Buradasınız

MASONLUĞUN KÖKENİ

MASONLUĞUN KÖKENİ


Prof. Dr. Ahmed Yüksel ÖZEMRE


* * *


Mâbed (ya da Tapınak) Şövalyelerinin Târih Sahnesine Çıkışı


1085 yılında Papa II. Urbano'nun çağrısı üzerine oluşturulan I. Haçlı

Ordusu 1099 yılında Kudüs'ü işgāl etti. Selâhaddin Eyyûbî'nin 1187 yılında

Kudüs'ü geri alışına kadar 88 yıl sürmüş olan bu işgāl Haçlıların "Mukaddes

Topraklar"da hızla örgütleşmelerini gerektirdi. Kurulan "Denizaşırı Lâtin Devletleri"nin resmî örgütü yanında, bugünkü deyimiyle, "Gönüllü Kuruluşlar" da pıtırak gibi bitmişti.


Bunlardan biri de Fransız asîlzâdelerinden Hugues de Payns'ın 1118

yılında kurduğu "Mesih'in Fakir Şövalyeleri" örgütü idi. Bunlar kendilerini,

Kudüs'ü ziyâret edecek olan Hıristiyan hacıları koruyup Kudüs'e giden yolları

savunmakla yükümlü addetmekteydiler.


1125 yılında Kudüs'ün yeni Hıristiyan kralı Mescidü-l Aksâ'yı "Mesih'in

Fakir Şövalyeleri"ne tahsîs edince, burasının Hazret-i Süleymân'ın Mâbed'inin

bulunduğu yer olarak bilinmesinden ötürü, örgüt de ismini "Mâbed Şövalyeleri"ne

dönüştürdü. Ayrıca hem dinî ve hem de askerî bir tarîkat olarak resmen tanınması

için Papalık makāmına da başvurdu. Bu istek Papalık tarafından 1129 yılında

kabûl ve tescîl edildi.

Mâbed Şövalyeleri1 zamanlarının

aydın asilzâdeleri oldukları için yalnız Kudüs ve civârında değil, aynı

zamanda güney Fransa ve Paris'de de kısa

sürede örgütleştiler. Bu örgütü kurmak için gerekli olan parayı ise Avrupa ile

Ortadoğu arasındaki ticârete aracı olmakla elde ettiler. Çek ve kredi mektubunu

ilk uygulamaya koyanların Mâbed Şövalyeleri olduğu söylenmektedir. Böylece

Ortadoğu'ya mal almağa giden avrupalı tüccarlar yanlarında, korsanlara ya da

eşkiyâlara kaptıracak para taşımadan, güvenle sayâhat

edebiliyorlardı.


Mâbed Şövalyeleri, ayrıca, bankerlik ve ticârete de el attılar. Hattâ

Fransa kralının resmî bankacısı ve borç vericisi dahi oldular.


Başarılarını Ortadoğu'daki Arap tüccarlarına telkîn ettikleri

dürüstlükleriyle ve verdikleri sözlere sadâkatleriyle sağlamaktaydılar. Bu

nitelikler önce karşılıklı bir ticârî itimâdın ve daha sonra da düpedüz itimâdın

yerleşmesini sağladığı gibi Mâbed Şövalyeleri'ne Arap Dünyâsı'nın kapılarını da

açtı. Mâbed Şövalyeleri Hasan Sabbah'ın "Haşhâşîler örgütü" ile de temas

kurdular. Böylece, gizli kalmak ve bu yolla kudretini arttırmak isteyen bir

örgütün yapısı hakkında da örgüt üyelerinin birbirlerini tanımak için

işâretleşme kodu kullanmaları hakkında da fikir sâhibi

oldular.


Mâbed Şövalyeleri Haşhâşîler'den edindikleri bilgileri ufak

değişikliklerle kendi örgütlerine de uyguladılar. Meselâ el sıkışırken işâret

parmağının karşısındakinin bileğine teması Mâbed Şövalyeleri'nden olduğunun

parolasıydı. Eli sıkılan da eğer bir Mâbed Şövalyesi ise, bunu hisseder etmez,

aynı işâretle bunu karşısındakine belli ediyordu. Ama karşısındaki eğer Mâbed

Şövalyesi değilse zâten bunun ne demek istediğini anlamıyordu.


Mâbed

Şövalyeleri'nin Müslümanların pek çok örf ve âdetine de âşinâ oldukları ve hattâ

bunları gizlice uyguladıkları da iddia edilir. İbnü-l Esîr: "Bu şövalyeler sofu adamlardı. Bu da verdikleri sözü tutmalarının garantisiydi" dedikten sonra Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında aktedilen anlaşmaların geçerli olması için Mâbed Şövalyeleri'nin garantisinin yeterli olduğunu ekler.


Kudüs Müslümanlar tarafından geri alındığında şövalyelerden yakalanan

herkesin kafasının kesilmesine rağmen Mâbed Şövalyeleri tarîkatının o zamanki

üstâd-ı âzamı olan Gérard de Ridefort'un îdam edilmemiş olması dikkat çekicidir.

Aynı zâtın serbest bırakıldıktan sonra direnen diğer Mâbed Şövalyeleri'ni teslim

olmağa zorlamış olması da bir başka garâbettir.


Kudüs

mâcerâlarının bitmesinden sonra, Mâbed Şövalyeleri merkezlerini Paris'e

taşıdılar. Seine nehrinin akış yönünde sağ kıyısında ve Louvre Sarayı'nın kuş

uçuşu 800 metre kadar kuzeydoğusunda yüksek bir kale inşâ ettiler. Bugün bu

kaleden eser kalmamış olmasına rağmen bu yer hâlâ "Le Quartier du Temple" yâni Mâbed Mahallesi diye

anılmaktadır.


Mâbed Şövalyelerinin Geçici

Sonları


Mâbed,
ticâret ve bankerlik faaliyetleri sâyesinde gitgide zenginleşen Mâbed Şövalyeleri'nin halkın dilinde Hazret-i Süleymân'ın hazînelerinden daha da zengin olduğu söylenen hazînelerinin muhâfaza edildiği esrârengiz bir yerdi. Bu durum halkın hayâl gücünü olağanüstü tahrik ettiği gibi İngiltere ile savaştan yeni çıkmış olan Fransa'nın Mâbed Şövalyeleri'nden almış olduğu borcun faizlerini ödeyemeyecek durumda olan Fransa'nın üst düzey yetkililerini de rahatsız etmekte ve hırslarını kamçılamaktaydı.


H
azîne Nâzırı Enguerrand de Marigny ile Mühr-i

Sultânî Muhâfızı (Le Garde de Sceau) yâni Adâlet Nâzırı

Guillaume de Nogaret Fransa'nın çâresiz kıralı Yakışıklı Filip'i (Philippe le Bel'i) Mâbed'in efsânevî

hazînesine elkonulması için iknâ etmeğe çalışırlar. Onlara göre, Fransa'nın içinde bulunduğu bu ekonomik krizi

aşması için Mâbed Şövalyeleri'nin hazînesini ele geçirmekten başka hiçbir çıkar yolu yoktur.


üstelik, 1302

yılında Flandre'a karşı girişilen savaşta Fransa'nın yenik düşmesi ülkede daha

da büyük ekonomik ve sosyal sıkıntılara yol açmış bulunuyordu. Kralın parayı

dilediği gibi devalüe etmesi de 1306 yılında Yahudileri sürüp mülklerine el

koyması da hazîneye bir ferahlık kazandıramamıştı.


Guillaume de

Nogaret ile Enguerrand de Marigny'nin Mâbed Şövalyeleri'nin mal varlığına el

konulmasına dair bu meş'um projesi Yakışıklı Filip'in işine gelmekle beraber

kral böyle bir operasyonun doğuracağı hukûkî sorunların aşılmasının çok zor

olacağından endîşe ettiği için nihaî kararı vermekte tereddüt etmekteydi.

Papalık makāmının tasdik ve tescîl etmiş olduğu ve o zamana kadar da

Hıristiyanlığa büyük hizmetlerde bulunmuş, tek bir olumsuz davranış ve tutumu

tesbit edilmemiş olan dinî-askerî bir tarîkatın mal varlığına el koymak hiç de

kolay bir işmiş gibi gözükmüyordu. Kralın nâzırları böyle bir operasyonun

stratejisinin: 1) önce bu tarîkat hakkında Papa'yı tarîkatı lağvetmeğe mecbur

bırakacak bir iftirâ uydurmağa, ve 2) daha sonra da Papa ile oturup anlaşmağa

dayanması gerektiği husûsunda kıralı iknâ ettiler. Fakat Papa'nın da böyle bir

komploya ancak, Fransa'nın, Mâbed Şövalyeleri'ne atılacak olan iftirânın Vatikan

tarafından resmîleştirilmesini sağlamaya yönelik tatminkâr tâvizler vermesi hâlinde sıcak

bakabileceği tahmin edilmekteydi.


Yakışıklı Filip

ise 1306 yılında yapmış olduğu devalüasyonda ayaklanan halkın öfkesinden

kurtulmak ve hayatını güven altına almak için uzun süre Mâbed'e sığınmış

olduğunu da unutamıyordu.


Bununla beraber

kral, nâzırlarının ısrarlarına dayanamadı ve 13 Ekim 1307 günü olağanüstü gizli

tutulan ve bütün Fransa'da uygulanan bir operasyonla Mâbed Şövalyeleri'ne ait üç

bin askerî tımar merkezinde ele geçirilen bütün şövalyeler tutuklandılar.

Fransız Akademisi üyelerinden Antoine de Levis-Mirepoix'nın da dediği gibi bu

"geçmiş zamanların en olağanüstü polis

operasyonu" idi. Bu operasyonun gerçekten de olağanüstü bir titizlikle

hazırlanıp yürütülmüş olduğunu kabûl etmek gerekir. Operasyonun gizliliği ise

Fransa'da bütün nâhiye merkezleri hâkimlerine 14 Eylûl 1307 günü gönderilmiş ama

ancak 13 Ekim 1307 günü açılması gerektiği bildirilmiş olan mektuplarla

sağlanmış bulunmaktaydı. Mektupta Mâbed Şövalyeleri'nin hepsinin tutuklanması,

tarîkatın bütün mal varlığına el konulması ve şövalyelerin Kilise'nin adâletine

(yâni Engizisyon Mahkemesine) teslim

edilinceye kadar da hapis altında tutulmaları emri vardı.


14 Ekim 1307

günü Paris'de yayınlanan krallık bildirisi Mâbed Şövalyeleri'ni: 1) dinden

çıkmış olmakla, 2) İsâ'nın şahsına hakāret etmekle, 3) rezil âyinler

düzenlemekle, 4) homoseksüellikle, ve nihâyet 5) Baphomet2 ismini verdikleri

bir puta tapmakla suçlamaktaydı. Bu ağır suçlamalar karşısında Papa'ya da

tarîkatı lâğvetmekten başka bir seçenek kalmıyordu.


Mâbed

Şövalyeleri'nin tutuklanmalarından sonra halk arasında oluşan efsânelere

bakılacak olursa, Louvre Sarayı'ndaki gizli ajanları tarîkatın üstâd-ı âzamı

Jacques de Molay'e bu tutuklanmaları üç gün öncesinden bildirmişlerdi. Bu ise,

Jacques de Molay'e: 1) tarîkatın dillere destan hazînesini bilinmeyen bir yere

gizlice nakletmek ve 2) şövalyelerden Paris'de bulunanlardan bir bölümünü de

İngiltere'ye ve Orta Avrupa'ya kaçırmak için gerekli tedbirleri alması için

yeterince zaman bırakmıştı.


Kral Yakışıklı

Filip bu operasyon sonunda umduğunu bulamamış; Fransa'yı kalkındıracağını ümid

ettiği hazîneye erişememiş; olsa olsa devletin Mâbed Şövalyeleri'ne olan

borcunun sıfırlanmasını sağlamıştı, o kadar!


Bugün bile

bulunsa Fransa'yı Dünyâ'nın en zengin devleti hâline getireceğine inanılan Mâbed

Şövalyeleri'nin hazînesinin araştırılması için düzenli olarak her yıl örtülü

ödenekten bir mikdar paranın ayrıldığı, bir zamanlar, Fransa'da dedikodu konusu

edilmiştir.


Papa V. Clément

22 Kasım 1307 târihinde Hıristiyan âlemin bütün prenslerine hükümranlıkları

altındaki topraklarda bulunan bütün Mâbed Şövalyeleri'nin tutuklanmalarını

emreden "Pastoralis Preeminentiae" başlıklı bir

tebliğ yayınladı.


Şövalyelerin

büyük bir kısmı sorgulamalarında tâbî oldukları ve çoğu kere ölümleriyle

sonuçlanan işkenceler esnâsında bu aşağılayıcı suçlamaları reddetmişler ve bu

komplonun mîmarlarını lânetleyerek şerefleriyle ölmüşlerdir. Diğer bir kısmı ise

işkencelere diğerleri kadar katlanamadıklarından ve sonlarını çabuklaştıracağı

inancıyla suçlamaları kabûl ederek îdam edilmişlerdir.


V. Clément

Mâbed Şövalyeleri Tarîkatı'nın kapatılmış olduğunu resmen ancak 2 Mayıs 1312

günlü "Vox in Excelso" başlıklı

teğliğiyle ilân edebildi. Ancak bu tebliğin ilgi çekici olan yanı şudur ki

Papa'nın bu tebliğinde Mâbed Şövalyeleri'ni suçlayan tek bir kelime bulunmamakta

ve, bahâne olarak yalnızca, tarîkatın kapatılması kararının "Kilise'nin hayrına olduğu için..."

verilmiş olduğundan söz konusu edilmektedir.


2 Mayıs 1312

günlü "Ad Providam" başlıklı

tebliğinde ise Papa, şövalyelerin bütün mallarının Kudüs'denberi bu tarîkatın

rakîbi ve açık düşmanı olan Hospitalier (Misâfirperver Şövalyeler) Tarîkatı'na

devredilmesine hükmetmektedir. Yakışıklı Filip bu yönden de avucunu yalamak

zorunda bırakılmıştır.


Kral, Mâbed

Şövalyeleri'nin son üstâd-ı âzam'ı Jacques de Molay (1243-1314) ile

yardımcıları: Hugues de Pairaud, Geoffroy de Charnay ve Geoffroy de Gonville'i

18 Mart 1314 günü son kez Notre Dame katedralinin ana kapısının önüde kurulan

mahkemeye çıkarttırdı. Hâkimlerin arasında Nogaret'nin yeri boştu; zirâ bir yıl

önce ölüp gitmişti. Mahkeme heyeti tarîkatın bu dört ileri gelenini de ömür boyu

hapse mahkûm etti.


Bunun üzerine

Jacques de Molay ile Geoffroy de Charnay ayağa kalkarak mahkemeyi izleyenlerin

önünde: 1) kararın adâletsiz olduğunu, 2) kendilerine yükletilmek istenen

suçları aslā işlememiş olduklarını, 3) bunun kral Yakışıklı Filip'in, Enguerrand

de Marigny'nin, Guillaume de Nogaret'nin ve Papa V. Clément'ın iftirâsı olduğunu

cesâretle haykırdılar. Bunun üzerine mahkeme heyeti kararını değiştirerek

Jacques de Molay ile Geoffroy de Charnay'in yakılarak îdam edilmelerine karar

verdi.


Her iki mahkûm,

o akşam, Seine nehrindeki La Cité adasının Louvre Sarayı önündeki en uç

noktasında yakıldılar. Efsâne, her ikisinin de soğukkanlılıkla bu azâba göğüs

germiş olduklarını; üstâd-ı âzam Jacques de Molay'in ise, odunlar ateşlenirken,

Louvre Sarayı'nın penceresinden olayı seyreden Yakışıklı Filip'e: "Filip! Seni, Papa'yı ve Marigny'yi bir yıla

kalmadan âhiret'de Cehennem'e ben uğurlayacağım" diye haykırmış olduğunu

bildirmektedir.


Gerçekten de

bir ay sonra Papa V. Clément 19'u 20 Nisan'a bağlayan gece, ve Filip de aynı

yılın 29 Kasım günü öldüler. Jacques de Molay'in kehâneti de böylece

gerçekleşmiş oldu. Ama efsâne bu sonucun, daha çok, Kral'ın ve Papa'nın oda

hizmetçileri ile bu zevâtın geceleyin odalarını aydınlatın mumları satanların

ortak komplosunun eseri olduğunu fısıldamaktadır. Bu hizmetkârlar ile

mumcuların Mâbed Şövalyeleri'ne sâdık kimseler olduğu ve mumların parafinine de

düzenli olarak arsenik karıştırılmak sûretiyle bu sonucun elde edilmiş olduğu

yaygın bir rivâyettir.


Enguerrand de

Marigny ise 29 yıl kırallık etmiş olan Yakışıklı Filip'den sonra yerine geçen X.

Louis'nin iki yıllık krallığı esnâsında 30 Nisan 1315'de asılarak îdam

edilmiştir. Böylece Jacques de Molay'in kehâneti tamamlanmış olmaktaydı ama

acaba Mâbed Şövalyeleri intikamlarını kendilerini tatmin edici bir biçimde

alabilmişler miydi?


Mâbed Şövalyeleri'nin Yeniden

Dirilişleri


İngiltere ve

Orta Avrupa'ya kaçanlarla daha sonra onlara katılan diğer Mâbed Şövalyeleri, son

üstâd-ı âzam'larının tâlimâtıyla, inşâ edilmekte olan kilise ve katedral

şantiyelerine başvurup hiçbir loncaya bağlı bulunmayan duvarcı olduklarını beyân

ederek işe alınmışlardı. Fransızca franc ("fran" diye okunur): bir yere

bağlı olmayan, hür, serbest demektir. Bunun İngilizce'si ise free'dir ("frî" diye okunur). Duvarcı da

Fransızca'da maçon ("mason" d.o.),

İngilizce'de de mason ("meysın" d.o.)

olduğuna göre Franc-maçon

("fran-mason"3 d.o.) ya da Free-mason ("frî-meysın" d.o.) denilen

bu grup işte Fransa Krallığı'nın zulmünden yakasını zor kurtarmış olan Mâbed Şövalyeleri'nin zâhirine işâret

etmekteydi.


"Serbest Masonlar"ın Fransa Krallığı'na

karşı intikam duygularıyla dolu olarak Avrupa genelinde örgütlenmeleri epeyi bir

zaman almıştır. Bunlar yavaş yavaş gizli hücreler hâlinde odaklaşırlar. XVII.

yüzyıldan başlayarak da yerel de olsa bir takım başarılar kazanırlar. Cemiyetin,

sivil ve askerî idârelerin köprü başlarını tutmaya başlarlar.


Saraylarda önemli

mevkiler elde etmeğe, kralların harîmine kadar sızmağa gayret ederler. Fransa'da

Capet Hânedânı'ndan sonra Valois Hânedânı tahta geçer. Ama ne gam! Serbest

Masonlar ataları olan Mâbed Şövalyeleri'ne yapılmış olan haksızlık ve zulmün

intikāmını Fransa Krallığı'ndan almağa

yeminlidirler. O nihaî intikam gününü büyük bir sabır ve hınçla beklerler.

İntikam şu ya da bu hânedandan değil, keyfî hareket ettiklerine inanılan bütün

hânedanlardan ve Kilise'den alınacaktır. Nesilden nesile intikal eden, yeminle

tahkim edilmiş olan amaçları budur.


Katedrallerin

ve büyük kiliselerin inşaatları XVI. yüzyılın sonuna doğru tavsadığından duvarcı

Masonlar'ın sayıları da, hem bu sebebden ötürü ve hem de Mâbed Şövalyeleri'nin

bekâr kalmak üzere yemin etmiş dindar tarîkat mensûbu olmaları dolayısıyla

gitgide azalır. çâre olarak bizzat duvarcı olmamakla birlikte Mâbed

Şövalyeleri'nden mîras kalan idealleri

benimseyip de bir hayat tarzı gibi uygulamak isteyenler de duvarcı olarak "Kabûl Edilmiş Masonlar" ünvanıyla

bu hınç ve intikam kervanına kabûl edilirler. Bu, hareketin artık sâfiyetinin kaybolup her türlü cereyâna

açıldığı, değişimin başlangıcı olur. Hareket daha sonraki yüzyıllarda iyice

kurumsallaşıp sekülerleştiğinde ise kendine başka amaçlar seçerek iyice dejenere

olacaktır.


Serbest ve Kabûl Edilmiş Masonlar
,

ökümenik diyebileceğimiz ilk toplantılarını 1717 yılında İskoçya'da Saint

Andrew'da yaparlar. Bu toplantıda

Fransız Krallığı'ndan alınacak olan intikāmın gerçekleştirilmesi için

izlenmesi gerekli stratejiyi tesbit etmek ve bir rapor hazırlamak üzere bir

komisyon oluşturulur. Bu komisyon raporunu 1724 yılında aynı yerde toplanacak

olan Mason Konvansiyonu'na takdîm edecektir.


Bu

konvansiyonda kabûl edilen kurallar ve strateji hızla uygulamaya sokulur.

Avrupa'nın her yerinde ve özellikle de Fransa'da pek çok Mason locası büyük bir

gizlilik içinde faaliyete geçer. Artık amaç başta Fransa hânedânı olmak üzere

bütün hânedânların hükümranlıklarına son vermek ve Kilise'nin gücünü

kırmaktır.


Osmanlı

İmparatorluğu da bu uygulamalardan nasibini alacaktır. Osmanlı toprağında ilk

Mason Locası 1767 yılında İstanbul'una Galata semtinde açılır. Bu locanın ünlü

üyelerinden biri de Galata doğumlu Fransız şairi André de Chénier'dir. Ne var ki

André de Chénier'nin masonluğu, masonların başlatıp yönettiği Fransız

İhtilâli'nde kafasının giyotinle kesilmesine engel olmaz.


Kendi haber

alma örgütleri aracılığıyla masonların gücünü ve stratejisini iyi değerlendiren

İngiltere, Hollanda, Prusya ve Rusya kralları mason localarının kendi

ülkelerinde kurulmasını destekleyip kendileri dahi mason olarak tehlikeyi

geçiştirirler.


Mâbed

Şövalyeleri'nin Gecikmiş İntikāmı


1724 Saint

Andrew Konvansiyonu'ndan sonra Mâbed Şövalyeleri'nin: 1) Fransa Krallığı'ndan,

ve 2) Kilise'den alınacak olan

intikamlarının artık resmen vârisi olan Serbest ve Kabûl Edilmiş Masonlar,

tam 69 yıl boyunca, tıpkı bir telkârî ustası sabrı ve hazâkatiyle 1789 yılında

gerçekleştirdikleri Büyük Fransız İhtilâli'nin alt-yapısını

hazırlarlar.


Bunu

gerçekleştirmek üzere Fransa'da ve özellikle de Paris'de pekçok yeni loca

açılır. Ediblerden, filozoflardan, bilim adamlarından vara-yoğa itiraz eden,

inatçı ve saldırgan tipler özenle seçilerek mason yapılır. Bunların fikirlerinin

halka olabildiğince yayılması husûsunda imkânlar hazırlanır. Krallığın: 1)

asiller, 2) ruhban sınıfı, ve 3) avâm olmak üzere kesin sınırları olan bir kast

sistemi ihdas ettiği; bunun akla ve mantığa aykırı olduğu; buna karşılık idealin

ise: 1) bu sistemin ortadan kaldırılması, 2) herkesi eşitlikçi ve akılcı bir

çerçeve içinde toplayıp birleştiren ve

yalnızca halkın irâdesine dayanan, kralların da ruhban sınıfının da

açgözlülüğünden korunmuş bir Cumhûriyet olacağı fikirleri ileri

sürülür.


14 Temmuz 1789

günü patlak veren ihtilâl on yıl sürer. Kral ve Kraliçe îdam edilirler.

Kilise'nin mallarına el konur. Kiliselerin önemli bir bölümü başka işlere tahsis

edilir. Hıristiyanlıkdan Arındırma Yasası

kabûl edilir. Bundan böyle Devlet artık lâik olur. Bu strateji çerçevesinde

takvim ve yılbaşı, Hıristiyan kökenli oldukları gerekçesiyle değiştirilir. Akıla

tapınma Devlet'in resmî dini olur. Hattâ Tanrıça Akıl adına Paris'de Champs

de Mars'da resmî ve görkemli âyinler bile düzenlenir.


Masonlar,

programlarına uygun olarak, Mâbed Şövalyeleri'nin intikāmlarını, Fransız

Hânedânı'ndan ve Kilise'den böylece almış oluyorlardı. Pekiyi de, Masonluk acaba

bundan sonra neyle meşgûl olacaktı ya da meşgûl olmalıydı?


Operatif Masonlukdan Spekülâtif Masonluğa

Geçiş


İlk Serbest

Masonlar aralarında örgütlenirlerken duvar örmedeki becerilerine göre, eski

lonca örgütlerinde olduğu gibi: 1) çırak, 2) kalfa, ve 3) usta şeklinde bir üçlü

derecelendirilmeye tâbî idiler. Bu, Operatif Masonluk'daki

yapıdır.

Ancak bir

taraftan Operatif Masonluğun temel uğraşı olan duvarcılığın bilfiil icrâ

edilememesinden dolayı, diğer taraftan da azalan masonların sayısını arttırmak

için duvarcı olmamalarına rağmen duvarcı imiş gibi Kabûl Edilmiş kimselerin mason

localarına alınması mason idârecilerini daha esrârengiz, dolayısıyla da daha

câzib bir strateji uygulamağa sevk etmiştir. İşte, masonik derecelerini üçten

(3) otuz üçe (33) yükselten bu Yeni Masonluk Spekülâtif Masonluk adını

almaktadır. 4. ilâ 33. derecelere de felsefî dereceler

denilmektedir.


Bundan böyle

ilk üç dereceyi içeren Mâvi Localar masonların avâmına,

diğer dereceleri içeren Kırmızı Localar masonları havassına ve 33. dereceden ancak

bâzı masonların girebildikleri Kara Loca da masonların

hassülhavassına (yâni kaymağının kaymağına) hitâb edecektir. Fransız İhtilâli'ni

Bağımsızlık-Eşitlik-Kardeşlik (eski

deyimiyle: Hürriyet-Müsâvat-Uhuvvet) sloganı ile özdeşleştirilen ve

demokrasiyi savunan Masonluk'da eşitlik ve demokrasiyle bağdaşmayan bir kast

sisteminin ortaya çıkması hareketin artık sekülerleşip dejenere olmaya başlamış

olduğuna ışık tutmaktadır.


Ufkunu

genişletmek zorunluluğunda olan bu yeni tür Masonluk için: 1) yeni idealler, 2)

uygun(!) bir efsânevî geçmiş, ve 3) yeni bir strateji gerekliydi. İdealler için

yeni arayışlara gerek yoktu. Büyük Fransız İhtilâli Masonluğun bir taraftan

yaptırım gücünü ispatlarken diğer taraftan da

ideallerini değişmez bir biçimde kalıplaştırmış

bulunuyordu.


Bu ideallerin

paradigmaları: 1) Masonluğun otoritesi hâriç olmak üzere, bütün şahsî

otoritelere karşı savaş ve bunun doğal sonucu olarak da cumhûriyetçi idârî

sistemin (Masonların denetiminde kalması şartıyla) her ülkede hükümrân olması,

2) Masonluğun ihdas ettiği din hâriç olmak üzere, dinî her otoriteye karşı

savaş, 3) Büyük Fransız İhtilâli'nden dâimâ ve her yerde ve de özellikle

eğitimin her kademesinde hayranlıkla söz edilmesi ve böylece körpe dimağların bu

kavramın propagandası yapılan içeriğiyle kamaşmasının sağlanması, 4) her konunun

lâiklik, akılcılık ve eşitlik ilkeleri içine alınmasının temini şeklinde

özetlenebilir.


"Mâbed

Şövalyeleri" tarîkatı da onun vârisi olan "Serbest Ve Kabûl Edilmiş Masonlar"

tarîkatı da Mûsevî-Hıristiyan Medeniyeti'nin bir ürünüydü. Bu itibarla

Masonluğun, kendi köklerine ilişkin bir târih ya da efsâne ihdas etmeğe

kalkıştığında, herhâlde bunun unsurlarını gidip de çin Medeniyeti'nden kotarması

beklenmezdi. İşte Masonluğun kökenini gizlemeğe yönelik meşhur Hiram Usta Efsânesi de Spekülâtif

Masonluk'daki daha pek çok efsâne de

böylece Tevrat, Talmud, Kabala kökenli mûsevî unsurlar olarak Masonluğa

girmiş bulunmaktadır. Bunlara bakıp da, belirli bir kesimin yaptığı gibi,

Masonluğun Yahudîliğin bir uydurması olduğuna hükmetmek hiç de isâbetli

değildir. çünkü bütün bunların yanında zaman zaman Yeni Eflâtunculuk'dan, Yunan

Esâtiri'nden, Gnostikler'den de eklektik alıntılar yapılabiliyordu. Bazı

localarda ise Von Eckarthausen'ın (1752-1803), başka bir takım localarda ise

Meister Eckhart (1260-1327) ve Swedenborg'un (1688-1772) ve hattâ eski Mısır

Esâtiri'nin etkileri daha ağırlıklıydı. Ama gerçek şu ki Operatif Masonluğun üç

derecesinde ve bunların ritüellerinde sathî de olsa var olan dinî hava

Spekülâtif Masonluk'da yerini dinle alay eden putperest (pagan) esâtirin karanlığına terk

ediyordu; öyle ki 33. dereceden bir masonun: 1) hiçbir dinî inancı olmayan, ama

2) hangi îtikad olursa olsun o îtikadın samimî şâkirdi imiş gibi görünmesini

beceren fâzıl(!) ve hakîm(!) bir olgun insan(!) portresi çizmesi

gerekmekteydi.


Avrupa'da Getto'lara tıkılmış, hürriyet ve hayat

hakları sınırlandırılmış, aşağılanmış, dâimâ iteklenmiş olan Mûsevî

cemaatlerinin Masonlar tarafından Fransız İhtilâli'nin dövizi hâline getirilen

Bağımsızlık-Eşitlik-Kardeşlik sloganı

karşısında ümide kapılmamaları ve Masonluk ile ilgilenmemeleri imkânsızdı.

Nitekim XIX. yüzyılın başlarından itibâren her ülkede Mûsevî cemaatinin ileri

gelenleri Mason Locaları'na üye olmuşlardır. Bu bir çeşit kendini koruma

içgüdüsünün tezâhürü sayılabilir. Ancak, Masonluğun Yahudîliğin îcâdı olduğu ve

bütün Masonluğu onların idâre ettikleri iddiası aslā isâbetli bir iddia

değildir.


Osmanlı

Hânedânına Karşı İntikam Duygularının Kökeni


özellikle XVII.

yüzyılın sonlarından başlayarak serkeşliği, yağmacılığı, yol kesiciliği ve

eşkiyâlığı Osmanlı İmparatorluğu'nun başına büyük gāileler açmış olan Yeniçeri

Ocağı'nın lâğvedilmesi daha XVIII. yüzyılın

ilk çeyreğinde düşünülmüşse de

bunu 15 Haziran 1826'daki dirâyetli operasyonuyla başaran Sultan II.

Mahmud olmuştur. Vak'a-i Hayriyye

(Hayırlı Olay) diye anılmakta olan bu operasyonda yalnızca İstanbul'da bir günde

10.000 ve bunu izleyen iki ay zarfında da taşrada bir o kadar yeniçeri ortadan

kaldırılmıştır.


Yeniçeriler

Hacı Bektâş-ı Velî'yi ocaklarının pîri ve mânevî efendisi olarak saydıklarından

her yençeri ocağında bir Bektâşî Babası bulunurdu. Pâdişâh, Bektâşîler'in

yeniçerilerin serkeşliklerini önleyecek yerde onları kışkırttıklarını da çeşitli

vesîlelerle tesbit ettirdiğinden 8 Temmuz 1826 günü bütün Bektâşî tekkelerinin

kapatılıp bunların başka tarîkatlara (ve özellikle de Nakşîliğe) tahsisine ve

Bektâşîler'den de suçlu bulunanların îdamına ve diğerlerinin de çeşitli yerlere

sürülmesine karar verir. Bu yüzden Bektâşîler'in büyük bir bölümü takıyye uygulayarak başka tarîkatlara

intisâb etmişlerdir.


Bu târihden

başlayarak Bektâşîler de onlara îtikad açısından yakın olan Anadolu

Alevîleri'nin bir bölümü de Osmanlı Hânedânı'na karşı, tıpkı Mâbed

Şövalyeleri'nin Fransa Hânedânı'na besledikleri gibi, bir hınç ve kin beslemeğe

başlamışlardır.


Bu hınç ve

kinin Sultan Abdülaziz'in şehâdetinde de rol oynamış olduğuna dair

târihçilerimiz tarafından iddialar ileri sürülmüştür. Bunların ispat edilebilmiş

iddialar olmamasına rağmen, bu meş'um hâdisenin hazırlayıcıları ve baş aktörleri

olarak ithâm edilenlerin hem Bektâşî ve hem de (meselâ Mithat Paşa gibilerinin)

mason olmaları acabâ yalnızca bir tesâdüf müdür?


XIX. yüzyılın

sonlarına doğru Mekteb-i Tıbbîye'de Sultan II. Abdülhamid'in idâresinden rahatsızlık duyan mûteriz bir

grup öğrenci 1889 yılında, adı bir takım değişiklikler geçirdikten sonra 1908

yılında İttihad Ve Terakkî

Cemiyeti'nde karar kılacak olan İttihad-ı Osmânî Cemiyeti'ni kurmuş; ve

aynı yıl içinde Fransa'da yaşamakta olan ve Jön Türkler diye tanınan ve Pâdişâh'a

karşı olan bir grupla temasa geçmişti.


Jön Türkler'in

hemen hepsinin Fransız Dışişleri Bakanlığı tarafından paraca desteklendiği ve

Fransız Mason Locaları'nda tekrîs4 edilmiş, Fransız

İhtilâli'nin hayrânı kimseler oldukları

bugün delilleriyle ortaya çıkarılmış bulunmaktadır. Masonluk İngiltere, Belçika,

Hollanda, Danimarka, Norveç ve İsveç krallarının zâten mason olmaları hasebiyle

orada ihtilâlci uygulama bulamayacağını bildiğinden Jön Türkleri kendisi için

nîmet bilip onlara Osmanlı'yı yıkmak üzere gerekli desteği sevinçle

sağlamıştır.


Bu bakımdan Jön

Türkler hem İttihad Ve Terakkî Cemiyeti ve hem de Türkiye'deki Mason Locaları

için verimli bir fidelik görevi ifâ etmişlerdir. Sultan II. Abdülhamid'in

affıyla Türkiye'ye döndükleri zaman Jön Türklerin, Osmanlı Hânedânı'na karşı

duydukları hınç ve kin bakımından aralarında hemen bir sempatinin oluştuğu bir

topluluk ise Bektâşîler olmuştur. Bektâşîlerin önde gelenleri zâten 1867

yılından başlayarak Mısırlı Prens Mustafa Fâzıl Paşa sâyesinde Mason

Locaları'nda tekrîs edilip mason olmuş bulunmaktaydılar. Bu arada şair Nâmık

Kemâl'in, Talât Paşa'nın ve Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım'ın da hem mason ve hem de

Bektâşî olmaları ibretle kaydedilmesi gereken bir husustur.


Cumhûriyet'in

kuruluşunu izleyen yıllarda, Hilâfet'in ilgāsında ve ayrıca harf, takvim, şapka

inkılâblarında, ezânın ve Kur'ân'ın Türkçe tilâvet edilmesi uygulamalarında ve

diğerlerinde Türkiye'den yükselmiş olan gizli-kapaklı ya da âşikâr itirazlar

arasında tek bir Bektâşî ya da alevî yer almamış olduğu gibi Fransız

İhtilâli'nin akabinde kurulmuş olan ihtilâl mahkemelerinin hukuk, usûl ve uslûb

bakımınan birer kopyası olduğu izlenimini veren İstiklâl Mahkemeleri esnâsında

da mahkûm olan Bektâşî ya da alevîye rastlanmamaktadır.


çok partili

döneme geçildiğinde ise bu iki grup da büyük çoğunlukla, kendilerine göre,

Vak'a-i Hayriye'nin öcünü almış görünen Cumhuriyet Halk Partisi kurmaylarına

karşı daima büyük saygı ve minnet duymuşlar ve yıllar boyu bu partiye bağlı ve

sâdık kalmışlardır.


Mâbed

Şövalyeleri'nin Masonlar'a devrettikleri "Fransız Hânedânı'na karşı vazgeçilmez

öfke ve kin" ile Bektâşî/Alevîler'in Osmanlı Hânedânı'na karşı öfke ve kinleri

arasındaki paralelliği hem târihî ve hem de sosyal ve politik açılardan daha da

derinliğine inceleyecek olan araştırıcıların bu konuya eğilmeleri konunun diğer

gizli yönlerine de ışık tutacaktır.


Sonuç


B
ugünkü Masonluk, kökeni açısından, Mâbed

Şövalyeleri Tarîkatı'na dayanmaktadır. Şövalyeliğin gereklerine sâdık ve dürüst

bir tarîkat olan Mâbed Şövalyeleri Tarîkatı, sâhip olduğu mülke karşı Fransa

kıralı Yakışıklı Filip'in ve danışmanlarının hırsı yüzünden 1307 yılında

iftirâya uğramış ve şövalyelerin bir bölümü haklarında kurulan Engizisyon

Mahkemesi'nin sorgulaması sırasında gördükleri işkenceye dayanamayarak ölmüşler;

tarîkatın üstâd-ı âzamı da yardımcılarından biriyle yakılarak îdam

edilmiştir.


Bu mezâlimden

kaçabilmiş olan şövalyeler ise Fransa dışında inşâ hâlindeki katedrallerde

kendilerini hiçbir loncaya bağlı olmayan (yâni serbest ve de hür) duvarcılar

olarak takdîm edip iş bularak yavaş yavaş örgütlenmişlerdir. Artık tek amaçları

Fransız Hânedânı'ndan ve Kilise'den intikam almaktır. İskoçya'da 1724 yılında

Saint Andrew kentinde aktettikleri konvansiyondan sonra örgüt artık İskoç Ritine Bağlı Serbest ve Kabûl Edilmiş

Masonlar olarak faaliyet göstermeğe başlamıştır. Masonlar, 65 yıl

boyuncu büyük bir sabırla hazırladıkları Büyük Fransız İhtilâli'nin sonuçları

olarak, hem Kıral ile Kraliçe'nin kafalarını kesmiş ve hem de Kilise'nin etkisiz

ve de yetkisiz kılınmasını sağlamışlardır. Artık Fransa dinin vaz ettiği ahlâk

kurallarına ve diğer emirlerine göre değil halkın uygun göreceği ahlâk

kurallarına ve yasalara göre idâre edilir. Bütün bunlara rehberlik edecek olan

da Tanrıça(!)

Akıl'dır.


Benzer bir

durum Osmanlı'nın kaderinde de vardır. Bu sefer ortadan kaldırılmak istenen

devleti yenilgiden yenilgiye sürükleyen ve bir zorbalar topluluğuna dönüşmüş

olan Yeniçeri Ocağı'dır. 1826 yılında Vak'a-i Hayriye (Hayırlı Olay) diye anılan bir

operasyonla 20.000 yeniçeri ortadan kaldırılır. Yeniçeriler'in mânevî destekçisi

durumunda bulunan Bektâşîler de cezâlandırılır; suçlu görülenleri îdam edilir.

Diğerleri sürülür. Tekkeleri ve diğer mülkleri başka tarîkatlara devredilir. Bu

andan başlayarak Bektâşîlerin ve onlarla aynı paraleldeki bazı Alevî gruplarının

ortak amacı: 1) Osmanlı Hânedânı'nın

ve 2) Hilâfet müessesesinin ortadan kalkması olur.


Bektâşîler 1867

yılından itibâren mason localarına üye olmağa başlarlar. Bu arada Fransa,

ülkesindeki Jön Türkler denen mûterîz ve ihtilâlci grubu destekler. Bunların

çoğunluğu Fransız mason localarında tekrîs edilir. Jön Türkler'in Fransa'dan

döndükten sonra intisâb ettikleri İttihad Ve Terakkî Cemiyeti'nin

üyelerinin hemen hepsi de masondur. Gerek Jön Türkler gerekse İttihad Ve Terakkî

Cemiyeti'nin üyeleri Bektâşîler ile Osmanlı Hânedânı düşmanlığı konusunda çok

iyi kaynaşırlar. Türkiye Cumhûriyeti'nin kuruluşu sırasında görev almış olan

eski İttihad Ve Terakkî mensupları ile Bektâşî/Alevî topluluğu bütün inkılâbları

kayıtsız şartsız destekler. Hilâfet'in 1924 yılında kaldırılmasıyla Osmanlı

Hânedânı da Hilâfet de resmen çökmüş olur. İşin "Büyük Fransız İhtilâli'nin

paradigması"na uygun olması için bunlar zâten gereklidir. Nereden bakılırsa

bakılsın, sonuçta: Vak'a-i Hayriye'nin intikāmı Osmanlı

Hânedânı'ndan alınmış olur.


Cumhûriyet Halk

Partisi'nin, dini Türkiye'den söküp atmanın Fransa'daki kadar kolay

olamıyacağını sonunda idrâk edecek kadar temkin sâhibi kurmayları hiç değilse

diyânetin kontrolünü elden kaçırmamak için Şeyhülislâmlık makāmına sâhip çıkarak

Diyânet İşleri Başkanlığı'nı ihdas edip diyâneti devletin uslu çocuğu kılarlar

ve böylece dini de kontrol altında tuttuklarına inanırlar. Her ne kadar

kendilerine özgü lâiklik kavramıyla bağdaşmasa da, yeni cumhûriyeti sürekli göz

altında tutan çifte standartlı Mason Avrupa açısından bu, aslında, olumlu bir gelişmedir.


Bu Avrupa ise:

1) kendisi için ehven-i şer olanı daha sonraları daha büyük tâvizler koparmak

üzere hazmetmesini bilen, ama 2) gönlü Türkiye'nin Hıristiyanlaşmasından yana

olan, 3) bu gerçekleşinceye kadar Türkiye'yi, kendi anlayışına göre vaz ve

empoze edeceği, bir Ilımlı İslâm (Light Islam) reçetesine çekmeğe çalışan, 4) bu reçeteye karşı en

mâsum direnci bile "Radikal

İslâmcılık!" ya da "Fundamentalizm!" nâra ve şamatalarıyla

bastırmayı, sindirmeyi ve aforoz etmeyi tabiî hakkı olarak gören, 5) Türkiye'yi

yalnızca kendi normlarına göre yeniden biçimlendirmek isteyen, ve 6) bu konuda

her türlü baskıyı ve bu arada da Mason Locaları'nı5 strateji

belirleyen bir araç olarak kullanan bir Avrupa'dır.



* *

*







[1]Fransızcası: "Les Chevaliers du Temple"

ya da "Les Templiers"; İngilizcesi: "The

Templars".

[2]Fransızca

yazılışıyla Baphomet, pekçok

araştırıcıya, gene aynı dildeki yazılışıyla Mahomet'nin (yâni Muhammed'in) hatâlı bir imlâsı

olabileceğini telkîn etmiştir.

[3]Fran-mason

Osmanlıca'ya, bir değişikliğe uğrayarak, Farmason şeklinde

geçmiştir.

[4]Tekrîs

edilmek: Mason Locası'na üye olarak kabûl edilebilmek için geçirilmesi

gerekli ritüelden başarıyla geçmek.

[5]Bk. 27 Ağustos 1997 günlü Yeni Şafak Gazetesi , sayfa:

4.

Tasarım & Geliştirme | kerataif