Buradasınız

TÜRKİYE YABANCI DEVLETLERİN NÜKLEER ÇÖPLÜĞÜ OLMAMALIDIR!


Türkiye Yabancı

Devletlerin

Nükleer

Çöplüğü Olmamalıdır!



Prof.Dr.

Ahmed Yüksel ÖZEMRE



* *

*


Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) başkanı bulunduğum sıralarda bir Alman

firması bana müracaat ederek ellerinde bulunan 4.000 ton düşük ve orta

düzeyde radyoaktif atıkları TAEK olarak kabûl edecek ve Türkiye'de

gömecek olursak bunun karşılığında Kurum'a kilo başına 10 DM, yâni bütün

operasyon için toplam 40.000.000,-DM (kırkmilyon alman markı) ödeyebileceklerini

ifâde etmişti.


Ben ise cevap olarak: 1) 2690 sayılı

kānûnun TAEK'i ülkenin radyasyon sağlığı ve güvenliğinden sorumlu tuttuğunu, 2)

hiçbir zarûret yok iken

ülkenin radyasyon düzeyini yükseltecek bir tasarrufa müsaade edemeyeceğimizi;

çünkü bunun Radyasyondan Korunma'nın ahlâkî ilkesi olan ALARA ilkesine

aykırı olduğunu, 3) Türkiye'nin yabancı

ülkelerin nükleer çöplüğü olmasına da aslā müsaade edilmeyeceğini açık ve kesin

bir biçimde bildirdimdi.


Birkaç ay sonra bu teklif bir kere daha

tekrarlandı. Cevâbım aynı oldu. Ancak bana bu işin resmî yoldan

gerçekleştirilmek istendiği, bu mümkün olmazsa "Ne yapılırsa yapılsın, bu

nükleer çöplerin gene de Türkiye'ye gömüleceği" ifâde edildi. 1987 yılında

TAEK Başkanlığı görevinden ayrıldıktan, sanırım, yaklaşık bir yıl sonra birileri

bana alman kökenli 1.150 (binyüzelli) ton radyoaktif atığın Isparta'nın vilâyet

sınırları içinde bir yerlere gömülmüş olduğunu ve kezâ 800 (sekizyüz) ton atığın

da Konya'da bir un fabrikasında enerji üretimi amacıyla yakılmış olduğunu ihbâr

etti.


Eğer fî târihinde TAEK Başkanı iken 4.000 ton radyoaktif atığın Türkiye'de

gömülmesi bana teklif edilmemiş olsaydı bu ihbârı muhtemelen bir dedikodu olarak

kabûl ederdim. Ama bu durum, elimde hiçbir kanıt olmamasına rağmen,

beni olağanüstü tedirgin etti. Bu konuyu nükleer enerjinin muhtelif vecheleriyle

ilgili pekçok talebem ve dostumla da uzunboylu tartıştım.


çernobil kazâsı çeşitli siyâsî ve tıbbî

mahfeller tarafından, Medya'nın bir kesiminin de yoğun desteğiyle, Aralık

1992'den Mayıs 1993'e kadar yeniden pişirilip temcid pilâvı gibi kamuoyuna

sunulmuş, Medya ve sol kuruluşlar beni baş suçlu olarak gösterip kırk sene hapis

ve 40.000.000.000,- TL (kırkmilyar lira) da tazminat istemiyle hakkımda

Savcılık'lara yüzlerce suç duyurusunda bulunmuşlardı. Hattâ bir de (incelemeleri

dokuzbuçuk ay sürmüş olan) bir TBMM Araştırma Komisyonu kurulmuştu. Fakat

üretilen yalanlar üniversitelerin yetkili kurulları tarafından tekzib edilince

de bu yalan-dolan kampanyası bıçakla kesilmiş gibi kesilmiş ve Araştırma

Komisyonu'nun raporu da beni, TAEK'i ve zamanın hükûmeti ile diğer ilgilileri

ibrâ etmişti.


üzerimdeki bu ağır baskıların

kalkmasından bir süre sonra: 1) çökmüş olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri

Birliği'nden kaçak nükleer maddelerin Türkiye'de pazarlanıp başka ülkelere

sevkedildiğine dair haberlerin ortaya çıkması, 2) hattâ bazı nükleer maddelere

yetkililer tarafından el konulması, ve

3) Karadeniz'in uluslar arası sularına bırakılan ve bir bölümü de kıyılarımıza

vuran zehirli kimyasal atıkları muhtevî varillerin varlığı Türkiye'nin, yabancı

uluslar tarafından kararlı bir biçimde potansiyel bir çöplük

olarak görülmekte olduğu husûsundaki endîşelerimi kuvvetlen-dirip kesin bir

inanca dönüştüren kuvvetli emâreler oldu.



Nükleer enerji üreten Avrupa

ülkelerinin bir bölümü altmışlı yıllarda Kuzey Denizi'ni nükleer çöplük olarak

kullanmışlardı. Hattâ Fransa'nın dahi Akdeniz'de Korsika ve Sardunya civarında

bir yerlere nükleer atıklarını atmış olduğu da yaygın söylentiler arasındaydı.

Bu sorumsuzluk pekçok ülkenin tepkisine sebeb olmuş ve 1972 Londra Moratoryumu

denilen, Kuzey Denizi'ne nükleer çöp atmamaya dair antlaşmayla

noktalanmıştı.



Ancak, o târihten sonra Yeşiller diye

tâbir edilen grupların bu nükleer çöplerin kendi topraklarında da depolanmasına

karşı çıkmaları üzerine üçüncü Dünyâ ülkeleri ile gelişmekte olan bazı ülkelerin

nükleer çöplük olarak kullanılması fikri gündeme gelmişti.



Bu iş, hiç kuşkusuz, gizli olarak

yapılacak ve ortaya çıkarsa da çöpü ihrâc eden ülkeye "Bizim resmî

kayıtlarımızda herhangi bir nükleer çöp ihrâcâtına rastlanılmamıştır"

şeklinde bir beyânat verebilme imkânını bahşedecek ve bu ülke her zaman olduğu

gibi bütün insan haklarına saygılı görünme perdesi altında siyâsî

üçkâğıtçılığıyla bu çöplerden kurtulma işini çok ucuza getirebilecekti. Ya da

ellerinde kendi ürettikleri nükleer çöp bulunan firmalar bunlardan gizlice

kurtulabilmek için aracı başka firmalara bu işi yaptıracaklardı. Nitekim Zaman

Gazetesi'nin 20.02.1997 günlü sayısında Alman Federal Gümrük Suç Dairesi sözcüsü

Leondhard Bierl'in: "Yasadışı yollardan yapılan bu tür nakliyatların

tâkibinin zor ve Türkiye'ye böyle nükleer atık gelmedi demenin de imkânsız

olduğunu" ifâde eden bir beyânı yer almaktadır.



Bu, tabiî aynı zamanda, nükleer çöp

kazığın yemiş olana ülkelere de "Bir bölüm nükleer çöpün ithâl edilip

gömüldüğüne dair hiçbir kayda rastlanmamıştır" rehâvetine imkân tanıyan bir

durumdu da. Bu gizlilik, kezâ, tıpkı uyuşturucu mafyası gibi bir nükleer

çöp mafyasının doğması için de müsait bir zemin teşkil

etmekteydi.



Ben, bu kuvvetli inanca eriştiğim 1993

ortalarından itibâren konferanslarımda, Moral FM'deki radyo konuşmalarımda

fırsat buldukça ve misâl de vermek sûretiyle konuyu kamuoyuna olabildiğince

intikāl ettirmeğe çalıştım. 1996 yılında İstanbul'da Târık Zafer Tunaya Kültür

Merkezi'nde Prof.Dr. Nazif Gürdoğan, Doç.Dr. Dursın Davutoğlu ve benim katılmış

olduğumuz bir panelde birçok çevrecinin önünde de buna açık açık değindiğim gibi

18 Şubat 1997 günü Açık Radyo'nun icâbet ettiğim dâvetinde yaptığım sohbette de

gene doğal olarak bu konuya değindim1.




Dört yıldır bu konuya ilgisiz

kalmış olan Medya bu sefer konuyu "manşet" ve "flâş haber" yaptı. Kanaatimce de

bu, bunun bana doğuracağı ve daha sonra gerçekten de doğurmuş olduğu bütün

çilelere rağmen, fevkalâde isâbetli oldu. Ancak Yeni Yüzyıl gazetesinin 19 Şubat

1997 târihki nüshasındaki manşet: "Eski Atom Enerjisi Başkanı'ndan Müthiş

İtiraf: Cinâyet!" gibi tuhaf olduğu kadar yakışıksız ve buram buram

dezinformasyon kokan bir ibâre yer almaktaydı. Mâlûmdur ki Türkçe'de

itiraf: "suç işleyenin suçunu kabûl etmesi"

anlamındadır.

Bu gazete manşeti, bililtizam bir hedef

saptırma değilse bile, en azından kötü niyetli bir Türkçe hatâsıydı. Zirâ ben

işlemiş olduğum bir suçu itiraf etmiş değildim. Aksine, uzun yıllar süren

şüphelerimin gitgide kesinlik kazanmasının sonucu olarak elde ettiğim, dört

yıldır fırsat buldukça konferanslarımda ve radyo sohbetlerimde de değinmiş

olduğum ve birilerinin bu ülkelerin insanlarına ve kānûnlara karşı işlemiş

olduklarına inandığım bir suçu medenî cesâretle ve bu sefer Açık

Radyo'nun aracılığıyla irâdî olarak bir kere daha halkıma duyurmuştum, o

kadar!



Açık Radyo'da sabah 08.30'dan 12.45'e

kadar sürmüş olan bu sohbette vurguladığım ise: 1) Avrupa ülkelerinin Türkiye'yi

potansiyel bir nükleer çöplük olarak gördükleri, 2) en azından, benim TAEK

Başkanı iken yaşamış olduğum bir vaka olarak Almanların, TAEK'e 40.000.000,-DM

(kırkmilyon mark) karşılığında, 4.000 ton nükleer çöpün Türkiye'ye resmî

yollardan gömülmesi için bir teklifte bulunmuş oldukları, ayrıca da 3)

yaklaşık 1988-1989 dolaylarında 1.150 ton nükleer atığın Isparta'da gömülmüş

olduğu ve 800 ton nükleer atığın da

Konya'da bir un fabrikasında ısı üretimi için yakılmış olduğuna dair bir

bilginin bana ulaşmış olduğu idi.



Bu hususları 19.02.1997 gecesi

Samanyolu TV'nin Haber-Kritik programında bir kere daha cesâretle kamuoyuna arz

etmek imkânım oldu. Programa telefonla katılan Isparta Vâlisi ise söz konusu

yılda, yurt dışından, Isparta'daki bir çimento fabrikasında yakılmak üzere 86

TIR dolusu katı yakıtın ithâl edilmiş olduğunu ama vâki bir ihbar üzerine bunun

Vâlilikçe ODTÜ'den iki profesöre incelettirilmesi sonucu verilmiş olan raporda

bunların zararlı olduğunun ortaya çıkması sonucu, gene Vâlilik'çe,

bunların menşe ülkesine doğru yurt dışına çıkartılmış olduğunu bildirdi ama

menşe ülke hakkında bir açıklamada bulunmadı. Vâli'nin temkin dolu diplomatik

açıklaması dahi, bu ülkeye zararlı atıkların nasıl kontrolsüz bir

biçimde sokulabildiğini göstermesi bakımından, söylediklerimin bir te'yidi ve

davranışımın isâbetliliğinin de kanıtı olmuştur.



Söz konusu Haber-Kritik programından

çıkar çıkmaz stüdyo yetlilileri bana bir telefon olduğunu bildirdiler.

Telefondaki zat: "Efendim Isparta vâlisini söyledikleri doğru ama eksiktir.

Ben bu nükleer atıkların gömülmesi işinde bizzat çalıştım. Bunlar Isparta'da bir

drenaj kamuflâjı altında gömüldü" dedi. Kendisine kim olduğunu ve bu nükleer

çöplerin Isparta'da nereye gömüldüğünü sordum. Bana: "Kusura bakmayınız

Efendim, ismimi veremem; beni öldürürler. Nereye gömülmüş olduklarını ise lûtfen

yetkliler bulsun" dedi ve telefonu kapadı.



Ertesi günü Yeni Yüzyıl

gazetesinin 20.02.1997 târihli nüshasının büyük manşeti: Nükleer atık

kuşkusu: Adres Şevket Demirel. Isparta-Göltaş'a gelen "ithâl atık" neydi?

şeklindeydi. Şevket Demirel'in resminin altında da "88'de ithâl çöp

olarak bilinen atık Şevket Demirel'in fabrikasına gelmişti" ibâresi vardı.

Bu büyük manşetin altında, birilerinin hatırını kırmamak için olsa gerek, küçük

puntolarla gazetecilikte mâlûm yön saptırma tekniğiyle: "Yeni iddia: Atıklar

Doğu'ya gömüldü" diye bir paragraf yer almaktaydı.



Aynı günün akşamı ANAP İstanbul

Milletvekili sayın Bülent Akarcalı Flash TV'de canlı yayında hakkımda suç

duyurusunda bulunacağını ilân etmiş. Bunun üzerine kendisine,

21.02.1997'de, aynen şu faksı yolladım:


F A K S      M E S A J I


0312 - 440 59

69


DİKKAT! BU

SAYFAYLA BİRLİKTE 6 SAYFADIR




Sayın Bülent

Akarcalı

ANAP İstanbul

Milletvekili

Kemer Sokağı

23/16

Gâziosmanpaşa/ANKARA


Azîz ve muhterem kardeşim Bülent

bey,


20 Şubat 1997 Perşembe gecesi Prof.Dr.

Teoman Duralı'nın evinde Kuala Lumpur/Malezya'daki "Uluslararası İslâm Düşüncesi

ve Medeniyeti Enstitüsü"nün kurucusu ve Direktörü olan Prof.Dr. Seyyîd Muhammed

Nakîbü-l Attâs ve yardımcılarıyla sohbet etmekteydim. Orada olduğumu bilen bir

kişiden gelen bir telefon, sizin o sıralarda Flash TV'nin canlı yayınındaki

beyânâtınızda, Türkiye'nin Avrupa tarafından potansiyel bir nükleer çöplük

olarak telâkki edilmesine karşı gösterdiğim tepki ve verdiğim mücâdele ile

ilgili olarak, hakkımda suç duyurusunda bulunacağınızı ifâde etmiş

olduğunuzu bildirdi.



Sizi şahsen tanıdığım için bana

aktarılan bu bilginin eksik ya da deforme olması kuvvetle muhtemeldir.

Demirel-İnönü Koalisyonu esnâsında Aralık 1992 - Mayıs 1993 arasında, siyâsî ve

tıbbî bazı mahfellerin gerek ANAP'ı karalamak gerekse rahmetli Turgut beyi zor duruma düşürmek üzere ANAP Hükûmeti

tarafından azledilmiş TAEK Başkanı olarak beni köşeye sıkıştırıp ağzımdan eski

hükûmet aleyhine suçlamalarda bulunmam için uyguladıkları stratejilerinin

gereği, hakkımda sol örgütler tarafından 40 yıllık hapis istemiyle Türkiye'nin

dört bir yanında dörtyüzden fazla suç duyurusu yapılmış, ve bir de Meclis

soruşturması açılmıştı. O zaman hem sizin ve hem de ANAP Kurmaylarının gâyet iyi

hatırlayacakları gibi, ben: "çernobil kazâsının bütün ilmî sorumluluğu sâdece

ve sâdece başında bulunduğum TAEK'e ve özellikle de bana aittir. Hükûmet bu

meselede bana hiç karışmamış ve hiçbir telkinde bulunmamıştır" diyerek

hakîkatı açık açık her yerde dile getirmiştim.



Türkiye'nin nükleer çöplük hâline

getirilmek istenmesi karşısında da ilmim ve vicdânım ne emrediyorsa 4 senedir

onu yapıyorum. Son hâdiseler gene bilmeden birilerinin ayağına fenâ hâlde basmış

olduğuma işâret etmekte. Ama bu aslā siz olamazsınız! Aslā da

olmamalısınız! O zaman, eğer Flash TV'deki bu beyânâtınız bana

nakledilmiş olduğu gibiyse, efkâr-ı umûmîyyeye böyle bir şecaat arzına neden

gerek duydunuz? Bunu fehm-ü temyîz edememenin sıkıntısı

içindeyim.




İlişikte bugünlerde bir yerlerde

yayınlanacak olan bir makālemin2

örneğini size fakslıyorum. Benim hakkımda hâlâ suç duyurusunda bulunmak

isterseniz lûtfen bu işi, bunu okuduktan sonra ve, vicdânî huzur ve

kanaat-i kâmîle ile ifâ ediniz.




Cenâb-ı Hakk'ın umûrunuzu hayra tebdîl

etmesi ve sizi koruması niyâzıyla birlikte, hâlen eksilmemiş olan muhabbetimin

ifâdesinin kabûlünü arz ve istirhâm ederim, azîz kardeşim.



(İmza)



Prof.Dr. Ahmed

Yüksel ÖZEMRE




Sayın Bülent Akarcalı'dan 6 gün sonra

27.02.1997'de aynen şu cevâbı

aldım:



TBMM - ANKARA

Bülent Akarcalı


İstanbul

Milletvekili



Sayın

Prof.Dr. Ahmet Yüksel

ÖZEMRE



Sayın Özemre, Değerli

Büyüğüm,


Duygulu ve ayrıntılı mektubunuzu

aldım. Teşekkür ederim. Son zamanlarda Refah Yol hükümetinin başarısızlıklarını

örtmek için başvurduğu yollardan biri de

özal dönemini kötülemek. Kendi .........larını kapatamıyanlar özal dönemini

suçlayarak işin içinden çıkacaklarını zannediyorlar. Sizinle nükleer çöp artıkları meselesini ortaya atmanızı fırsat

bilerek özal dönemine saldırmağa başladılar. Benim tepkim buna. Varsa bizim

dönemimize ait bir suç o zaman gidip suç duyurusunda bulunsunlar dedim. Sizde de

varsa böyle siz de suç duyurusunda bulunun lûtfen.



Mevcut iktidar bu türlü değerleri

reddediyor. İlim, ahlak, hak, hukuk hepsi unutuldu. Bizlere düşen temel görev bu

iktidarın istismar edeceği her bir imkanı onlara sağlamamak. Sizin de bu inançta

olduğunuzu biliyorum. Sözlerimizi istismar ettiler. Ben de tepki

gösterdim.


(İmza)



Yeni Yüzyıl gazetesinin 20.2.1997 günlü

sayısında da eski TAEK Başkanı Prof.Dr. Atillâ özmen'in kendi döneminde

Petersburg isimli geminin nükleer atık getirmiş ama geminin geri gönderilmiş

olduğunu bildiren beyânâtı yer almaktadır. Yetkili bir ağızdan ifâde edilmiş

olan bu beyân da Avrupa'nın Türkiye'ye potansiyel bir nükleer çöplük

nazarıyla bakmakta olduğunu bir kere daha te'yîd etmekte ve bana hak

vermektedir.


Yeni Yüzyıl gazetesi nükleer çöplerin

Isparta'ya gömülmüş olması ve Şevket Demirel'e ait Göltaş çimento fabrikası

hakkında 26.02.1997 de yapmış olduğu son bir yayından sonra bu konu, nedense,

bütün Medya'da bıçakla kesilmiş gibi kesildi.



Beni ilgilendiren bu konunun

dedikodusu ya da polisiye tedbirleri değil, yalnızca ve yalnızca, Türkiye'nin

potansiyel bir nükleer çöplük olarak telâkki edilmekte olduğu idi. Ben bu

tehlikeye ilke düzeyinde ülkemin dikkatini çekmek istedim, o

kadar! Bunu yaparken de bu nükleer

çöpleri Türkiye'ye göndermek isteyen yabancı mahfeller hâriç Türkiye'de

kimseyi ve hiçbir kamu kuruluşunu suçlamadım. Aksi büyük bir haksızlık

olurdu.



Zâten gizli olarak ülkeye sokulmak

istenen bu çöplerden hangi kamu kuruluşunun haberi olabilirdi

ki! Benzer

bir durumu göz önüne alacak olursak, Türkiye'ye gizli olarak sokulan

uyuşturucuların tümünden kamu kuruluşlarımızın haberi olabiliyor mu

ki!



Akl-ı selîm sâhibi ve önyargısız

kimseler kamuoyunu aydınlatmak irâdemin (bunun bana vermekte olduğu bütün

zahmetlere, çilelere, mâruz kaldığım iftirâlara, Medya'nın muhtelif kesimlerinde

şahsımı hedef alan tehdit ve şantajlara, aba altından sopa gösterme efeliklerine

rağmen) ne kadar yerinde ve ne kadar isâbetli olduğunu: 1) zamanın Isparta

Vâlisi'nin açıklamaları ile 2) TAEK eski başkanı Prof.Dr. Atillâ özmen'in

beyânını da göz önünde tutarak teslîm edeceklerdir,

umarım.



Bundan ötesi ise lâf-u güzahtır,

dedikodudur, öküzün altında buzağı arama, kedinin uzanamadığı ciğere pis demesi

ve konunun önemini tahfif etme ihtirâsıdır, gündemi değiştirme, dikkati başka

yönlere çekme stratejisidir.






* *

*









[1]Bu panel ve bu panelde özellikle Isparta'da gömülen ve Konya'da yapılan

nükleer çöpler hakkında söylediklerim

çevre Gazetesi'nin Nisan 1996 târihli 9. sayısında haber olarak

verilmiştir.

[2]Türkiye Yabancı Devletlerin çöplüğü Olmamalıdır! Başlıklı bu makālem Yeni Şafak gazetesinin 1

Mart 1997 târihli nüshasında yayınlanmıştır.


Tasarım & Geliştirme | kerataif