâya erdi,
Safâ-i zirve-i ulyâya erdi,
Riâyet eyleyen
saff-ı niâli.
Bakıp kalma nükūş-i Kâinat'a!
çalış ma'nâya, er bâkıy hayâta!
Hüdâyî vâsıl oldu Nûr-i
Zât'a;
Geçen âşık Celâl'i vü Cemâl'i.
Bu Mi'râc'dan sonra Hüdâyî yeni bir
Mi'râc özlemini de şu türlü dile getirmektedir:
O
illere bir kez dahî varam mı?
Dost dîdârın bizden yeter gizledi,
Bir gün ola hûb cemâlin görem mi?
Mi'rac'ın mâhiyetini ve hâlâtını istiârelerle tasvîr etmekte, Mi'râc'ın vukuuna
özlemini dile getirmekte ve Mi'râc'ı gerçekleşen bir kimsenin nelere nâil
olacağını coşkulu bir dille anlatmaktadır.
İlk üç beyiti Vahdet âlemi'nden
Nüzûl'ü son dört beyiti de İnsân âlem'inden Hakk katına Mi'râc'ı anlatmakta olan
şu nefesi de ilgi çekicidir:
Hakîkat
şem'ine pervâne geldik.
Tenezzül
eyleyib Vahdet İli'nden,
Bu kesret
âlemin seyrâna geldik.
Geçib
fermân ile bunca avâlim,
Gezerken
âlem-i insâna geldik.
Fenâ buldu
vücûd-i fânî mutlak;
Bıraktık
katreyi Ummân'a geldik.
Nemiz ola
Hudâyâ3
Sana lâyık
Hemân bir
lûtf ile ihsâna geldik.
Umarız
irevüz bâkıy huzûra,
Civâr-ı
Hazret-i Rahmân'a geldik.
Geçib âhir
bu kesret âleminden,
Hüdâyî
halvet-i Sultân'a geldik.
huzuruna çıkışını remzeden "katre-Ummân", istiâresi önem taşımaktadır. Bu
istiâreye ve buna benzer "katre-Bahr", "katre-Deryâ", "zerre-âfitab",
"zerre-Hurşîd" ve "zerre-Şems" istiâreleriyle daha başka nefeslerde de sık sık
karşılaşıyoruz:
zerre,
Ola kim Bahr ola katre,
Gidib usr, erile yüsre;
Hudâ zulmâtı Nûr ede!
Kudretin Hurşîd eder her zerreyi
Cümle âlem Senden alır behreyi
Hep Senindir Pâdişâhım hep Senin
Olagör Hakk'a vâsıl!
Geç katreden ey gāfil!
Bahr ile Ummân gelsin!
Kapıdan bakarken sadre erişti.
Hüdâyî, şüphesiz
kadre erişti,
Hakk'ın ihsânına erüb
gelenler.
Bedr-i temâme
lem'ayi,
Deryâya salub
katreyi,
Ummân ederler Hû
ile.
olalım,
olalım,
Vâsıl-ı Şems-i bîzevâl
olalım,
Sâkin-i suffe-i kemâl
olalım!...
ümidi,
Hurşîd'i,
Bulmağa bu
tevhîdi,
Gel Hû diyelim yâ
Hû.
zâil,
Olagör Hakk'a
vâsıl,
Geç katreden ey
gāfil,
Bahrile Ummân
gelsin!
eden,
eden,
Ey dertlere dermân
eden,
meded.
Katreyi ko, lücce-i Ummân'a bak!
* *
*
Varalım hazret-i ni'mel maâbe,
Geçür zerrâtı, iregör âfitâb'e,
Efendi katreden Deryâ'yı iregör!
Mi'râc'da katre yalnızca Ummân
olmamakta, ya da zerre yalnızca âfitâb'a ermemekte fakat kul aynı zamanda Kadîmî
Yâr'a erip Nûr-i Kadîm'i (yâni öncesi olmayan Nûr'u) görüp Envâr-ı Zât'a da
garkolmaktadır:
Geçip fânîden ir bâkıy hayâta,
Safâ bul gark olup Envâr-ı
Zât'a,
Bezl et ol matluba cümle vârın,
ârif ol, görme yüzün ağyârın,
Gör cemâlin kadîmî
Yâr'ın!
Zulmet-i gafleti dilden süregör,
Aç gözün Nûr-i Kadîm'i göregör,
Kasdedib Hakk'ı Yakıyn'e iregör,
Tâ kemâle erişe ikrârın!
âkil ol, hayr işi ta'cil eyle,
Evliyâ hâlini tahsil
eyle,
Fânîyi Bâkıy'e tebdil
eyle,
bâzârın!
İnsânın Mi'râc'a mazhar olması tıpkı katrenin Ummân'da, zerrenin Şems'de,
insanın Zât Nûru'nda fenâ bulmasına benzer şekilde, izafî varlığının zâil olmasıdır. Bu
fenâ, mücerred anlamda fânî olmak değildir; bu bir anlamda "aslen bâkıy" olmaktır. Bu "fenâ
ender fenâ" ve "bekā ender bekā" makāmıdır. Yâr'ın vechini idrâk ettiren bu olay
Yakıyn'ın da ne olduğunu idrâk ettiren kemâlin ta kendisidir. Böylece her zerre
tıpkı Güneş gibi nûrlu ve kudretli olur. İşte evliyâların hâlleri böyledir,
vesselâm!
* *
*
[1] Vezni: Mefâîlün + Mefâîlün + Feûlün.
[2] Vezni: Mefâîlün + Mefâîlün + Feûlün.
[3] Hudâyâ: Ey Hudâ!