Buradasınız

ÜSKÜDAR'IN KAYBOLAN KOKULARI


ÜSKÜDAR'IN KAYBOLAN

KOKULARI


Ahmed Yüksel

ÖZEMRE





Sakın "Bir şehrin kendisine has

kokuları da olur muymuş?" demeyin! Nasıl ki Marcel Proust'un1

(1871-1922) içtiği bir çaydan aldığı şeftali lezzeti kendisini, çocukluğunun o

zamana kadar bîgâne kalmış olduğu bâzı hâtıralarına geri götürmüşse, zaman zaman

beni de alâkasız bir kokunun belli belirsiz idrâki baş döndürücü bir girdabın

karşı konulmaz câzibesiyle birdenbire "Çocukluğumun Üsküdar'ı"na

çeker.

Hiç unutmam, 1960'lı yılların

ortalarında, külüstür bir otobüsle Gelibolu'dan İstanbul'a dönerken Keşan'da

yemek molası verilmişti. Serdengeçti bir şoför sâyesinde âsâbımızın iyice

törpülendiği bir yolculuktan sonra herkes bitkin perîşan, önünde mola verilen

lokantaya giriyor iken burnumu gıdıklayan bir et kokusu birdenbire içinde

bulunduğum ahvâli idrâkimden sildi süpürdü; beni, âdetâ tayy-ı mekân ve tayy-ı

zaman ettirerek 1940'ların ortalarına, Üsküdar'da Merkez Karakolu'nun yanından

Atlamataşı'na giden Karacaoğlan Sokağı'ndaki sakātatçı dükkânlarının önüne

götürüverdiydi. Bunların özel camekânlarına henüz doldurmuş oldukları pişmiş

koyun kellelerinden tüten buharların nefis kokusu ciğerlerimi doldurmaktaydı.

Oysa Keşan'daki lokantada pişmiş kelle yoktu; orada yemek zorunda kaldığım sulu

köftenin sindirim sistemimde sebeb olduğu sıkıntıya ise, bütün tıbbî tedbirlere

rağmen tam üç gün tahammül etmek zorunda kalmıştım.

Şimdi Karacaoğlan Sokağı'nda gene

sakātatçılar var; ama eskiden özellikle Selâmsız'ın, Bulgurlu Mescid'in ve Çavuş

Deresi'nin "fukarâ-i sâbirîn"inin et niyetine alabildikleri tek gıda olan pişmiş

kelle ve onun nefis kokusu artık, kaldıysa, hâtıralarda yaşıyor. Fukarâ-i

sâbirînin sâde yağ ihtiyâcını karşılayan iç yağlarının insanı bayan kokusu da

yok artık. Bunun yerini de "sağlığa yararlı" terânesiyle ama nelerle mülevves

oldukları bilinmeyen margarin(!) yağları, ya da sıvı yağlar almış

bulunuyor.

Üsküdar'ın kaybolan kokularından biri de lodosda Şemsipaşa-Salacak-Harem

ekseninde ortaya çıkan iyot ve yosun kokularının karışımı olan müstesnâ bir

esanstır. Üsküdarın denizi ve havası öylesine kirli ki artık, havadaki kirlilik

herhâlde iyodu iyotluktan çıkarmakta; yosun da denizin kirliliği dolayısıyla

eski sâfiyetini kaybetmiş bulunmaktadır.


Kuşkonmaz Camii önünde voli çeviren

balıkçı tâifesinin karaya çektiği ağlardan fışkıran envâi çeşit tâze balığın

kokusu da unutuldu gitti. Onun yerini eski arabalı vapurunun rıhtımında dizili

ve Norveç liparisini palamut, orkinos yavrusunu da torik diye Üsküdar'ın nev

zuhur sâkinlerine rahatlıkla gagalayan balıkçıların tezgâhlarındaki içi geçmiş

balıklarının ağır kokusu devraldı.



Gökgürültülü sağnaklı havalara refâkat

eden, genzi yakan ozon kokusu da artık duyulmuyor Üsküdar'da. Hava öylesine

kirli ki herhâlde şimşeklerle beraber oluşan ozon bu kirliliğe katkıda bulunan

serbest radikallerden birine kimyasal olarak yapışıp tabîatını değiştirdiğinden

kokusu da artık kalmıyor olsa gerek.

özlediğim kokulardan biri de

Eskihamam'ın2

külhanında yakılan dişbudak ve meşe kütüklerinin sâkin bir havada mahallemizin

üstüne hafif bir tül gibi yayılan kokusudur. Son zamanlarda bu hamamın

külhanında yakılan gazete ve sâir kâğıtların kokusundan da, uçuşup

balkonlarımıza yapışan kurumlarından da el aman! Buna karşılık, çocukluğumda hiç

haz etmemiş olsam da, "Üsküdar Arastası'nın içine sinmiş olan o keskin rutûbet

ve is kokusunu zaman zaman özlüyorum" desem, inanır

mısınız?

Eskiden Üsküdar böylesine bitişik nizam

beton yığınlarıyla dolu değilken, evlerin ve konakların sokağa bakan bahçe

duvarlarından sarkan mor salkımların ve kezâ leylâkların bayıltıcı kokularını

hatırlayan acabâ kaç kişi kaldı Üsküdar'da? Üsküdar'ın çarşısını Davutpaşa

Camii'nden Yeniçeşme'ye kadar ılgıt ılgıt parfümleyen o ıhlamur ağaçları nerede

şimdi? İnanır mısınız, Halk Caddesi'nin üst kısmına Doğancılar semtine doğru,

kısa zamanda büyüyüp iyi gölgelik veriyor diye Belediye tarafından dikilmiş ve

gâlibâ 1960-1970'lerde gene Belediye tarafından sökülmüş olan aylandızların3

o kerih kokusuna dahi hasretim ben!

Baharda konakların bahçelerinden

yükselen şebboy kokuları, pencerelerin önündeki karanfillerin ve sardunyaların

kokularıyla cümbüş ederdi. Toygar Tepesi'nde Necmettin Okyay hocaefendinin ve

Doğancılar Açık Türbe Sokağı'nda Şekerci Güzeli Hasan Alptekin'in evlerinin

civârından geçenler, bu zevâtın gülistanlarından yükselen gül kokularıyla mest

olurlardı. Heyhât, Üsküdar'ın nev zuhur sâkinlerinde bu muhteşem "çiçek

kültürü"nün zerresi yok!

1935'den 1985'e kadar, Kavak (ya da

Balaban) İskelesi ile Kuşkonmaz (Şemsipaşa) Camii arasında yer almış olan

İnhisarlar (Tekel) İdâresinin tütün işleme tesisleri arasındaki beton

yoldan geçerken genzimi yakmış olan tütün yapraklarının o saf kokusunu şimdi

acabâ kaç kişi hatırlayıp arıyor Üsküdar'da?

Ya aksi istikâmetteki, Kavak İskelesi

ile çöp İskelesi arasında kalan ve Anadolu'dan gelen büyük ve küçük baş

hayvanların çatanalara bağlı mavnalarla Sütlüce mezbahasına sevkedilmezden önce

bekletildikleri açık ahırların ağır kokusunun hiç benim gibi bir özleyeni hiç

kaldı mı acabâ?

Üsküdar'da biz artık kavrulan kahvenin

kokusuna dahi hasretiz. Nerede Uncular Sokağı ile Saim Efendi amcanın "Attâr

Dükkânı" arasındaki Vâhid'in, Merkez Karakolu'nun karşı sırasındaki İhsan'ın,

Moskof Fırını'na mücâvir Nûri'nin, Yeniçeşme'deki Avram'ın, Selmanağa Câmii'nin

karşı sırasındaki ve Taşçıbaşı Kahvehânesi'nin karşısındaki dibekçilerin,

Alptekin Pastahânesi'ne komşu Nedret'in ve daha birçoğunun dükkânlarından dışarı

taşan mis gibi kahve kokuları? Şimdi artık hâlis ve tâze kahve içmek isteyenler

Eminönü'de Mısır çarşısı'nın arkasında ya Kurukahveci Mehmet Efendi'ye ya da

Kahveci İhsan ve Mahdumları'na kadar uzanmak zorunda. Üsküdar'da kahve,

tâzeliğini terkettiği ambalâjlar içinde kişiliksiz, "merhaba"sız, sohbetsiz,

beşerî sıcaklıktan yoksun "market"lerde satılmakta. Satışı da gördüğüm kadarıyla

pek fazla değil; rağbet sanki daha çok "Nescafé"ye.

Saim efendinin "Attâr Dükkânı"ndan

sonra Gülfem Hâtun Câmii'ne giden Eski Mahkeme Arkası Sokağı'nın girişinin karşı

köşesindeki leblebici ile şekerci Zekeriyâ beyin dükkânının birkaç dükkân

aşağısındaki leblebicinin kavurdukları leblebinin kokusunun bir başka revnâkı

vardı. Annemle sinemaya giderken bu dükkânlardan tâze kavrulmuş leblebi ile

baklava şeklinde kesilmiş leblebi helvası almak, sinemadan dönerken de evde

pudra şekeri karıştırarak yemek üzere leblebi unu almak vaz geçemediğimiz bir

âdet mesâbesindeydi.

Hasretini çektiğim kokulardan biri

de: Ramazan'larda yumurtalı, sucuklu,

pastırmalı ramazan pidelerinin Moskoflu

fırınından, Merkez Karakolu'nun karşısındaki (sâhibi rahmetli Adnan Menderes'e

benzeyen) Tepsi fırınından, Şekerci Hasan efendinin birkaç dükkân ilerisindeki

bir başka Hasan efendinin fırınından ya da Kadir beyin Ömer Kenan Eczânesi'ne

bitişik Devecioğlu fırınından iftara yakın dışarı taşan, buram buram tüten

kokusudur. Şimdilerin Üsküdar'ında belki 10-20 misli sayıda fırın olmasına

rağmen, bu kabil bir sipâriş almaya yanaşan fırın bulmak çok ama çok zor olduğu

gibi alelâde pidelerin lezzeti de eskilerinin çok dûnunda.

Üsküdar'ın bir daha geri dönmemek üzere

kaybolmuş, hasretini çektiğim bir başka has kokusu da yaz aylarında Fıstıkağacı,

İcâdiye, Bağlarbaşı ve Kısıklı semtlerine hâkim olan kekik kokusuydu. Büyük

çamlıca Tepesi'nin eteklerinde "kır sefâsı"na çıktığımız zaman bu râyihâyı derin

nefeslerle ciğerlerimize doldurmak ne kadar da sarhoş

ediciydi!...

Sakın bana "Üsküdar'ın mâzîde kalmış

olan bu kokularının yerine ne gibi farklı kokular ikāme edildi?" diye sormayın!

Üsküdar'a bir zamanlar damgasını vurmuş olan Merhamet ve

Sehâvet kanayan yaraların

kaşınmamasını âmirdir.






* *

*








[1]Marcel Proust : Fransız yazar. Yayımı 1913 den 1927 ye kadar süren

Kayıp Zamanın Peşinde başlıklı eseriyle ün yapmuştır. Bu eserde

edebî eserin konusunun, günlük ve monden hayatın kısır akışının ötesinde, zihnin

düşündüğü âlemin ebedîliğini keşfetmek olduğu temasını

işlemiştir.

[2]Eskihamam: Doğancılar Caddesi, Uncular Caddesi ve Darı Sokağı'nın

kavuştuğu yerde, Nevşehirli Dâmat İbrâhim Paşa'nın 1728'de yaptırtmış olduğu

çeşmenin karşısında kurulu, kadınlar ve erkekler için ayrı bölümleri bulunan,

15. yüzyılda inşâ edilmiş bir çifte hamam. Bulunduğu semte adını da vermiştir.

Benim doğduğum Münib Paşa Konağı Doğancılar Caddesi'nde, Balaban semti ile

Eskihamam semti arasında tam ortada bulunmaktaydı.

[3]Aylandız: Sedefotugiller (Rutaceae) familyasından, halk

arasındaki adı osuruk ağacı; lâtince ismi alianthus glandulosa.


Tasarım & Geliştirme | kerataif