Buradasınız
DEPREM VE İLMÎ TEMKİN
DEPREM
VE İLMÎ TEMKİN
Prof.Dr.
Ahmed Yüksel Özemre
Ocak 1985'de Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu (TAEK) Başkanlığı'na atandığım zaman Başkan Yardımcılarının dikkatime
sunmak istedikleri âcil dosyalardan biri de Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim
Merkezi'ndeki (ÇNAEM) reaktör binâsının tahkimi meselesiydi. Bana, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi'nden bir jeolog doçentin TAEK'e sunmuş olduğu bir raporda:
1) altı yıl sonra 1991'de İstanbul'da büyük bir deprem olacağının bildirilmekte,
2) bu depremde reaktör binâsının yıkılacağı ve bunun sonucu olarak da etrafa
radyasyon yayılacağı senaryosunun
geliştirilmekte, 3) bu binânın mutlaka tahkim edilmesi gerektiğinin ifâde
edilmekte, 4) bu tahkimâtın yaklaşık 450.000.000 TL (yâni doların 525 TL değerinde olduğu o
târihteki yaklaşık 850.000 dolar) tutarındaki bir masrafla yapılabileceğine,
ve 5) böyle bir tahkimâtın Dünyâ'da ilk ve tek olacağına dikkat çekilerek bunun
Türkiye için kaçırılmaması gereken bir fırsat olduğunun da vurgulanmakta olduğu
hakkında bilgi verildi.
Doçentin bu hayâl genişliğinden ve
paranoyak tavrından etkilenmiş1 olan Kurum
elemanları böyle bir tahkimâtın bir an önce yapılması hakkındaki kendi
vehimlerini de bana yüklemeğe çalıştılar. Ben ise şu hususlarda onlardan bilgi
istedim: 1) Doçent bu raporu İdâre'nin isteği üzerine mi yazmıştır?, 2) Doçent'e
reaktör binâsının inşaatına başlanmadan önce yapılmış olan zemin dayanıklılığı
testlerinin sonuçları ile binânın statiğinin hesapları verilmiş midir? 3) Doçent
altı yıl sonra 1991'de İstanbul'u bu derecede etkileyecek olan depremi neye
dayanarak öngördüğünün bilimsel kanıtlarını takdîm etmiş
midir?
Bu soruların cevapları hep "Hayır!" oldu. Bu durumda söz konusu raporun müellifinin "kendi kendine gelin-güvey olduğu" ve bir
depremin bilfarz vukuunda "Ben zâten bunu
kaç sene önce haber vermiştim" diye kendisine pay çıkaracak ucuz bir
kehâneti garanti etmek istediği ve Dünyâ'da ilk ve tek olacak böyle bir reaktör
binâsı tahkimâtının şerefini de kendisine tahsis etmek eğiliminde olduğu
anlaşılıyordu.
Bununla beraber resmî evrâk muamelesi
görmüş olan bir rapor müsveddesini(!) hiç yokmuş gibi farzetmek de mümkün
değildi. Kurum'un Nükleer Güvenlik Dairesi'nden bir elemanı 6 yıl sonra
İstanbul'da reaktör binâsını da ağır hasara uğratabilecek bir depremin
matematiksel ihtimâlinin hesaplanması için görevlendirdim. Birkaç ay sonra bana
böyle bir ihtimâlin "yüz milyonda
bir" mertebesinde olduğu bildirildi. Bu, mühendislik açısından, kabûl
edilebilir bir risk idi. Bu durumda dosyanın işlemden kaldırılması emrini
verdim.
Doçent'in kehâneti gerçekleşmedi: 1991
yılında deprem olmadı ve Reaktör'ün binâsı da çökmedi. 17 Ağustos 1999'da vuku
bulan 7,4 şiddetindeki Marmara Depremi'nin hemen akabinde ÇNAEM'deki
arkadaşlardan bilgi aldım: Marmara Depremi Kimya binâsında çatlaklara yol açmış
ama Reaktör binâsına hiç tesir etmemişti; binâda sıva çatlağı dahi ortaya
çıkmamıştı.
Bilim adamları, bilimin ilerlemesi
için, daima şüphe sâhibi
olmalıdırlar; ancak bu şüphenin bilim adamını, aramakta olduğu Gerçek'den
saptıran bir paranoya değil yaratıcı şüphe niteliğinde olması
gerekir. Bilim adamı, kendi vehimlerini aslā ilmî
sonuçlar olarak addetmemeli ve böyle de takdîm etmemelidir. Fakat ne
yazıktır ki bu temkine sâhip olmak: 1) çok istisnaî yüksek ve sağlam bir ilim
düzeyi, ve 2) objektiflik bilinci ile birlikte 3) nefse karşı büyük bir
hâkimiyeti ve de çoğu zaman 4) insanı, miletin evhâmını gıdıklayarak kendine
çıkar sağlamak âdîliğine düşürmeyecek kadar yüksek bir ahlâk ve edeb
gerektirdiğinden ortaya bilim adamı kisvesiyle çıkan herkeste bu olgunluğun
bulunduğunu kabûl etmek abestir.
Bilimsel tartışmaların yeri televizyon
stüdyoları değil akademik ortamdır. Sırf kendi rating çıkarları için televizyon
takdîmcilerinin bilim adamlarını istismar etmeleri etik dışı bir durum, fakat kendileri
açısından kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Bilim adamları, bu
istismarcıların bilim adamları arasındaki bilgi düzeyi ya da tavır ve metot
farklılıklarını kaşıyarak bunları biribirlerine düşürmek ve sonra da keyifle
kendi yorumlarını halka enjekte etmek zevkini ve fırsatını bunlara
vermemelidirler. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra Medya'daki deprem
tartışmaları deontoloji açısından da genel etik açısından da maalesef bu kabil bir
pejmürdelik ve avâmîlik sergilemektedirler. Bilim adamları ilmî gevezeliklerini
akademik ortamda gerçekleştirmeli, halkın huzurunda ise ilmin kendilerini
donatmış olması gereken temkin, teenni ve vekarla az konuşmalıdırlar. Aksi
takdirde halkta kollektif bir paranoyaya sebep
olabilirler.
Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji
Millî Enstitüsü'nde 1957-1958 senelerinde Atom Mühendisliği tahsilim esnâsında
bizlere, İngiltere'de 1957'de vuku bulmuş olan Windscale nükleer reaktörü
kazâsında etrafa yayılan fakat hayâtî bir tehlike arz etmeyen radyasyon hakkında
her gün halka bilim adamları tarafından verilen ölçüm sonuçlarının ve yapılan
tartışmaların halkı ne kadar etkilemiş ve toplumsal bir histeri ve paranoyaya
yol açmış olduğu ibret alınması gereken bir vaka olarak
sunulmuştu.
26 Nisan
1986'da vuku bulan çernobil kazâsı eğer halkımızda, uyandırması doğal olan
endîşelere ve medyanın önemli bir kesiminin bütün gayretlerine rağmen, bir panik
ve kollektif bir paranoya ihdas edememişse bunda Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu'nun vekarının ve konunun tartışmasını ayağa düşürmemeğe özen
göstermesinin büyük rolü vardır. Çernobil kazâsının Türkiye'yi etkilemesiyle
ilgili ölçüm sonuçları, ancak: 1) bu
sonuçları anlayıp yorumlayacak düzeyde olan ve 2) bu sonuçları resmen taleb eden
ulusal ve uluslararası kurumlara verilmiştir; bu sonuçları anlamaları ve
yorumlamaları mümkün olmayan şahıslar aslā muhâtab olarak kabûl edilmemiştir.
Buna karşılık ölçüm sonuçlarını her gün açıklayan Almanya ve Yunanistan'da büyük
panik yaşanmıştır. Özellikle Yunanistan'da doğacak çocuklarının sakat olacağına
inanan ya da buna inandırılan onbinlerce hâmile kadın, kazâyı tâkib eden aylarda
kürtaja baş vurmuşlardır.
getirilen ileri düzeyde, sofistike deprem araştırmaları önemli bir bilimsel
konudur ama yalnızca fay hatlarının daha kesin ve rafine bir şekilde tesbitine
yarayacaktır; bunlar, ne depremleri önleyebilirler ve ne de depremin
hasarlarını, bırakın ortadan kaldırmayı, hafifletebilirler. Depreme karşı yegâne
çâre: 1) yapıları depreme dayanıklı
olarak inşâ etmek, ve 2) halkı eğitmektir.
Bu bakımdan
Devlet'in bu araştırmalara, temkini elden bırakmadan ve abartmadan, destek
olması isâbetlidir. Ama bu araştırmalara destek olması Devlet'i sorumluluktan
kurtarmaz. Devlet, yapıların depreme dayanıklı yapılması için gerekli idârî ve
cezaî tedbirleri âcilen ve dirâyetle almakla ve bunları gevşemeyen ciddî bir
kontrol altında tutmakla yükümlüdür. Bu kabil önlemleri almak ise ne Kandilli
Rasathânesi'nin ve ne de herhangi bir başka kurumun
sorumluluğundadır.
ve Japonya'da, yersizlik dolayısıyla, bazen fay hatlarının üzerinde inşâ edilmek
zorunda kalınmış olan nükleer santraller depremlere rağmen hiç aksamadan
işlemektedirler. Bunun sebebi bu nükleer santrallerin o yerlerde vukuu muhtemel
en şiddetli depreme mukavemet edecek şekilde inşâ edilmiş
olmalarıdır.
Her ülkede araştırma fonları bilim
adamları arasında iştah ve ihtirasın artmasına sebep olur.
Amaç dadaima bu fonlardan en büyük dilimi alabilmektir. Bunun için de bilim adamları ve
bilim kurumları arasında kıyasıya bir rekābet hüküm sürer. Bu, akademik geleneği
iyice oturmuş olan gelişmiş ülkelerde belirli kurallara uygun ve iş ayağa
düşürülmeden belli bir zâhirî zerâfetle yapılır. Marmara Depremi'nin, depremle
ilgilenen bilim adamlarımız ve mensûbu bulundukları kurumlar açısından: 1)
depreme karşı binâların tahkim edilmesi konusunda piyasada tatminkâr bir hizmet
kaynağı olarak iş kapasitesi ihdâs edilmesine, 2) daha sofistike deprem
araştırmalarının yapılmasına, ve 3) bu araştırmalar için Devlet'in dolgun
araştırma fonları tahsis etmesine vesile teşkil edecek bir imkân olarak
algılanmakta olduğu gözlenmektedir. Ekranlarda gördüğümüz asabiyete, sübjektif iddialara, vekar ve zerâfet yoksunu
beyânlara, çiğ ithamlara ve suçlamalara biraz da işte bu paylaşılması gereken
pastaya karşı duyulan büyük iştah sebep olmaktadır.
Marmara Depremi dolayısıyla Medya'nın
rating ihtirasına bilmeden âlet olmuş
olan tüm bilim adamlarımızın, âlet edildikleri bu oyunu artık berrak bir biçimde
idrâk etmeleri, kamuoyundaki imajlarının daha fazla yara almaması için de
televizyonlarda arz-ı endâm edecek yerde, çenelerini tutarak meseleyi akademik
ortamlara taşımaları gerekir.
* *
*
[1]Bugün Profesör olan bu zât bir
büyük ilmî kurumun depremle ilgili bir alt biriminin başında bulunmaktadır. Aynı
zâtın Akkuyu Nükleer Santral siti için yıllar boyunca yapılmış olan deprem
araştırmaları sonuçları hakkında da şüpheler ihdâs etmeğe mâtuf vehimlerini bir
rapor hâlinde Başbakan Bülent Ecevit'e iletmiş olduğu rivâyet
edilmiştir.