Buradasınız
SAİD NURSÎ'NİN ESERİNDE "ESÎR" KAVRAMI
Kavramı
Prof.Dr.
Ahmed Yüksel Özemre
Türkçe
Özet
Risâle-i
Nûr
isimli
teolojik eserinde Said Nursî (1877-1960) zamanındaki geçerli bilgileri, sırası
geldikçe, açıklama ve yorumlarının bilimsel temeli olarak da kullanmaktadır.
1866'da J. Clark Maxwell (1831-1879) tarafından ithâl edilmiş olan ve
elektromagnetik dalgaların yayılmaları için gerekli görülen farazî
bir elâstik ortam olarak "Esîr" kavramı Said Nursî tarafından gerçek
bir ortam olarak telâkki edilmiş ve Kâinâtın hilkati ile ilgili bazı Kur'ân
âyetlerinin yorumunda kullanılmıştır. Onun yorumunda Maxwell'in "Esîr" kavramı
daha çok Aristo-vârî bir "Heyulâ" rolü oynamaktadır.
Fakat,
yalnızca Maxwell-vârî "Esîr"i ortaya koymak için yapılan bütün girişimler
başarısız olmakla kalmamış, fizikçiler bu kavramın Fiziksel
Realite açısından bizâtihî tutarsız olduğunu da keşfettiklerinden "Esîr"
varsayımı 1905'den îtibâren ilim adamları tarafından bizâtihî çelişkili ve
tutarsız bir kavram olduğu için terk edilmiştir. Bu sübût etmiş sonuç
Said Nursî'nin "Esîr" kavramı üzerindeki spekülâsyonlarının tümünü geçersiz
kılmaya yeter. Bununla beraber türk üniversitelerinde hâlâ Said Nursî'nin "Esîr"
kavramının Büyük Patlama Teorisi denilen senaryoda başlangıçtaki Temel
Tânecikler Çorbası'nı olduğu kadar kuvantum alanlarını da açıklayabildiğine
inanan bilim adamları bulunmaktadır
"Nurculuk"
yüzyıldır Türkiye'de farklı izler bırakmış, fakat derinliğine ve objektif bir
biçimde henüz incelenmemiş, eleştirilmemiş bir mütefekkirdir. Onun tavrını
benimsemiş olan ve Nûr Talebeleri adı altında anılmakta olan
gruplardan böyle bir objektif tetkik ve eleştiri beklemek ise muhâldir. Zîrâ
çilekeş ve mazlûm bir zât olan Said Nursî'nin şahsiyeti etrafında teessüs etmiş
olan aşırı perestiş ve efsâne hâlesi, onun her sözünün hikmet ve
mûcize olarak telâkki edilmesine ve hattâ eserlerinin ezbere
hıfzedilmesine kadar bir takım aşırılıklara da yol açmış bulunmaktadır. Bu
durum, ne yazıktır ki, pekçok Nûr Talebesi nezdinde: 1) Said
Nursî'nin "hatâ etmez", ve 2) sözlerinin ve tavırlarının da "tartışma konusu
olmaz" olarak kabûl edilmesi sonucunu doğurmuştur.
Said Nursî'nin ve onu izleyenlerin
muttakî kimseler, Risâle-i Nûr'un dilinin ağır ve Türkçe gramer
hatâlarıyla dolu, ayrıca uslûbunun da fevkalâde girift olması her çeşit dinî
tezâhüre tiksinti ile bakanların öfkesini elbette ki celbetmiş ve vehimlerini de
kabartmıştır. Kendisi Nakşîyye'nin tesiri altında kalmış bir zât olmakla beraber
kimseye şeyhlik etmemiş olan Said Nursî'ye ve etrafındakilere lâiklik adına
pekçok zulûm yapılmış ve Basın'ın ve Polis'in "Nurculuk" diye nitelendirmiş
olduğu bu akım, sanki aşağılayıcı bir vasıfmış gibi, bir tarîkat
olarak algılanagelmiştir.
Bir hareketin târikat vasfıyla
mevcûd olabilmesi için bir takım deliller gerekir. Oysa:
1. "Nurculuk"da Hz Peygamber'e
dayanan bir
tarîkat silsilesi yoktur: "Nurculuk" Hz Peygamber iledeğil Said Nursî ile başlamıştır.
2. Said Nursî "Nurculuk" hareketini
sürdürecek halîfe'ler nasbetmiş değildir.
3. "Nurculuk"da hurde-i
tarîk, yâni tarîkatlara mahsûs bey'at merâsimi, hırka giydirmek, halvete
girmek, toplu zikretmek, semâ etmek
vs... gibi teşrîfat ve ritüelyoktur.
4. "Nurculuk"da: tâc, post, sancak,
hırka, icâzet, hilâfetnâme, vs... gibi maddî alâmetler de
yoktur.
Bu bakımdan Nurculuk akımının bir
tarîkat olarak algılanması câhilce bir tutumdur. Bu bir tarîkat değil, âlem'e
daha irfânî olmaya gayret eden farklı bir bakış açısıyla bakmaya ve âlem'i bu
kapsamda idrâk etmeye çalışan bir tavırdır, o kadar! Bu tavrın
özeti: âlem'i Cenâb-ı Hakk'ın âsârının, ef'alinin ve esmâ'sının matla'ı olarak
fehm ve idrâk etmeye yönelik bir ahlâk sâhibi
olabilmektir.
Said Nursî'nin kendi çağının bilimsel
kavramlarından da yararlanmağa ve bunları kendi "âlem görüşü" içine mezcetmeğe,
bazı âyetleri maddî ilimlerin sonuçları aracılığıyla yorumlamağa çalışan ilginç
bir entelektüel yanı da vardır.
ile ilgili ilimlerde yed-i tûlâ sâhibi olmadan,
2. Bu
ilimlerin geçerlilik sınırlarını bilmeden ve
3. Sonuçlarını tenkîd edebilme
yeteneğine sâhib olmadan,
4. Yalnızca kulakdan dolma birkaç
bilgi ile
âyetlere yapılan yakıştırmalar
dedikodudan öteye geçemeyen "geçersiz spekülâsyonlar" olarak unutulmaya
mahkûmdur. Bu bağlamda, maalesef bâzı vehimlerini hâzâ ilim imiş gibi beyân
etmiş ve fevkalâde isâbetsiz yakıştırmalar yapmış olan ("Nurculuk" akımı ile de
hiçbir ilgisi bulunmayan) rahmetli Halûk Nûr Bâkî, Hans von Aiberg müstear
ismini kullanan kimse ve Ahmet Hulûsî son zamanlarda bu tavrı sürdüren ilk
birkaç kişi olarak temâyüz etmiştir.
Said
Nursî'de
Esîr
Kavramı
Esîr kavramı önemli bir yer tutmaktadır1. Aslında Esîr kavramı
1866 yılında James Clark Maxwell (1831-1879) tarafından müellifi olduğu
Elektromagnetizma Teorisi münâsebetiyle ortaya atılmıştır. Maxwell'in bu teorisi
elektromagnetik dalgaların uzayda ışık hızıyle yayıldıklarını öngörmekteydi.
Nasıl ki ses dalgaları (hava, su ya da demir gibi) elâstik
ortamlarda yayılıyorlarsa, elektromagnetik dalgaların da uzayda yayılmaları için
mutlaka- elâstik bir ortama ihtiyâç duyacakları varsayımından
hareketle bütün uzayın her noktasına nüfûz eden elâstik bir ortamın var olması
gerektiği iddia edilmiş; ve böyle bir farazî ortama da "Esîr" adı verilmişti.
Esîr'in: 1) kütlesinin olmadığı, 2) tamâmen saydam olduğu, 3) sürtünmesiz
olduğu, 4) kimyasal olarak tesbit edilmesinin mümkün olmadığı, 5) içindeki
cisimlerin hareketine de asla- engel olmadığı kabûl
edilmekteydi.
Fakat bu niteliklere sâhip
elâstik ortamın, içinde elektromagnetik dalgaların saniyede
299.776 km'lik ışık hızıyla yayılabilmesi için, geçerli fizik kanûnlarına göre:
1) hem son derece katı, ve hem de 2) sonsuz kütlesi olması gerektiği
gösterilince bu çelişkili durum Esîr kavramının fizikî realitesi olmayan
isâbetsiz bir kavram olduğunu ortaya koymuştu.
Ayrıca, 1881 yılından 1920'li
yıllara kadar, Güneş'in etrâfında ortalama 27 km/san'lik bir hızla yol alan
Arz'ın Esîr içindeki hızını ölçmeye yönelik müteaddid deneyler ve
ölçümler yapılmıştır (Michelson ve Morley Deneyleri). Fakat Esîr
faraziyesi üzerine inşâ edilen bu deneyler ve ölçümler sonuç olarak Esîr diye
bir ortamın mevcûd olmadığını te'yid etmiştir. Albert Einstein'ın (1879-1955)
1905 senesinde yayınladığı özel Rölâtivite Teorisi'nin fizikçilerin nezdinde
kabûl görmesinden îtibâren de Esîr fikri: 1) fiziksel realiteye aykırı, ve
2) kendi içinde çelişkili olduğundan tamâmen
terkedilmiştir.
Said Nursî'nin Esîr diye bir ortamın
bütün Fezâ'yı doldurmakta olduğuna dair 1866 târihli iddiadan haberi vardır ama
Esîr faraziyesinin o târihden sonraki dönemde geçirmiş olduğu istihâlelerden de
bu kavramın, bilimsel kanıtlara dayanılarak, terk edilmiş olduğundan da haberi
yoktur. Said Nursî, Esîr'den ne anlamakta olduğunu On İkinci Lem'a ile İşâretü-l
İ'câz'da açıklamıştır. Buna göre:
denilen] Şu geniş boşluğun Esîr ile
dolu olduğu fennen ve hikmeten sâbittir"
2.2. "Fennen
ve aklen, belki3 müşâhedeten sâbittir ki,
ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının râbıtası ve ziyâ ve hararet
ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezâyı dolduran
bir madde mevcuttur"4.
3. Esîr'i
oluşturan madde tıpkı suyun buhar ve buz kılığına girebilmesi gibi, aslı
değişmeksizin, farklı şekillere bürünebilir. Esîr maddesinden yedi katmanın var
olması akla mâni' de değildir, bu hususta bir îtirâza da sebeb
olmaz5.
4. Esîr
maddesi materyalistleri boğduran zerrelerin maddesinden daha lâtiftir... Bu
sınırsız bir biçimde cüzlere ve kısımlara ayrışabilen iletme ve etki altında
kalma nitelikleriyle ve göreviyle donatılmış olan bu maddeye, hattâ o maddenin
zerreden fevkalâde daha küçük olan zerrelerine her şeyde her şeyi görecek,
bilecek, idâre edecek bir hür irâde ve bir kudret ile vücûd bulan fiilleri ve
eserleri isnâd etmek, Esîr'in zerrelerinin sayısının büyüklüğü
kadar yanlıştır6.
5. Allah
yedi kat göğü Esîr'den yaratarak şekillendirmiş, tanzîm etmiş ve yıldızları da
içine ekmiştir7.
6. Güneş sistemi önce basit bir
cevher imiş. Sonra bir nevi buhara dönüşmüş. Sonra o buhardan ateşten bir sıvı
oluşmuş. Sonra da bu ateşten sıvı
soğuyarak katılaşmış ve daha sonra da hareketinin şiddetiyle fırlatmış olduğu
bâzı parçalar gezegenlere dönüşmüş. İşte Arz da onlardan biridir... Güneş
sistemi ile Arz Allah'ın kudret elinin Esîr denilen maddeden yoğurduğu bir hamur
imiş. Esîr, mevcûdata göre akıcı bir su gibi mevcûdatın aralarına girmiş bir su
gibidir. Hûd sûresinin 7. âyetindeki "
Ve kâne arşuhû ale-l mâi" ifâdesiEsîr'e işâret etmektedir ki Cenâb-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan bu Esîr
üzerinde imiş.
Esîr yaratıldıktan sonra, Allah'ınilk îcadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yâni Allah Esîr'i halk ettikten
sonra, ferdî cevherlere dönüştürmüş, sonra bir kısmını yoğun kılmıştır ve bu
yoğun kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardan
biridir8.
Said Nursî'deki Esîr kavramının menşe'inin J.C. Maxwell'in vaz
etmiş olduğu Esîr kavramından mülhem olduğu "bu maddenin ışığın, ısının ve
elektriğin yayılmasını sağladığı"na dair yukarıdaki beyânından9 âşikâr olmaktadır. Ama Fezâ denilen geniş boşluğun cismânî
olmayan zerrelerden oluşan Esîr ile dolu olduğunun fennen ve
hikmeten sâbit olduğu iddiası hakîkati yansıtmayan bir vehimden ibârettir.
çünkü Esîrin var olduğu fennen asla- ispatlanamamış olduğu gibi, yukarıda
açıklandığı gibi, fen bunun fiziksel realiteyle hiçbir ilgisi olmayan isâbetsiz
ve geçersiz boş bir faraziye olduğunu da
göstermiştir.
Ayrıca, Fizik'te gök cisimlerinin tâbi' olduğu kanûnlar ve
bunların matematiksel ifâdeleri Esîr'den de, onun yerini tutabilecek herhangi
bir ortamdan da bağımsız olarak istidlâl ve te'sis
olunabilmektedirler. Dolayısıyla Esîr'in gök cisimlerinin kanûnlarının
râbıtasını (nizâmını, usûlünü, kâidesini, tertibini, düzenini,
tarzını, uslûbunu ya da şeklini) sağlayan bir ortam olduğu iddiası da
hiçbir kanıtı olmayan bir başka vehimden
ibârettir.
Said Nursî, Aristo'nun Heyûlâ (Hyle, Materia
Prima) fikrinden hoşlanmasa bile10, "Allah'ın yedi
kat göğü Esîr'den yaratarak şekillendirmiş, tanzîm etmiş ve yıldızları da içine
ekmiş; Güneş ile Arz'ın da Allah'ın Esîr'den yoğurduğu hamur" olduğunu beyân
ederek Esîr'e, gene de, kadîm
Felsefe'nin Heyûlâ'sının rolünü yüklemekte olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu
durumda farklı olan: mâhiyet değil, yalnızca isim
değişikliğidir. Said Nursî bu bağlamda: İbn Rüşd'ün, El Kındî'nin,
Fârâbî'nin, İbn Sinâ'nın, Kaşânî'nin, Mâtüridî'nin, Abdülkahir el Bağdâdî'nin,
Gazzâlî'nin, Fahreddin Râzî'nin, Seyyid Şerif Cürcânî'nin ve daha birçok İslâm
filozofunun "Heyûlâ" hakkındaki tefekkür ve mütâlealarından da haberdâr
görünmemektedir.
Hûd sûresinin 7. âyetindeki "Ve
kâne arşuhû ale-l mâi" ifâdesindeki "mâi" yâni "su" lâfzının Esîr'e işâret
ettiği ise sâdece, mesnedi bulunmayan bir
yakıştırmadır.
Kur'ân'da âlemin kozmogonisi
muhkem değil, müteşâbih âyetlerde yer almaktadır. Dolayısıyla, zâten bu konu
aklın ihâtâ ve cerh edemeyeceği bir mevkidedir. Bunu maddî âlemin elemanlarıyla
aklî olarak açıklamaya yönelik, müelliflerine akla-yatkınmış gibi görünen ama
hiç de aklî ve de ilmî olmayan, pekçok kısır teşebbüs olmuştur. Said Nursî'ninki
de böyle bir teşebbüstür. Aynı zamanda, kendisinin Astronomi hakkındaki
bilgilerinin de, ne yazık ki, Ortaçağ'daki spekülâsyonlardan öteye geçememiş
olduğu gözükmektedir. Bunun içindir ki Said Nursî'nin kozmogonik
spekülâsyonları, epistemolojik ve epistemik kıstaslar açısından, Teoloji'de de
Pozitif İlimde de objektif bir ilgi ve de bilgi odağı olabilecek
bir konumda değildir.
Bununla beraber
üniversitelerimizde, Said Nursî'nin çizgisinde ve ondan ilhâm alarak, Esîr'i
(tıpkı Büyük Patlama Teorisi(!) çerçevesi içinde başlangıçtaki Temel
Tânecikler çorbası gibi) Kâinat'taki
her şeyin aslı gibi gören11, ve hattâ kuvantum alanlarının Esîr'e tekâbül
etmekte olduğunu îmâ eden12 biyolog ve kimyâger öğretim üyelerinin bulunmakta
oluşu da üzerinde düşünülmesi gereken bir vâkıadır.
* *
*
[1]Bk. Kaynaklı, İndeksli, Lügatlı
Risale-i Nur Külliyatı 2 cild olarak yayınlayan Yeni Asya Yayınları,
İstanbul 1996; s. 193, 226, 227, 258, 277, 323, 571, 616-617, 819, 820, 824,
1261, 1262, 1344.
[2]A.g.e., "İşâretü-l İ'câz",
s. 1262, "Birinci Mukaddime"
[3]Belki: hattâ anlamında
kullanılmaktadır.
[4]A.g.e., "On İkinci Lem'a",
s. 616, "İkinci Kâide".
[5]A.g.e., "On İkinci Lem'a",
s. 616, "Dördüncü Kâide".
[6]A.g.e., "Otuzuncu Lem'a",
s. 819.
[7]A.g.e., "On İkinci Lem'a",
s. 617, "Elhâsıl".
[8]A.g.e., "İşâretü-l İ'câz",
s. 1261.
[9]A.g.e., "On İkinci Lem'a",
s. 616, "İkinci Kâide".
[10]A.g.e., "Otuzuncu Lem'a",
s. 819.
[11]Bk. Prof.Dr. âdem Tatlı,
Günümüzde İslâm Tefekkürünün Temsilcisi Bediüzzaman Said Nursî'nin Fen ve
Teknik Meselelere Yaklaşım Tarzı, 1. Uluslararası Bediüzzaman Said Nursî
Semposyumu'na sunulan Tebliğ, İstanbul 16 Mart 1991.
[12]Bk.Prof.Dr. Osman çakmak, Boşluğun
Anlamı ve "Esîr Maddesi", Sızıntı dergisi, Aralık
2002.