Buradasınız
NEVRÛZ BAYRAMININ KÖKENLERİ
NEVRÛZ
BAYRAMININ KÖKENLERİ
Prof.Dr.
Ahmed Yüksel Özemre
Nevrûz'un Anadolu
Kökeni:
"Kübele Kültü"
yayılmış olan
Kübele (ya da Kibele, Sibele) Kültü, elimizdeki ilkkanıtları M.Ö. VIII. binyıla dayanan Büyük Ana ya da Büyük Tanrıça kültünün
Anadolu iklimine uyarlanmış şekli olarak ortaya çıkmıştı. Bereket tanrıçası
olan Kübele bir yandan vahşî hayatın melîkesi olduğuna, diğer yandan da hem
beşerin ve hem de hayvanların huzurunu ve sağlığını sağladığına, müminlerini de
savaşlarda koruduğuna inanılan bir tanrıça idi. Kübele'nin anısına yapılan
âyinlerde ise, Doğa'nın bereketini arttırmak için bir çeşit büyü kabîlinden,
histerik karakterli
kollektif cinsel özgürlüğün her şekli icrâedilmekteydi. Bu kültün sâlikleri, gerek bu türden âyinlerde gerekse bundan
farklı olan diğer Kübele âyinlerinde, bilinçlerini ta'tîl ederek vahşî bir vecd
ve istiğraka dalmayı ön plânda tutmaktaydılar.
yerlerinde yapılan kazılarda ortaya çıkan ve hâmile kadın morfolojisini
sergileyen heykelcikler, resimler ve kabartmalardır. Büyük Tanrıça heykelciği
ise en çok Anadolu'da ve: Çatal Höyük, Hacılar, Çukurkent, Erbaba, Suberde ve
Can Hasan gibi eski yerleşim yerlerinde ortaya
çıkarılmıştır.
sırasında, M.Ö. 204 yılında Roma'ya da taşınmıştır. Bu münâsebetle, bugünkü
Sivrihisar'ın yakınlarındaki Ballıhisar köyünün yerindeki "Pessinus" (ya da
Pessinonte) kentinde muhâfaza edilmekte olan ve Kübele'yi simgeleyen siyah (ve
büyük bir olasılıkla da meteorit kökenli) kutsal bir heykelcik de törenle
Roma'ya götürülmüştür.
nezdinde i'tibâr kazanan Kübele Kültü'ne kentin Palatino Tepesi'nde M.ö. 191
yılından i'tibâren bir mâbed tahsis edilmişti. İmparator Augustus bu kültü
resmen korumuş, imparator Claudius zamanında yapılan bir reform ile de Kübele
Kültü'nün umûma açık şekli düzenlenmişti.
yerleşmeden ve oradan da Roma'ya intikāl etmeden önce pekçok ülkede buna benzer
bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. Bu: Hititlerdeki Kubaba,
Sümer'deki Nintu, Elâm'daki Anbinini, Girit'deki Rhea, Eski Mısır'daki İsis,
Suriye'de Aştarte (İştar), İngiltere'de ise Eostre kültünün aynı kapsamdaki
modeli idi. Roma'ya intikālinden sonra bu kült Magna Mater (Büyük Ana) ya da
Magna Divum (Büyük Tanrıça) kültü isimlerini almıştır.
olması hasebiye, Kübele Kültü'nün bu Roma döneminin: 1) hem kültün Avrupa'nın
diğer yörelerine de taşınmış olması, ve 2) hem de bu kültün bugün pekçok ülkenin
folkloruna bırakmış olduğu pagan izlerin teşhisi bakımından büyük önemi
vardır.
bayram, 21-22 Mart'daki Gündönümü'nü de kapsayan ve 15 ilâ 27 Mart'a kadar süren
"İlkbahar bayramı" idi. Bu bayram ölümden sonra dirilmeyi ve toprağın
bereketlenmesini simgeleyen girift bir sembolizme
sâhipti.
İlkbahar Gündönümü'nden 1 Mayıs târihine kaymış olduğu gözlenmektedir. Bu kayma,
büyük bir olasılıkla, Papa II. Giulio'nun takvimde yaptığı reformdan önceki
târihler ile bugün uyguladığımız târihler arasında vuku bulan bir karışıklık ya
da hesap hatâsından ileri gelmektedir.
Frikyalılar'ın tanrılarından Attis'in hâtırasının anılması önemli bir yer
tutuyordu. Mitolojiye göre Attis akarsular tanrısının bâkire kızı olan Nana'nın,
olgun bir bâdemi kendi rahmine ithâl etmesi sonucu hâmile kalarak(!) doğurduğu
oğluydu. Attis büyüyünce çoban olmuş ve Kübele de ona bu kisvesi altında âşık
olmuştu. Attis, bir rivâyete göre bir yaban domuzu tarafından süsülüp
öldürülmüştü. Ama başka bir rivâyet ise onun kendi kendini hadım etmesi sonucu
kan kaybından öldüğünü, ve ölümünden sonra da çam ağacına dönüşmüş
olduğunu yaymaktaydı. Bu sonuncu rivâyet, Kübele Kültü'nün Roma döneminde,
daha baskın çıkmıştır.
eski çağlarda aynı kapsamda biribirine yakıştırılmış olan "tanrıça-tanrı"
çiftlerinin bir başka vechesidir. Eski Sümer'de İştar-Temmuz, eski Yunan'da
Afrodit-Adonis, eski Mısır'da ise İsis-Osiris çiftleri kapsam ve işlev
bakımından aynı bir îtikādî realitenin farklı isimleri gibi
görünmektedirler.
kültüne özgü ilkbahar bayramı esnâsında davulların ve zurnaların kulakları sağır
eden gürültülerinin eşliğinde "Gallos"lar (ya da, tanrı Attis'e benzemek için
kendi kendilerini hadım etmiş olan Attis Râhipleri) şeytanî bir
vecd içinde biribirlerini kırbaçlar ve kan revân içinde kalırlardı. Bu
hareketlerin hâsıl ettiği kollektif histeriye kapılan pekçok delikanlı da büyük
bir vecd içinde cinsel organlarını keserek sokaklarda koşar bu kanlı parçaları
teşhir eder ve bunları evlerin içine atarlardı. Buna karşılık onlara kadın
kıyâfetleri hediye edilirdi. Bu bayram çoğu kez büyük bir cinsel saldırganlığa
da dönüşür ve, ensest dâhil, hiç bir sınır tanımıyan cinsel özgürlüğün
doruğa ulaştığı kollektif bir bereket(!) âyini
olurdu.
"Hilaria" (yâni neş'e) bayramları denilen bu bayramlarda Baş Gallos,
tanrı Attis'in kendini hadım etmesi ve delikanlıların da ona benzemek için bu
bayramlarda kendilerini alenen hadım etmeleri fiilini anımsatmak için yalnızca
kollarını kesip kanatmakla ve altı yaşındaki bir boğayı kurban edip kanında
abdest almakla iktifâ etmeğe başlamıştır. Bu arada diğer Galloslar da
kendilerini döve döve akıttıkları kanlarla Büyük Tanrıça'nın Attis'in ölümünden
duyduğu yasa iştirâk ederlerdi. Ayrıca Palatino Tepesi'ndeki Kübele mabedine de,
törenle, Attis'in kanından doğduğuna inanılan mor menekşelerle süslenmiş bir
çam ağacı götürülürdü. Bu çam ağacının tanrı Attis'in yeniden doğuşunun ve
ölümsüzlüğün bir simgesi olduğuna inanılırdı.
bayramları birdenbire ortadan kalkamadı. Kilisenin bunları M.S. IV. yüzyılda
yasaklamayı akletmesine kadar bunlar halkın örf ve âdetlerinde zâten derin bir
kök salmış bulunuyorlardı. Kilisenin koyduğu yasak bunların kökünü kazıyamadı.
Ama bu bayramlar gitgide histerik ve delice unsurlarından soyutlanarak yumuşak
bir biçimde, Hıristiyanlık şartlarına adapte oldular. Meselâ 25 Mart, Hazret-i
Cebrâil'in Bâkire Meryem'e İsâ isminde bir oğlunun doğacağını haber verdiği gün
olarak Kilise tarafından M.S. VII. yüzyıldan i'tibâren "Anonsiyasyon Yortusu"
diye kabûl edildi.
sonra dirilişini simgeleyen "Paskalya Yortusu" da M.S. IV. yüzyıldan i'tibâren
21 ilâ 25 Mart arasına tesâdüf eden ama her yıl değişen bir günde
kutlanmaktadır.
ayrıntılarından artık yalnızca, kendini hadım etmiş Attis'i simgeleyen çam
ağacının törenle taşınıp dikilmesi âdeti kalmıştı. Eskiden bu çam ağacı yünden
şeritlerle sarılırdı. Bugün dahî İngiltere'de bu "Mayıs Ağacı" (ya da
"Mayıs Direği") uzun ve renkli rübanlarla süslenir. Ve Avrupa'da bâzı yerlerde
de genç kızlar ve delikanlılar geceleyin Mayıs Ağacı'nın etrafında delicesine
dans ettikten sonra ormana dalarak eski orjilerdeki ibâhayı tatbik mevkiine
koyarlar. Hattâ bu konuda püriten bir İngiliz yazarı olan Phillip Stubbes
Anatomy of Abuses isimli 1583 târihli Londra baskılı kitabında, bu
pagan kalıntısı âdetleri şiddetle eleştirir ve Mayıs Direği eğlencelerinden
sonra her üç kızdan ikisinin evlerine kirletilmiş olarak dönmekte olduğunu
söyleyerek bu ahlâkî çöküntüden şiddetle yakınır.
Hıristiyan âlemi'nde Kübele Kültü'ne ait uygulamalar ortadan kalkamamış ise
İslâm'ın zuhûruyla da İslâm'ın yayıldığı alanda da söz konusu uygulamalar
birdenbire ortadan kalkamamıştır. Orta Doğu ülkelerinin bâzılarında,
Hindistan'da, Bali'de ve Okyanusya'da bâzı çok kapalı topluluklarda hâlâ bu
kabil orjiler yılda bir kez tatbik mevkiine
konulmaktadır.
nefretle anılan Mumsöndü âyinleri de aslında gene Anadolu'da yeşermiş
olan Kübele Kültü'nün bugün çok mahdud ve çok kapalı gruplar tarafından
uygulanmakta olan menfûr kalıntılarından başka bir şey
değildir.
ve Anadolu Alevîleri gibi yüksek bir edebe sâhib bâzı toplulukların icrâ
ettikleri âyîn-i Cem ya da Görgü âyini gibi âyinlerinde ise, bir
bakıma, Kübele Bayramları'ndaki Baş Gallos'un yerini tutan Dede'lerin, yere
yatırdıkları iki musâhib ile herbirinin ayak ucuna diz çöküp kapanan
zevcelerine elindeki tarik denen kayın ağacından kesilmiş bir sopa ile
dokunduğu bilinmektedir. Bu sopanın Attis'i simgeleyen çam ağacı yerine geçmiş,
ve karı-kocaların da toprağın bereketini arttırmak üzere icrâ edilen orji
yerine edeble ikāme edilmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Alevî geleneği
ile içiçe gelişmiş olan Bektaşî geleneğinde ise mücerred (yâni cinsî
münâsebette bulunmamaya yeminli ve hiç evlenmeyen) Bektaşî
Babaları'nın ise kendini hadım etmiş olan Attis Râhipleri ile
paralelliği de ilgi çekicidir.
Nevrûz'un İran Ve Şiî Kökeni
buradan yayılan Kübele Kültü'nün kalıntılarıyla donanmış olarak kutlanmasının
yanısıra görünüşte bu kültle ilgili olmaksızın da gelişmiş olan bir Nevrûz
kavramına da eski İran'da Ahemenîler hânedanı (M.ö. 550-330) zamanında
rastlanılmaktadır. Eski İran'da da Nevrûz, Güneş'in Koç Burcuna girdiği 21-22
Mart günü kutlanmaktadır. Nevrûz, zâten, farsçada "yeni gün"
demektir.
Melikşah'ın emriyle Ömer Hayyâm'ın başkanlığında Ebu-l Muzaffer İsfizârî, Meymûn
bin Necib el-Vâsıtî, Abdurrahmân Hâris ve Muhammed Hâzin'den oluşan bir
astronomlar heyeti 1079 yılında tertib ettikleri, şemsî bir takvim olan
Celâli Takvimi'nde yılbaşı olarak, Güneş'in Koç burcuna girdiği gün olan
21 Mart'ı, yâni Nevrûz'u kabûl etmişlerdir.
Mâverâünnehir'deki ve doğusundaki Türk kavimlerinde Nevrûz'un bu kapsamda bir
bayram havasıyla kutlanması Celâli Takvimi'nin uygulanmasından sonradır. Daha
önce Orta Asya Türklerinde, Şaman töresinin bir öğesi olarak, ilkbahar
kutlanmaktaydı ama bu bugünkü takvime göre 9 Mayıs'a tesâdüf eden günde
kutlanırdı. Daha sonra Nevrûz'un Türklerin Ergenekon'dan çıkış günü olarak
telâkki edilmesinin ise yalnızca bir yakıştırma olması
muhtemeldir.
Nevrûz Hazret-i Alî'nin doğum günüdür; bâzıları için Hazret-i Fâtıma ile
evlendiği gündür; diğer bâzıları için de onun halîfe olduğu gündür; ya da
Hazret-i Hüseyin'in doğum günüdür. Nevrûz'un Hazret-i âdem'in yaratıldığı gün
olduğunu ya da Hazret-i Nûh'un gemisinin karaya oturduğu gün olduğunu iddia
edenler de vardır.
Sonuç
İlkbahar Gündönümü'nde kutlanan bayramın, ismi ne olursa olsun, biribirlerinden
bağımsız gibi görünen iki ayrı kökeni olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birinin
Kübele Kültü olduğunda şüphe yoktur. Diğeri ise İran kökenlidir. Zaman içinde
çeşitli topluluklarda bunların kökenine ait bilgiler unutulmuş ve ortada, bir
olgu olarak, yalnızca İlkbahar Gündönümü'nde kutlanan ilkbahar bayramı
kalmıştır. Bununla ilgili örf ve âdetler de hem Hıristiyanlığın ve hem de
İslâmiyetin etkisiyle köklü değişikliklere uğramıştır. Ayrıca bu bayramın halâ
geçerli olduğu yörelerde yaşamakta olan topluluklara has yeni örf ve âdetler de
bunlara eklenmiş bulunmaktadır. Bu durumda Nevrûz bayramının hem hıristiyan ve
hem de müslüman toplulukları için kendi dinlerinden doğan dinî bir kökeni
yoktur. Bu hem hıristiyanlık ve hem de İslâm için dindışı bir
bid'attir.
Ergenekon'dan çıkışları dolayısıyla kutladıkları millî bir bayram olduğu iddiası
da bir yakıştırma gibi görünmektedir. Kutlandığı târih dolayısıyla Şaman
geleneğindeki ilkbahar bayramının ise Kübele Kültü ile İran kökenli Nevrûz'dan
tamamen bağımsız bir gelenek olması kuvvetle muhtemeldir.
Kaynakça
* İslâm Ansiklopedisi; MEB Yayınları, Kızılbaş ve
Nevrûz maddeleri.
* Mehmet Zeki Pakalın,
Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB
Yayınları, Nevrûz maddesi.
* Abdülkadir İnan, Târihte
ve Bugün Şamanizm, Materyeller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu
Yay./1954.
* Orhan Hançerlioğlu, İnanç
Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1975.
* Mehmet Eröz,
Türkiye'de Alevîlik Ve Bektaşîlik, Kültür Bakanlığı Yay.,
l990.
* Serge Hutin,
Dictionnaire deş Religions, Presses Univemtaires de France, Paris,
1954.
* E.O.James, Le Culte de la
Déesse-Mère Dans L'Histoire des Religions, Payot, Paris,
1960.
* Paul Chalus, L'Homme et la
Religion, Albin Michel,
Paris, 1963.
* Mircea Eliade, Traité
d'Histoire des Religions, Payot, Paris,
1968.
* G. van der Leeuw, La
Religion Dans Son Essence Et Ses Manifestations, Payot, Paris,
1970.
* Dictionnaire des
Religions, ed. Paul Pouppard; Presses Universitaires de France,
Paris, 1984.
*