Buradasınız

TÜRKİYE ATOM ENERJİSİ KURUMU (TAEK) BAŞKANI SAYIN OKAY ÇAKIROĞLU'YA AÇIK MEKTUP

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)

Başkanı Sayın OKAY ÇAKIROĞLU'ya

AÇIK MEKTUP

Muhterem Kardeşim Okay bey,

Nûriye Akman'ın sizinle yapmış olduğu ve Zaman gazetesinin 15 ve 16 Nisan 2007 târihi nüshalarında yayınlanan röportajındaki açıklamalarınız beni, bâzı konulardaki eksik ve hatâlı informasyonlarınızı tamamlamak ve düzeltmek için size bu "Açık Mektub"u yazmak ve Internet'te www.ozemre.com adresindeki web sitemde yayınlamak zorunda bıraktı.

* 21 Ocak 1985 – 06 Nisan 1987 arasında TEAK Başkanlığı'nın çilesini çekmiş olmam hasebiyle sizin aynı görevdeki idârî çilenizin azametini herhâlde en iyi değerlendirebilecek olanlardan biriyim. 1956'da kuruluşundan bugüne kadar Atom Enerjisi Komisyonu Genel Sekreterlik Teşkilâtı ve bunun 1982'denberi uzantısı olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, gelip geçmiş birkaç değerli Genel Sekreter ve Kurum Başkanı'nın yanında, maalesef, hükûmetlerin nereye yerleştireceklerini bilemedikleri ve ne yazık ki bu işi kavraması da, ilmine ve stratejisine hâkim olması da mümkün olmayan kimselerin, emekli bürokratların, emekli askerlerin ve hattâ baytarların bile en üst makāmda göreve getirilmiş olduğu bir üvey evlât muamelesi görmüştür.

Bu bakımdan TAEK Başkanı makāmına sizin gibi bir Fizikçi'nin atanmış olmasını en azından hayrlı bir emâre olarak kabûl etmek gerekir. Bu makāmda Fizikçi olarak: Prof.Dr. Fahri Domaniç (Genel Sekreter), Erol Barutçugil (vekâleten), hem Fizikçi ve hem de Atom Mühendisi olarak bendeniz Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre (Kurum Başkanı), Doç.Dr. Atillâ Özmen1 (uzun süre vekâleten, sonra asâleten Kurum Başkanı), Prof.Dr. Yalçın Sanalan (Kurum Başkanı), Prof.Dr. Cengiz Yalçın (Kurum Başkanı), Prof.Dr. Mehmet Tomak (Kurum Başkanı) görev yapmışlardı ve şimdi de siz, Okay Çakıroğlu görev yapmaktasınız.

Bu makāmda Atom Mühendisi ya da Nükleer Mühendis Diploması'na sâhip yalnızca 3 kişi görev yapmıştır: 1) Prof.Dr. Sâdık Kakaç (vekâleten Genel Sekreter), Prof.Dr.h.c. Nejat Aybers (Kurum Başkanı, 1981-1984) ve bendeniz Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre (Kurum Başkanı, 1985-1987).

Bu makāmda ayrıca fizik kökenli 2 radyobiyolog: Doç.Dr. Emin Özbaş2 (vekâleten Kurum Başkanı) ve Dr. Erdener Birol (vekâleten Kurum Başkanı); ve 4 de kimyâcı görev yapmıştır: Dr. Nuri Refet Korur (Genel Sekreter), Dr. İlhan Ölmez3 (vekâleten Genel Sekreter), Prof.Dr. Nâmık Kemal Aras (vekâleten Kurum Başkanı), Prof.Dr. Mehmet Ergin (Kurum Başkanı).

Kurumun Atom Enerjisi Komisyonu Genel Sekreterliği'nin 1956 yılında 6821 sayılı yasa ile kurulması ve 1982 yılında 2690 sayılı yasa ile Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na dönüşmesinden bugüne kadar geçmiş olan 51 yılda, eğer hâfızam beni yanıltmıyorsa, siz de dâhil olmak üzere 14 adedi Genel Sekreter ve 11 adedi de Kurum Başkanı olmak üzere bu TAEK'i 25 kişi4 sevk ve idâre etmiştir. Ortalama görevde kalma süresi, böylece: 24 ay ve 15 gün kadardır.

* Zamanın Başbakan'ı rahmetli Turgut Özal ile aram her zaman iyi olmuştur. Kendisiyle her istediğim zaman görüşebilmişimdir. Ve [makāmı Cennet olsun!] Turgut Özal bendenizi: 1) sonuna kadar desteklemiş, 2) îtimâd etmiş, 3) hiçbir işime ve idârî tasarrufuma karışmamış, ve 4) pek az olan idârî taleblerimi de her zaman tatmîn etmiştir. Ben de bu îtimâdı kötüye kullanmamış; kendisini zırt pırt rahatsız etmemiş; 2690 sayılı yasanın TAEK Başkanı'na vermiş olduğu yetkileri: 1) kimseye danışmak gereğini duymadan, 2) tereddüde düşmeden, 3) sonuna kadar dirâyet ve selâbetle kullanmışımdır.

TAEK Başkanı olarak ne bir Devlet Bakanı'na ve ne de Başbakanlık Müsteşarı'na bağlıydım. Çeşitli bakanlar ve Müsteşar dâvet ettikleri zaman dâvete icâbet ederdim. Bana herhangi bir bakandan ya da Müsteşar'dan Başbakan adına hiçbir yazılı taleb gelmemiş, ama bunların bâzısı benden şifâhî olarak yasalara ve diğer mevzuata aykırı ve hattâ TAEK'in işlerine müdâhele gibi taleblerde bulunmuşlardır. Bunları da kesinlikle ve sebeplerini kendilerine açıklayarak tereddüt etmeksizin reddetmişimdir.

Sanırım bu açıklamalarım, Nûriye Akman'ın röportajına yansımış olan: "Ahmet Yüksel Özemre de bir devlet bakanına bağlıydı veyâ müsteşara hesap veriyordu. Zaten sıkıntılar oradan çıktı. Başbakanla konuşmak istedi, konuşulmadı, olmadı" şeklindeki gerçeğe uymayan informasyonunuzu ve kanaatinizi tashîh etmenizi sağlar.

Bununla beraber bendeniz bu görevde, ortalama kalma süresinden iki ay daha uzun bir süre yâni 26 ay 15 gün kalabildim. Bunun sebebleri:

  1. A) 2690 sayılı yasanın TAEK Başkanı'nın doğrudan Başbakan'a bağlı, Müsteşar düzeyinde olmasının haysiyetinin idrâkini zinde tutmamın, B) Ankara'nın yüksek bürokrasisinin TAEK Başkanı'nı köle kılmak isteğine karşı koymamın ve C) her türlü saçma ve hukuksuz talebi reddetmemin bürokraside doğurduğu hoşnutsuzluktur.
  2. Bürokrasinin TAEK'e 200 sağcı militan yerleştirmek konusundaki baskısına kesinlikle karşı çıkmış, kāle bile almamış olmamdır.
  3. Gene Bürokrasinin Kurum'da pekçok komünist bulunduğu ve bunların işten atılması yönündeki telkinlerine de:

"TAEK Başkanı olarak tâbî olduğum 2690 sayılı yasa benim görevlerimi en açık biçimde sıralamıştır. Bunların arasında, bana, mâiyetimdekilerin dinî ve siyasî îtikâdlarını 1) izlemek, 2) kollamak; bu îtikâdlarından dolayı bunları: A) istintak yâni sorgu-sual etmek, B) taltîf etmek, C) cezâlandırmak yönünde, yâni kısacası bunların vicdânlarını vesâyet altında tutmak şeklinde bir vecibe yükleyen tek bir madde yoktur! İslâmiyet'te Cenâb-ı Peygamber'e bile müminlerin vicdânlarının vesâyeti verilmemişken, hiç kimsenin benden mâiyetimdekilerin vicdânlarına vasî olmamı beklemeye hakkı yoktur! Ben kendimi Devlet'in kolluk kuvvetlerinin, istihbârat örgütlerinin, savcılarının ve hapishânelerinin yerine koyamam. Kendimi bunların yerine koymak görgüsüzlüğünü göstersem, bu takdîrde de 2690 sayılı kanûnda tâdât edilmiş olan görevlerimi yapmam mümkün olmaz. Mâiyetimdekilerin dinî ve siyasî inançları beni Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı olarak hiç mi hiç ilgilendirmiyor; yeter ki bu inançlarını kendilerine verilmiş olan resmî görevleri engellemek husûsunda bahâne olarak kullanmasınlar! Bu takdîrde de beni ilgilendirecek olan yalnızca Disiplin Yönetmeliği'dir" şeklinde cevap vermiş olmamdır.

Nitekim Turgut Özal kalp ameliyatı için A.B.D.ne Houston'a gittiğinde Ankara'da bâzı bakanlar ve bürokratların gayretiyle "627 kişilik TAEK'de 400 komünisti koruyan bir kripto-komünist" olduğum iftirâsıyla TAEK Başkanlığı'ndan azlim kotarılmıştır5.

* Muhterem Kardeşim, "İTÜ'deki de nükleer değildir şu anda. Enerji Enstitüsü'ne dönüşmüştür. Nükleeri bırakmıştır. Ama orada bir reaktör vardır" şeklindeki beyânınızı yadırgadığımı ifâde etmeliyim. Hâlen bu Enerji Enstitü'sünün Nükleer Araştırmalar Anabilim Dalı'nda 8 Profesör, 4 Doçent, 2 Yardımcı Doçent ve 6 da Araştırma Görevlisi olmak üzere tam 20 nükleerci görev ve araştırma yapmakta ve lisân-ı hâl ile de sizi nakzetmektedirler!

* Nûriye Akman'ın Kurum dışı nükleer uzmanlara hiç danışmadığınız hakkındaki soruya vermiş olduğunuz "Elimizde bir veri tabanı var. Bu konularda yetişen bütün bilim insanlarının müktesebatlarını çıkardık. Hepsiyle temas hâlindeyiz. Mektuplaşıyoruz" şeklindeki cevabın da garibime gittiğini itiraf etmeliyim. Herhâlde mâiyetiniz bu konuda sizi yeterince bilgilendirmiyor. Aşağıdaki listede, alfabetik sırayla, çeşitli konularda TAEK dışındaki nükleer uzmanlardan hâlâ bu konularla aktif olarak uğraşan sâdece birkaçını ve yanlarına da müktesebatlarına delâlet edecek olan bilgilerle takdîm ediyorum:

  1. Dr. Ulvi Adalıoğlu* [Doktorasını Nükleer Mühendislik dalında Michigan Üniversitesi'nde/ABD'nde yaptı. Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi (ÇNAEM) Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı]
  2. Prof.Dr. Çetin Algüneş [ÇNAEM eski Müdür Yardımcısı, Trakya Üniversitesi öğretim üyesi]
  3. Prof. Dr. Vural Altın [Boğaziçi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Nükleer Bilimler Anabilim Dalı eski Başkanı, TÜBİTAK Danışmanı]
  4. Prof.Dr. Ahmet Bayülken* [Doktorasını Fransa'da Sorbonne Üniversitesi'nde "Nükleer Santrallerin Ekonomik Hesapları" üzerine yaptı. İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Reaktör Müdürü, ÇNAEM eski Müdür Yardımcısı, Enerji Bakanlığı Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi Koordinatörü ve Danışmanı]
  5. Doç.Dr. Halûk Berkmen [ODTÜ eski öğretim üyesi, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden emekli]
  6. Dr. Necmi Dayday* [Doktorasını Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü'nde Nükleer Mühendislik dalında yaptı. ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski üyesi, UAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden emekli]
  7. Prof.Dr. Turan Enginol [Doktorasını Almanya'da Nükleer Mühendislik dalında yaptı. ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı, Boğaziçi Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı]
  8. Em. Büyükelçi Ömer Ersun [Eski Ottowa, Stockholm ve Cenevre BM nezdinde büyükelçi; özellikle nükleer enerjinin uluslararası hukuk ile ilgili konularında uzman]
  9. Doç.Dr. Çetin Ertek* [ÇNAEM'in kuruluş dönemi araştırıcılarından, UAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden emekli]
  10. Prof.Dr. Şarman Gençay* [İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski öğretim üyesi, ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü eski üyesi]
  11. Prof.Dr. Melih Geçkinli [Doktorasını Stanford Üniversitesi'nde/ABD'nde yaptı. İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar Anabilim Dalı öğretim üyesi]
  12. Prof.Dr. Osman Kemal Kadiroğlu [Doktorasını Nükleer Mühendislik dalında Massachussetts Institute of Technology'de/ABD'de (MIT'de) yaptı. Hacettepe Üniversitesi Nükleer Mühendislik Bölümü eski Başkanı]
  13. Önder Öner* [ÇNAEM Nükleer Reaktör İşletme Bölümü eski Başkanı, UAEA Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden emekli]
  14. Prof.Dr. Atillâ Özalpan [İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi ve ÇNAEM Radyobiyoloji Bölümleri eski Başkanı, ÇNAEM eski Müdürü, Haliç Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı]
  15. Prof.Dr. Ali Nezihi Bilge [ÇNAEM eski Müdürü, İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski Müdürü]
  16. Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre* [Nükleer Mühendislik diplomasını Temmuz 1958'de Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü'nden aldı. ÇNAEM eski Müdürü, TAEK eski Başkanı, Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi'nde TEAŞ Genel Müdürü Baş Danışmanı]
  17. Lütfi Sarıcı [Akkuyu Nükleer Santrali İhâlesi esnâsında TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi'nin vekâleten Başkanı]
  18. Prof.Dr. Altan Tapucu [Nükleer Mühendislik diplomasını 1960'da Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü'nden aldı. İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü eski öğretim üyesi ve École Polytechnique de Montréal/Kanada Mühendislik Bölümü eski Başkanı]
  19. Dr. Erdinç Türkcan* [Energie Centrum Nederland (ECN) eski Nükleer Bölüm Başkanı, 300 MWe'lik Borssele nükleer santralinin 15 yıl boyunca denetçisi, IAEA Uzman Sistemleri ve Nükleer Güvenlik eski Uzmanı]

Burada isminin yanında yıldız (*) işâreti bulunanlar NÜKTEK Grubu üyeleridir. Yukarıda tâdât edilen 21 kişiden 11'i öğrencim olmuş olan bu zevât arasında yalnızca Prof.Dr. Şarman Gençay sizin onu UAEA Genel Direktörü Baradey geldiğinde Ankara'ya dâvet etmiş olduğunuzu, diğerleri ise kendilerine danışmak üzere sizden herhangi bir teşebbüsün vâkı olmadığını ifâde ettiler. Sizin bendenizle de bugüne kadar herhangi bir temâsınız vâkı olmamıştır.

* NELSAK diye bir kurumun olmadığını, onun yerine bir anonim şirket olan NELSAŞ olduğunu iddia etmeniz de gerçeği yansıtmamaktadır. 44. Bülent Ulusu Hükûmeti'nin sonlarında 2 Kasım 1983 gün ve 166 sayılı Kanûn Hükmünde Kararnâme ile Nükleer Elektrik Santralleri Kurumu (NELSAK) kurulmuş ve Resmî Gazete'de ilân edilmişse de bu, kâğıt üzerinde ve hiçbir zaman kuvveden fiile çıkartılmayan bir kurum olarak kalmış ve sonunda 1993 yılında 3743 sayılı yasayla kaldırılmıştır.

* Bendeniz 2003 yılında Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı'nı, TAEK'in bu bakanlığa bağlanmasının fâhiş bir hatâ olduğu konusunda uyardımdı. Bu uyarımı 30 Ocak 2004 târihinde MÜSİAD'ın İstanbul Ritz Oteli'nde tertip ettiği Enerji Politikası Paneli'nde 300 küsur kişinin önünde yüzüne karşı bir kere daha hatırlattım. Bu tasarrufun uluslararası alanda aleyhimize bir faktör olacağına ve Türkiye'de de kanûn dışı uygulamalara yol açabilme potansiyeline sâhip olduğunu beyân ettim. Bunun için Delf Tapınağı'nın baş kâhini olmak gerekmiyordu; bu konudaki milletlerarası hukuka ve millî hukuka vâkıf olmak yeterliydi.

Fakat Bakan, herhâlde izzet-i nefsine yediremedi ki, bu dostâne uyarıları kāle bile almadı. Danıştay Beşinci Dâiresi'nin Mustafa İlhan Dinç (Başkan), Yurdagül Dinçsoy (Üye) İzge Nazlıoğlu (Üye), Sâlih Er (Üye), Esen Erol (Üye), Mustafa Kılıçhan (Üye), M. Nihat Turan (Üye) ve Sadri Bozkurt'un (Üye) iştirâkiyle oybirliğiyle alınmış 4 Ekim 2005 gün ve 2004/5302 sayılı kararı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı'nın buna dayanarak yapmış olduğu idârî tasarruflarındaki haksızlığını apaçık ortaya koymakta ve insanı acı acı düşündürmektedir.

İdârede hatâ yapılması kaçınılmazdır; ancak esas olan Danıştay'ın tokadına mâruz kalmadan hatâdan rücû etmesini bilmektir. Bu da ancak işin ehline karşı evhamlı olmamakla mümkündür. Makām çoğu kez insanları teshir eder. Bir makāma vâsıl olan çok kimsenin kendinde üstün kapasiteler ve dokunulmazlık vehmettiğini; kimseye ihtiyâcı olmadığına inanmaya başladığını ve kendisini gitgide artan bir yalnızlığa sürüklediğini; kendisini yanlışlar konusunda uyaranlara da düşmanları, kötülüğünü isteyenler gözüyle baktığını çok gözlemişimdir.

Rahmetli babam da, 28 Ekim 1969 târihinde Atom Enerjisi Komisyonu tarafından oybirliğiyle ÇNAEM'e Müdür tâyin edildiğimde, bana: "Oğlum; şerefü-l mekân bi-l mekîn, yâni bir makāmın şerefi onu işgal edenden ötürüdür. Sen sen ol da bu makām sana şeref kazandırmasın! Sen o makāmın şerefini yüceltecek işler yap! Hâdimü-l hudemâ, yâni hizmetkârların hizmetkârı ol!" dediydi.

Şimdi söz konusu Danıştay kararına dönecek olursak bu karar 2690 sayılı TAEK yasasının 3., 6., 12. ve 13. maddelerine atıfta bulunulduktan sonra tıpıtıpına şöyledir (bâzı ibârelere vurgu bana aittir):

Görüldüğü üzere anılan Yasada Atom Enerjisi Kurumunda personele ilişkin düzenlemelerin Başbakanın onayıyla yürürlüğe girmesi ve sözleşmeli olarak çalıştırılacak personelin Başbakanın onayıyla belirlenmesi kurala bağlanmıştır.

Başbakana tanınan bu yetkilerin başka bir merciye devredilebileceğine ilişkin bir düzenlemeye ise yer verilmemiştir.

Diğer yandan 3046 sayılı Yasa'nın 4. maddesinde "Bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen bakanlık kuruluşları, Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile, Başbakanlıkla veyâ diğer bakanlıklarla ilgilendirilebilir" kuralına yer verilmiş ve 27.11.2002 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 2002/792 sayılı Cumhurbaşkanlığı tezkeresi ile TAEK Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığıyla ilgilendirilmişse de bu Yasa hükmü gereğince yapılacak ilgilendirmelerin Yasayla verilen yetkilerin devrini sağlamayacağı açıktır.

Dava dosyasının incelenmesinden dava konusu düzenlemenin Enerji Bakanının onayıyla yürürlüğe girdiği anlaşılmaktadır.

Buna göre yasayla verilen yetkilerin ancak yasayla devrinin mümkün olması ve Enerji Bakanına yetki tanıyan bir yasal düzenleme bulunmaması karşısında dava konusu düzenlemede yetki yönünden hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Öte yandan dava konusu işlemin uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar meydana gelebileceği de açıktır.

Açıklanan nedenlerle, olayda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usülü Kanununun 4001 sayılı Kanunla değişik 27. maddesinin 2. fıkrasında öngörülen koşulların gerçekleşmiş bulunduğu da gözönünde tutularak dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına, 4.10.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

* Nûriye Akman'ın röportajında siz, Danıştay Beşinci Dâiresi'nin söz konusu kararının târihine atıfta bulunarak "O günden sonra da bu karara aykırı hiçbir uygulama yapılmamıştır" demiş olsanız bile insanın aklına "Acabâ 27.11.2002 – 4.10.2005 arasında geçmiş olan 1042 günde TAEK'de kaç aykırı uygulama yapılmıştır? Bunlar Danıştay kararına göre telâfî edilmişler midir?" sorusuyla birlikte sizin TAEK Başkanı olmanızla "TAEK'in web sitesinden Atom Enerjisi Komisyonu üyeleri ile Danışma Kurulu üyelerinin isimleri neden kaldırıldı?" sorusu geliyor. Bunların isimleri ve CV'leri yoksa çift ayyıldızlı bir Devlet sırrı mıdır ? Yoksa bu zevât da mı sayın Başbakan'ın imzâsıyla değil de sizin inhânız ve Enerji Bakanı'nın tasdikiyle atanmış ve dolayısıyla aldıkları bütün kararlar hukukî bakımdan keenlemyekûn yâni hukukî bakımdan geçersiz olan kimselerdir?

Bugün bendeniz "Eğer böyle kadük kararlar varsa bunları da tashîh etmeniz, ettirmeniz gerekir" diye sizi uyarıyorsam bu, günün birinde bunun peşinden gidecek başkalarının ortaya çıkması ihtimâline karşı tedbir almanız içindir, muhterem Kardeşim.

Ayrıca, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı'nın Danıştay kararıyla yasaya aykırılığı hükm ve tescil edilmiş olan idârî tasarrufu hakkında re'sen bir karar almış olması muhâldir. Bu konu sizin bir yazınızla onun önüne gitmiş olmalıdır. Eğer siz TAEK Başkanı olarak bu işin yasaya aykırı olduğunu biliyor idiyseniz, bu vahim bir durumdur: siz, bile bile, size îtimâdı tam gözüken bir Bakan'ın Danıştay'dan tokat yemesine sebep olmuşsunuz demektir. Ama eğer bu işin yasal vechesini bilmeden bu işi Bakan'ın önüne götürmüşseniz bu bence daha da vahimdir; zîrâ işgal ettiğiniz makāmın mevzuatını bilmiyor, ya da mâiyetiniz sizi hukukî konularda nedense uyarmıyor. veyâhut da mâiyetiniz sizi uyarsa bile siz burnunuzun dikine gidiyorsunuz demektir.

Muhterem Kardeşim; hasbelkader ÇNAEM Müdürlüğü, TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliği, TÜBİTAK Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Merkezi [yeni Marmara Araştırma Merkezi] Kurucu Kurul üyeliği, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığı, Borusan Boru Sanayii A.Ş. Genel Müdürlüğü, TAEK Başkanlığı gibi yüksek idârî görevlerde bulunmuş; ve Türkiye'yi yıllarca Nato Bilim Komitesi'nde, OECD Nükleer Enerji Ajansı Yürütme Kurulu'nda, UAEA nezdinde ve CERN Konseyi'nde temsil etmiş bir ağabeyinizin tavsiyesini dinleyecek olursanız, bir kuruluşu mâcerâsız, en güvenli ve en iyi idâre tarzı: 1) geçerli yasalara, tüzüklere ve yönetmeliklere ve bunlarla çelişkili olmayan yetkili kurulların kararlarına kesinlikle uymak; 2) âmirlerin ve yetkili kurulların mevzûata uymayan ricâ, emir ve kararlarına karşı da işten atılmayı ya da istifâ etmeyi de göze alarak mücâdele etmektir.

* Röportajdaki "Reaktör bir enerji üretim tarzıdır. Gaz yerine, kömür yerine nükleer reaksiyondan ısı alan bir termik santraldır. Dolayısıyla bir ülkenin reaktörü olması teknolojide çok ileri olduğu anlamına gelmez. Ermenistan'ın reaktörü var. Bulgaristan'ın altı tane reaktörü var. Teknolojide çok mu ileriler?" şeklindeki ifâdenizde nükleer santrallere [tıpkı sayın Enerji Bakanı gibi] yalnızca bir enerji üretim aracı olarak bakmanızı çok sığ, çok oportünist, çok karamsar, çok isâbetsiz ve de Türkiye'nin teknolojik atılımı için çok tehlikeli bulduğumu açıkça ifâde etmek isterim.

Eski Sovyet Sosyalist Cumhûriyetleri Birliği'nin bir çeşit sömürgeleri olan Ermenistan'a ve Bulgaristan'a nükleer güvenlik ârızalı nükleer santralleri metazori gagalaması başka şeydir; Hindistan ve Güney Kore'nin kendi nükleer teknolojilerini zıpçıktı heveslerle değil, sağlam bir ilimle ve sarsılmaz bir siyâsî irâdeyle geliştirerek çağ atlamaları başka şeydir. Türkiye'nin nükleer geleceğinin Hindistan ya da Güney Kore misâliyle kıyaslamak ve bunlara gıbta etmek, Allah aşkına, size ters mi geliyor? TAEK Başkanı'nın misâl verirken yanlış anlaşılmalara yol açmayacak kadar fehâmet, iz'an, idrâk ve temyîz sâhibi gibi davranmasını beklemek hakkımızdır. Ayrıca şunu belirteyim ki Bulgaristan'da çalışmakta olan sâdece 2 nükleer reaktör kalmıştır. Devamlı ârızalı ve bu sebebden ötürü de tehlike arz eden dördü AB ile UAEA'nın ortak baskılarıyla nihâyet kapatılmıştır.

* "Biz reaktör yapmıyoruz ama bal gibi jumbo jetleri uçuruyoruz. Bir uçağı uçurmak da benzer bir titizlik gerektirir. Dolayısıyla bizim nükleerimiz olmadığı için bu sınıfı atlayamamış olduğumuz anlamı çıkmaz buradan. Başka konular var Türkiye'nin kotardığı. Biz bilârdoda dünya şampiyonuyuz meselâ. Bilârdo fizik demek, strateji demek. Yâni bizde o öz olmasaydı nasıl şampiyon olurduk? Dolayısıyla nükleerin olmaması mahvolduk, perişanız anlamına gelmez" beyânınıza gelince: 1) "Reaktör [herhâlde nükleer santral denilmek istenmiş] yapmıyor ama bal gibi jumbo jetleri uçuruyoruz"un mantıksal yapısında mugalataya kaçan bir zâfiyet var! Nükleer santral yapmak teknolojiye hâkim olmayı gerektirir; jumbo jet uçurmak ise yalnızca eğitimle kazanılan bir beceridir, o kadar! Yâni bu ikisinin kavramsal içeriği çok farklıdır. 2) Türkiye'nin kotardığı başka konular arasında bilârdoda Dünyâ şampiyonu olmamızla ilgili espriyi ve bunun tazammun ettiği mantıksal sonuçları da maalesef anlayamadım. Fehâmetlerine çok güvendiğim birkaç dostuma sordum; onlar da anlayamamışlar. Ricâ etsem de bir dahaki kamuya hitâbınızda bu kadar soğuk ve anlamsız espriler yapmasanız! Millete ters geliyor, anlayamıyorlar; ve anlayamayınca da milletin gönlü bulanıyor, TAEK Başkanlık makāmı hakkında şüphelere gark oluyorlar.

* Nûriye Akman'ın ÇNAEM'deki nükleer yakıt pilot tesisinin çalışıp çalışmadığına ilişkin sorusunu: "Çalışmasından kastınız nedir? Yâni o ne için çalışacak? Reaktörümüz mü var ki? Yakıt mı üretecek? O pilot tesiste, uranyumun bir sürü kimyasal işlemden geçirilip, acaba reaktörlerde kullanılacak uranyum oksit hâline çevrilebilir mi, çevrilemez mi, bu test edilmiştir zamanında. O dönemde Enerji Bakanlığı'mızın bir reaktör satın alma düşüncesi vardı. İşlemler devam ederken TAEK yöneticileri 'mademki reaktör satın alınıyor, yakıt tesisini de biz yapalım. Ülkemizin yakıtını milli kaynaklardan temin edelim' gibi bir duygu ve düşünceyle hareket etmişlerdir. Reaktör satın alınmadığı takdirde böyle bir yakıt tesisinin işliyor olması gibi bir düşünce olamaz. Bu işlevini tamamlamış, orada proses oturtulmuş, fizibilitesi, ekonomisi vs.ne bakılmış ve know how geliştirilmiştir" şeklindeki beyânınız bu konuya kulaktan dolma dahî bir vukufunuzun olmadığını ortaya koymuştur:

1) ÇNAEM Nükleer Yakıt Tesisi "uranyum, oksit hâline çevrilebilir mi çevrilemez mi" diye test edilsin amacıyla kurulmamıştır. Uranyumun "sarı pasta" hâlinden oksit hâline çevrilebildiğini Dünyâ âlem 1930'ların sonlarındanberi bilmektedir. Dolayısıyla bunun test edilmesine hiç mi hiç ihtiyaç yoktur.

2) ÇNAEM Nükleer Yakıt Tesisi, aşağıda da ayrıntılarıyla açıkladığım gibi, bu konuda Belçikalılar'ın vermiş oldukları son derece pahalı ve kifâyetsiz bir teklife karşı kendi elemanlarımızın daha iyisini yapacaklarını ispatlamak için giriştikleri bir çeşit teknolojik hayrlı ve isâbetli meydan okuma (İng. challange) ya da bahse tutuşma idi.

3) "Reaktör satın alınmadığı takdirde böyle bir yakıt tesisinin işliyor olması gibi bir düşünce olamaz. Bu [nükleer yakıt tesisi] işlevini tamamlamış, orada proses oturtulmuş, fizibilitesi, ekonomisi vs.ne bakılmış ve know how geliştirilmiştir" lâfı eşyânın tabîatına aykırıdır. Bu bir pilot tesistir, nükleer yakıt fabrikası değildir. Üstelik bu nükleer yakıt tesisi de, bunun projesi de daha hâlâ tamamlanmış değildir.

Şimdiki hâlde muattal vâziyetteki ÇNAEM Nükleer Yakıt Tesisi'nin gerçek hikâyesi şöyledir:

1982 yılında bir Belçika Firması ÇNAEM'de çok küçük çapta bir Nükleer Yakıt Pilot Tesisi'nin inşaı için Kurum'a bir teklif vermişti. 1982 yılı râyicine göre 2.750.000.000,- TL'na çıkacak olan bu tesis için, Kurum'un o zamanki bütçesinin 1.450.000.000,-TL olması hasebiyle, malî imkân bulunamamış ve dolayısıyla bu proje askıda kalmıştı.

1985 yılında bu projeyi yeniden canlandırmak üzere bu projeye gönül bağlamış olanlar yeni TAEK Başkanı olarak bana müracaat ettilerdi. Kurum'un ÇNAEM'de çok iyi yetişmiş, hepsi de yüksek mühendis, biri doçent ve üçü de doktor olan aşağı yukarı 20-25 kişilik bir Nükleer Yakıt Teknolojisi ekibi vardı. Bu ekibin çekirdeğini ben ÇNAEM Müdürü iken 1970 yılında kurmuştum. 1985 senesinin Şubat ayında nükleer yakıt teknolojisindeki bu elemanlarımızla birlikte bu projeyi ayrıntılı bir biçimde gözden geçirdikti. 1985 yılı râyicine göre bu projenin fiyatı 9.396.000,-$ tutuyordu. Ve bu Batı'lı zihniyetin Türkiye'nin nükleer konularda ileri gitmemesi, "Kumda oynayıp…" oyalanması için hınzırca tasarlanmış bir projeydi. Firmanın teklifi üzerinde yaptığımız çok ince, çok ayrıntılı incelemede firmanın bize teklif ettiği şekilde bu projenin hem Kurum'un menfaatlerine uymadığı, hem komple bir proje olmadığı, hem de bundan elde edilmesi umulan neticelerin elde edilemeyeceği anlaşıldığından Nükleer Yakıt Teknolojisi Bölümündeki elemanlarımızla beraber bu projeyi yeni baştan ele aldım. Mart 1985'ten i'tibâren bu projenin kâğıda dökülmesinden sonra Kasım 1985'den i'tibâren de bu proje % 100 Türk katkısı, % 100 Türk emeği ve % 93 yerli malzemeyle, ve Belçikalıların teklif ettiklerinden en az 10 misli kapasite arttırımıyla, gerçekleştirildi. 31 Ekim 1986 târihindeki resmî açılışını da rahmetli Ord.Prof.Dr. İlhâmi Cıvaoğlu yaptıydı.

Bu projenin gerçekleştirilmesi, buna harcanan zaman zarfındaki el emeği ve bu projeye yardımcı olacak bir takım ölçü aletleri ve meselâ sinterizasyon fırını gibi büyük bir âletin ithâliyle beraber bu proje Kurum'a sâdece 256,5 milyon TL'ya (ya da 361.268,-$'a) mal oldu. Böyle bir projenin, böylesine ucuz bir fiyata mal edilmesi Kurum'da çalışan elemanlarımıza da fevkalâde büyük bir şevk ve şuur kazandırdıydı. Kezâ böyle bir proje, 45 kişiyi geceli gündüzlü aynı bir mevzua kanalize etmiş ve Türk insanının istediği zaman ne kadar başarılı olabileceğini ve kendi bilgisine i'timâd etmesi gerektiği şuurunu da şevkini de tahkîm etmiş bulunmaktaydı.

Hiç kuşkusuz bu proje sâdece bir gösteri olarak kalmayacaktı. Çünkü bu, Kurum'un uzun vâdeli AR+GE plânlarının ancak bir parçasıydı. Nükleer Yakıt tesisinin açılışını izleyen iki yıl zarfında bu tesisin:

  1. Mikroişlemcilerle proses kontrolü husûsunda ikinci bir projeyle desteklenmesi,
  2. Fiziksel ve kimyasal parametrelerinin ekonomik bakımdan optimize edilmesi,
  3. Çıplak silindirik uranyum oksit lokumlarından zirkonyumla gömleklenmiş nükleer yakıt çubuklarının imâline geçilmesi,
  4. Elde edilen know how sâyesinde 1989 başında da, doğal uranyumlu bir nükleer santralin bir yıllık nükleer yakıtını imâl edebilecek endüstriyel bir nükleer yakıt fabrikasının tam ölçekte dizaynını yapabilecek bir ekibin oluşturulması, ve en önemlisi de
  5. 1989 yılında ilk "yüzde yüz Türk" bir nükleer yakıt demetinin bir yıl süreyle bir nükleer santralin reaktöründe test edilmek üzere Kanada'ya gönderilmesi

plânlanmıştı.

İşin en acı tarafı şudur ki benim TAEK Başkanlığı'ndan ayrılmamdan sonra gelen ve hepsi de fizikçi olan TAEK Başkanları bu projeye gerekli ilgiyi gösterip de bu projenin tamamlanmasına katkıda bulunmamışlardır. Bu da her fizikçiden nükleer mühendislik konusunda peşînen [bırakın âlim olmayı] bilgili ve de meraklı olmasını beklemenin ne kadar hayâl kırıcı olduğuna da, hayrlı bir işin üzerine eğilip onu tamamlamak husûsundaki aczlerinin temelindeki sebebin, en azından, nükleer mühendislik nosyonuna sâhip olmamalarından kaynaklanmakta olduğuna da, sanırım, yeterince ışık tutar. Ne yazık ki bâzı TAEK Başkanları TAEK'in gerçek meselelerine, yalnızca, realiteyi deforme eden opak bir bürokrasi gözlüğüyle bakmışlardır.

* Nûriye Akman'ın ÇNAEM'deki TR-2 araştırma reaktörünün niçin çalıştırılmadığı sorusuna verdiğiniz "Üç yıl içinde Sinop'ta büyük bir araştırma reaktörünü devreye alacağız. İstanbul'daki jeoloji ve depremsellik böyle tesislere müsaade etmiyor. Zaten 5 megavatla çalıştırılmama sebebi de oradaki sismik verilerdir" şeklindeki cevabın birinci cümlesine cân u gönülden "İnşâallah; ve Allah bu konudaki sa'yinizi meşkûr etsin!" diyorum. Ama bu cevabınızın son iki cümlesinin realiteyle yakından uzaktan hiç ama hiçbir ilgisi yoktur.

TAEK Başkanlığı'na atanmamın akabinde uğraştığım konulardan biri de bize Belçikalılar tarafında 5 MWth gücünde diye gagalanmış olan TR-2 araştırma reaktörünün 2,5 MWth'den yukarı bir güce çıkamamasıydı. Ne yazık ki bu reaktör bu hâliyle kabûl edilmiş ve bunun telâfisi için gerekli itiraz süresi de dolmuştu. Bunun üzerine İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü öğretim üyelerinden (şimdi merhûm öğrencim) Doç.Dr. Hasbi Yavuz'u bu işi halletmek üzere tam yetkiyle görevlendirdim. TR-2'ye kompakt bir Alfa-Laval ısı eşanjörü ile iki adet de soğutma kulesi ilâve etmekle bu iş Ağustos 1985 sonunda başarıyla ikmâl edildi. TR-2 benim emrimle ve [Atom Mühendisi olmamın bana verdiği bilgi, deneyim ve özgüvenle] sorumluluğunu yüklenmemle tam 10 yıl, yâni 1995 yılına kadar 5 MWth gücünde çalıştı.

1995 yılında gene bir fizikçi TAEK Başkanı aşırı bir evhama kapılarak bu araştırma reaktörünün Güvenlik Analizi Raporu'nun hazır olmadığı gerekçesiyle TR-2'yi durdurdu. Bu aşırı bürokratik tasarruf Türkiye'nin tıbbî radyoizotop ihtiyacının yaklaşık % 70 kadarını ve sınaî radyoizotop ihtiyâcının da % 10 kadarını karşılayan Radyoizotop Üretim Bölümü de birdenbire fiilen işsiz ve görevsiz bıraktı. Bunu izleyen yıllarda, Radyoizotop bölümünün bütün üretim hücreleri söküldü ve zamanında yurt dışına radyoizotop üretim hücreleri ve know how satmış olan ÇNAEM Radyoizotop Bölümü târihe karıştı. Bu, radyoizotop ithâl eden tüccarların ekmeğine yağ sürdü. Artık Türkiye'nin ihtiyâcı olan bütün radyoizotoplar ithâl edilmeye başlandı ve Türkiye 12 yıldır dışarıya toplam yüzlerce milyon dolar döviz ödeyip durdu.

TR-2 araştırma reaktörünün 2004 yılında, nedendir bilinmez, bu sefer de 300 kWth gücünde yâni nominal gücünün % 5'i kadar bir güçte çalıştırılmasına izin verildi.

Yâni muhterem Kardeşim Okay bey, TR-2'nin durdurulmasının sebebi sizin hayâl etmiş olduğunuz gibi "sismik veriler" değildir. TR-1 ve TR-2 inşâ edilirken inşaatçı ingiliz şirketinin göz önüne almış olduğu deprem ivmesi 0,4g dir. Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi'nde bile ihâleye çıkarılan nükleer santralin, santral sitinin sismik özellikleri dikkate alınarak, Richter ölçeğine göre 8 şiddetinde bir depreme dayanıklı olabilmesini temin amacıyla deprem ivmesi 0,25g alınmıştı. Hatırlatmam gerekir ki Türkiye târihinde vuku bulmuş olan en şiddetli deprem 1939 yılındaki Erzincan depremidir ve Richter ölçeğine göre şiddeti de 7,9 dur. Nitekim 17 Ağustos 1999 târihinde vuku bulan 7,8 şiddetindeki depremde de reaktörün ana binâsında ve havuzunda hiçbir hasar vuku bulmamıştır. Buna karşılık daha az dayanıklı inşâ edilmiş olan reaktörün ana binâsının önündeki atölye, lâboratuvar ve toplantı salonunu ihtivâ eden müştemilâtın duvarlarında çatlaklar oluşmuştur, o kadar.

Ne yazıktır ki insanların çoğu, bu konudaki cehâletlerinden ötürü, nükleer reaktörleri ve santralleri en ufak bir depremde hemen yıkılıp etrafa radyoaktif serpintiler saçacak kadar entipüften yapılar olarak vehmederler. Oysa her nükleer santral ve her reaktör tesis edildiği yerin geçmişte mâruz kalmış olduğu sismik faaliyetler göz önünde tutularak inşâ edilir.

Hâlen işletimde olan nükleer reaktörlerin % 20 kadarı önemli sismik faaliyeti olan bölgelerde ve, hattâ Japonya'da olduğu gibi, bâzen tam fay hattının üzerinde kurulu bulunmaktadır. Buna rağmen şu âna kadar da deprem dolayısıyla bir nükleer reaktörün hasara uğramış olduğu işitilmemiş, kayıtlara geçmemiştir. Buna, hakkında Basın'da, gerçeğe aykırı olarak, depremde hasar gördüğü yaygaraları kopartılmış olan Ermenistan'daki Metzamor nükleer santrali de dâhildir.

Temmuz 1993'de Japonya'da Hokkaido kıyılarında vuku bulan 7,8 şiddetindeki büyük depremde depremin episantrından yalnızca 95 km uzakta bulunan 550 MWe'lik "Tomari-1" ve "Tomari-2" reaktörleri hiç etkilenmeden çalışmağa devam etmişlerdir. Ocak 1994'de Kalifornia'da Richter ölçeğine göre 6,6 şiddetinde vuku bulan depremde hepsi de PWR tipi olan 1070 MWe'lik "San Onofre-2", 1080 MWe'lik "San Onofre-3", 1073 MWe'lik "Diablo Canyon-1" ve 1087 MWe'lik "Diablo Canyon-2" nükleer santralleri normal olarak çalışmağa devam etmişlerdir. Kezâ 28 Aralık 1994'de Kuzey Japonya'yı vuran 7,5 şiddetindeki deprem de civardaki, sizin beğenmediğiniz BWR tipi 11 nükleer reaktörde hiçbir hasara yol açmamıştır. 17 Ocak 1995'de Japonya'da vuku bulan 7,2 şiddetindeki Kobe depreminde deprem alanı içindeki 2 nükleer reaktörde hiçbir hasar oluşmamıştır. 21 Eylûl 1999'da Taiwan'da vuku bulan 7,3 şiddetindeki depremde ise Chinshan ve Kuosheng'deki 3 reaktör de otomatik olarak durdurulmuş ve hiçbir hasar olmamıştır.

* Nûriye Akman'ın Dr. Erdinç Türkcan'dan söz ettiğinde, birdenbire onun hakkında "Hayır, tanınmış filan değil. Nükleerci değildir o adam. Ne olur CV'sine bakın… 38 sene Hollanda'da çalışmış. Nükleer ile ilgili hiçbir şey yok… Ne olur bir paperlarına bakın. Bu kişi Türkiye dışından da maaş alıyor" diye celâllendikten sonra yelkenleri suya indirip de "Bu şahsı tenzih ederim. Yâni muhterem bir şahıs olabilir. Ama ona eksik bilgi verilmiş. Bu sorular bir, bir buçuk kişinin beyninden çıkan sorulardır" demenizdeki tezatlara, çelişkilere hayret etmemek elde değil. Kullandığınız ithamkâr ve aşağılayıcı uslûb bir TAEK Başkanı'na hiç mi hiç yakışmıyor.

Erdinç Türkcan önce İstanbul Üniversitesi Fizik'de ve sonra da 1962-1963 yılında İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü'nde benim öğrencim olmuş ve bu eğitimler sonunda Fizik dalında Lisans ve Nükleer Mühendislik dalında da Master derecesini almıştır. Bu eğitimlerin üstüne bir de Hollanda'da Eindhoven Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisi diploması almış ve Delft Üniversitesi'nde de doktorasını yapmıştır. 1964-1997 arasında ismi sonradan Hollanda Enerji Araştırma Merkezi'ne (Energy Centrum Nederland: ECN) dönüştürülen Petten Nükleer Araştırma Merkezi'nde Nükleer Mühendislik Bölüm Başkanlığı'na kadar yükselmiştir. Bu arada Hollanda'nın: 1)300 MWe'lik Borssele nükleer santralinin 15 yıl boyunca denetçisi olmuş, ve 2) elektrik üreten ilk rüzgâr santralini gerçekleştirmiştir. 1997-2001 arasında Delft Teknoloji Üniversitesi Fakülteler Arası Reaktör Enstitüsü ile ECN arasındaki kooperasyonu ifâ etmekle görevlendirilmiş, ayrıca Delft Üniversitesinde dersler vermiştir. 2001 yılında hak ettiği emekliliğini alıp Türkiye'ye dönerek İTÜ Elektrik Fakültesi'nde Abdi Dalfes Lâboratuvarı'nı kurmuş ve gerek Hollanda'da gerekse Türkiye'de pekçok öğrenci yetiştirmiştir. Nükleer enerjinin çeşitli alanları, sodyum teknolojisi ve sinyallerin gerçek zamanda ayıklanmalarını temin eden sistemler hakkında 600 kadar makalesi vardır. Ümid ederim ki bu kadar bilgi sizin bu zât hakkındaki kanaatinizi tashîh etmeğe yetecektir.

* Muhterem Kardeşim; "Bu kurumu çalıştırmak istemeyen insanlar olmuştur. Eğer bu kurumun elli senelik faaliyetlerinde aksamalar varsa bunun sebepleri de vardır. Sizin sorularınızın büyük bir kısmı bu kurumu fena hâle düşürmek için, beni kötülemek için hazırlanmış sorulardır" şeklindeki beyânınızı okuyunca cidden çok ama çok üzüldüm.

Sizin TAEK Başkanlığı'na atanmanızdan itibâren altı ay Kurum'da çok iyi bir vahdet havası esmişti. Ne oldu da bu altı aydan sonra, kulağımıza eriştiği kadarıyla, Kurum personeliyle aranız bozuldu? En yakın mâiyetinize karşı bile sinirlilik ve tahammülsüzlük göstermeye başladınız. Bizler bu durumu uzaktan hep üzüntüyle izledik. NÜKTEK'in dâvetlerine de icâbet etmediniz ki üzerinizdeki bu kubûziyetin ifnâsı için elimizden geleni yapıp sizi rahatlatalım. Her yeni TAEK Başkanı'nın baş tâcı edilmesi beklenemez. Bana da TAEK Başkanlı'ğımda ve bu görevden ayrıldıktan sonra neler yapıldıydı. Bunların hepsine tahammül gerekir. Önemli olan bunlar değil TAEK Başkanı'ndan TAEK'e kalacak olan miras ve hoş sedâdır. Ama bunun ötesinde şimdiye kadar, Çernobil kazâsı hâriç, "TAEK'i fenâ hâle düşürmek" isteyen kimse çıkmamış, kimse tesbit edilmemiştir. Orada da konu TAEK değil, Basın'ın hedef almış olduğu bendim. Nûriye Akman röportajında onun TAEK'in düşmanı olduğuna işâret eden tek bir emâre göremedim. Kezâ bu hanım sizi niye kötülemek istesin ki? Diğer röportajlarda da müşâhede ettiğim kadarıyla onun stili böyle. Karşısındakini konuşturmak için konuya iyi hazırlandığı intibaını veriyor ve muhâtabını da azıcık rahatsız edici, reaksiyona sürükleyici, azıcık "gıcık" sorular soruyor. Siz pekalâ âsabınızı bozmadan ve milleti suçlamadan da iknâ edici bir tarzda bu sorulara, bir TAEK Başkanı'na yakışır biçimde, sükûnetle cevap verebilirdiniz. Lûtfen X-şahıslar olsun, Dr. Erdinç Türkcan olsun, Nûriye Akman olsun ya da röportajda değindiğiniz [her kimler ise] o birbuçuk kimseler gibi şahıslar hakkında izhâr ettiğiniz vehimlerinizden bir ân önce kurtulmaya bakınız!

* "Boiling water reaktörleri güvenli görmüyoruz… Biz seçici kurul değiliz. Biz hükümetimize sâdece mühendislik danışmanlığı yaparız. Seçimi özel sektör yapar… Dünyada bin megavat [herhâlde "1000 MWe gücünde" demek isteniliyor; mâlûm ya Fizik'te de, Nükleer Mühendislik'de de ve ölçüme dayanan diğer bütün konularda da "ölçüm birimleri" çok önemlidir] reaktör kurmak isteyen bir ülke iki bin kişiyi yetiştiriyor. Biz 5 bin megavatı hedefliyoruz önümüzdeki on yıl için. Demek ki 10 bin kişi yetiştirmemiz lazım…Türkiye'nin teknolojik olgunluğunu küçümsemeyin. Herhangi bir reaktörü aldığı zaman Türkiye bunun yüzde kırkını yapabilir" beyânlarınız da hep isâbetsiz ve de yanlış bilgilere dayanan beyânlardır.

Sayın Bakan "Teknolojiyi daha açıklamıyoruz" diyor ama arkasından "En yaygın teknolojiyi alacağız" diyerek PWR teknolojisine işâret ediyor. Siz "Biz seçici kurul değiliz… Seçimi özel sektör yapar" diyorsunuz ama sanki seçici kurulmuşsunuz gibi BWR tipi reaktörleri devre dışı bıraktığınızı söylüyorsunuz. Bunun selâbetli bir tutum olmadığının ve kimsenin de gözünden kaçamıyacağının sayın Bakan da siz de herhâlde farkında değilsiniz. Eğer "Biz kesinlikle Rusya'nın, Ermenistan'ın ve Bulgaristan'ın başına büyük dertler açmış olan, nükleer güvenliği fevkalâde zayıf olduğu kanıtlanmış eski WWER tipi reaktörleri tümüyle dışlamış bulunuyoruz. Bu konuda özel sektörün de bu kabil bir teknolojiyi seçmesine aslâ izin vermeyeceğiz" diyebilseydiniz herkes bu isâbetli kararlılığınız karşısında sizlere ancak şapka çıkarırdı. Ama BWR tipi reaktörleri peşinen reddederseniz bunları, sayın Bakan'ın o şâhâne modeline (!?) göre, kim seçecekse onun elinden firmaları biribirlerine kırdırma imkânını da kısıtlıyorsunuz demektir. Bu bir taraftan süper-hiper liberal tüccar zihniyetiyle davranıp nükleer teknolojinin ticâret erbâbı tarafından seçilmesine cevaz verdikten sonra proteksiyonist [koruyucu] bir biçimde tüccârların serbest rekabetine gem vurmak olmuyor mu? İşte, geliştirilen o şâhâne modelin (!?) ve bu modeli geliştirirken de işin ehli olanların tavsiyelerine değil de yalnızca nefslerinin dürtülerine uyanların garâbetleri bunlar!

Bu arada ehli için de ufak bir açıklayıcı not: Önemli nükleer santral kazâları arasında kazâya uğramış BWR tipi reaktör bulunmamasına karşılık Three Miles Island nükleer kazâsında bu santralin reaktörü PWR tipiydi.

Sayın Bakan'a Açık Mektub'umda bu "her reaktörün ikibin kişilik bir kadroya ihtiyâcı olduğu" hezeyânına son Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi'nde teklif edilen santrallerin kadrolarının somut sayılarını vererek bir cevap vermiştim. O açık Mektup'a bir göz atmanızı ricâ ederim.

Evvelki ihâlelerin ayrıntılarını bilmeniz mümkün olmadığından "Herhangi bir reaktörü aldığı zaman Türkiye bunun yüzde kırkını yapabilir" iddianızı yalnızca şahsî bir özleminiz olarak kabûl etmek gerekir. Nükleer santral yapımcıları nükleer santral yapımı esnâsında işbirliği yaptıkları türk inşaat firmalarına kaba inşaatı yaptırırken ancak bunun know how'ını bilip iktisab etmelerine izin vermektedirler ki bu da tüm nükleer santralin % 20 ilâ % 25 kadarı demektir. Diğer bütün kısımlar, nükleer santral yapımcısı eğer size teknoloji satmayı kabûl ederse daha sonraki üniteler için pazarlık mevzuudur. Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi'nde Westinghouse da NPI da teknoloji transferine kat'iyyen yanaşmamışlardı.

* ÇNAEM'deki TR-2 araştırma reaktörü hakkında: "Sonra 1999 depremi olmuş. Deprem sonucu reaktörün sağlığı konusu gündeme gelmiş. Tereddütler olmuş. Çalışmış, çalışmamış. Uzun hikâyeler. Ve maalesef reaktör tam güçte çalıştırılamaz hâle gelmiş. 99'a kadar da önemli ölçüde üretim yapmamış. Çünkü sâdece reaktörde elde etmek kâfi değil. Yanına radyofarmasötik lâboratuvarları kurmanız lazım" şeklindeki beyânınıza ne diyeceğimi şaşırdım. Bunun neresini düzelteyim?

  1. ÇNAEM Nükleer Mühendislik Bölümü'nün hazırlamış olduğu TR-2 Nükleer Güvenlik Raporu mevcûd olmasına rağmen bu rapor kale alınmadan fizikçi bir TAEK Başkanı'nın aşırı evhâmı yüzünden TR-2 rektörü 1995 yılında durdurulmuştur. Bu durdurmanın 17 Ağustos 1999 depremi ile hiç ama hiçbir alâkası yoktur. Depremden tam 4 sene önce durdurulmuştur.
  2. Hâlen ÇNAEM'de, zâten, 1993 yılındanberi başarılı bir faaliyette bulunan bir Radyofarmasötik Bölümü vardır. Hâlen bu bölüm Radyofarmasötik Birimi diye yeniden adlandırılmıştır. Kurulduğundanberi de radyofarmasötik geliştirmekte ve imâl etmektedir. Sizin TAEK Başkanı olarak bundan habersiz olmanıza doğrusu fevkalâde taaccüb ettim.

* "Ahmet Yüksel Özemre gayet tabiî birçok konuda doğruları söylemektedir. Arzu ederdim ki o mektubu bana yazsaydı. Açık mektup ile haberleşmek, netice üretmek amacının dışında amaçlar da taşıyabilir. O konuları teşhir etmeseydi, benim ona söyleyeceklerim olurdu" beyânınızı ele alalım.

Muhterem Kardeşim; eğer bir Bakan ya da bir TAEK Başkanı Türkiye'nin nükleer araştırma ve uygulamaları ve de nükleer enerjinin sulhçu amaçlara yönelik kullanımı konusunda milletin bilgisine ya da sağduyusuna ters gelen şeyleri, ve hattâ bâzı saçmalıklarını Basın yoluyla teşhir ederlerse, doğru bilinenleri teşhir etmek de Türkiye'ye karşı borçlu olduğum bir görev anlayışıyla, zorunlu olarak: 1) Türkiye'nin ilk Atom Mühendisi, 2) Önce İlmî İstişâre Heyeti sonra da sanırım dört dönem TAEK Danışma Kurulu üyesi, 3) Üç dönem Atom Enerjisi Komisyonu üyesi, 4) ÇNAEM Müdürü, ve 5) TAEK Başkanı olmuş; 6) İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü'nde 12 yıl Reaktör Teorisi hocalığı yapmış; 7) Türkiye'nin Nükleer enerjiye geçmesi için 1968'de 1985'de ve 1998'deki teşebbüslerinde bilfiil görev almış; 8) Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi'nde Prof.Dr. Ahmet Bayülken ile birlikte 223 sayfalık nihaî "Akkuyu Nükleer Santral İhâlesi Değerlerdirme Komisyonları" Raporlarını, Ve Muhâlefet Şerhlerini Değerlendirme Raporunu yazmış; Türkiye'yi: 9) UAEA nezdinde, ve 10) OECD-Nükleer Enerji Ajansı Yürütme Kurulu'nda yıllarca temsil etmiş; 11) Nükleer konularla ilgili A. Yüzlerce makale, B. 2 ders kitabı; C. 3 kitap tercüme, ve ayrıca da Ç. Nükleer ilimler ve nükleer uygulamalar hakkındaki deneyimlerini ve mücâdelelerini Türkiye'nin Çernobil Çilesi, Ah Şu Atom'dan Neler Çektim!, Çernobil Komplosu, Akademik Yıllarım başlıklı kitaplarıyla yayınlamış olan ve bu işin Türkiye'de hasbelkader duayeni olan, bana düşmektedir. Zîrâ böyle bir durumda bana telefonla başvurmuş olan yüzlerce kişiyi tatmîn etmem mümkün değildir.

Ben de bu işi gene bir çeşit Basın yoluyla, Internet'teki kendi web sitem aracılığıyla yapmaktayım. Bunda alınacak gücenecek bir şey olmaması gerekir. Basın yoluyla bir sürü saçmalığı millete ilimmiş, hikmetmiş gibi takdîm ederek milletin aklını karıştıranların gene Basın yoluyla bir cevap almaları normaldir.

* Nûriye Akman'ın "[Ahmed Yüksel Özemre'nin] söylediklerinin çoğu doğru dediğinize göre, Bakan'ın ortaya koyduğu modelin yanlışlığını siz de kabul ediyorsunuz" müdâhalesine karşı sizin: "Model yok ortada, yapmayın! (Gülüyor) Bunlar eksik bilgiden kaynaklanıyor. Keşke bana sorsaydı ben ona iki çift şey söylerdim. 'Haaa!' derdi" demenizi yadırgadım.

Muhterem Kardeşim; ya sizin sayın Bakan ile bir iletişim kopukluğunuz var, ya da sayın Bakan'ın röportajının ilk gününde: "Hayır, çünkü bu kez modelimiz farklı. Orada santralı devlet yapıyordu. Biz daha evvelki sıkıntıları bildiğimiz için bunun kamuya yük olmasını istemedik. Bu yüzden işte ihale değil yarışma olacak. Kanunda belirtilen seçim süreci sadece teşvikten yararlandırılacak konsorsiyumun seçimine yönelik. Santral yapımcısı yani teknoloji sahibi firma seçimi kastedilmiyor. Nükleer santralın özel şirketlerce kurulması durumunda santral sahibi bu şirket ya işletmeciliği de üstlenecek ya da işletici bir şirketle anlaşarak sözleşme altında çalıştıracak", … "Bizim modelimiz bir özel sektör şirketinin teşviklerden yararlanmak üzere başvuru yapmasını öngörüyor" demiş olduğunu okumamışsınız.

Bir teknokratın bir bakanı böylesine alenen yalanlıyor durumuna düşmesi tehlikelidir. Size sayın Bakan ile aranızdaki bu zâhirî zıtlığı en kısa zamanda izâle etmenizi birâderâne hislerimle tavsiye ederim.

* "Ahmet Yüksel Özemre konjonktürel bilgilere sahip değil. Bugün ne oluyor dünyada, bilmiyor. Sadece teorik konuşuyor. Sözünü ettiği o idealize tablo dünyanın hiçbir yerinde yok" iddianızı gülümseyerek okudum. Bu iddia, ne yazık ki, ne sayın Bakan'ın ve sizin isâbetsiz icraat ve iddialarınızı ifnâ edebilir ve ne de üretilen modelin Türkiye'ye hayrlı olacağını ispat edebilir. Bunca yıl nükleer uygulamaların içinde olmuş ve işin güvenlisini, isâbetlisini, pratiğini bilen ve nükleer enerji konusunun gelişmesini Internet'ten Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve Almanca gazetelerde ve uzman web sitelerinde günü gününe izleyen, ve işin daha da önemlisi bu konudaki bilgi ve deneyimi müsellem kimselerle sürekli bilgi alış-verişi ve istişâre içinde olan birisi için bu iddia bendenizi bu vasıflarımla yakından tanıyanları da epeyi gülümsetti.

* Nûriye Akman'ın: [Ahmet Yüksel Özemre'nin] Konjonktürü bilmediğini hiç sanmam. Hayatının 50 yılını bu işe vermiş. Bakın siz de Sayın Bakan da eski teknolojilerle ilgilenmediğinizi, kurulacak santralın en son, en yeni teknoloji olacağını söylüyorsunuz. Yüksel Bey de, "En yeni teknoloji demek aslında en az denenmiş yâni henüz kendisini kanıtlamamış teknoloji, dolayısıyla risk demektir" diyor tesbitine sizin: "Buzdolabınız veya çamaşır makineniz vardır. Gidip en son modeli alıyorsunuz değil mi?" şeklinde bir cevap vermeniz sizin bir TAEK Başkanı'nın izhâr etmesi beklenen ilmî olgunluğundan asla beklenmeyen bir mugalâtadır.

En son model bir buzdolabı ya da çamaşır makinesi satın alındığında bunların hiç kullanılmayacak şekilde bir kazâya uğrayıp da kullanılamaz hâle gelmesinin maksimum ceremesi, yalnızca, bunun bedeli olan 800 ilâ 1500 YTL kadar bir meblâğın kaybıdır. İkinci el bir makine satın almanız da, Arçelik ya da Vestel veyâhut da Westinghouse ya General Electric markalı bir makine satın almanız da bu riskin maksimum düzeyini değiştirmez. Bu makineler de zâten 100-200 civârında parçadan oluşur.

Buna karşılık milyonlarla ifâde edilen parçalardan oluşan bir nükleer santralin bir kazâya uğrayıp da kullanılamaz hâle gelmesinin ceremesi bunun bedeli olan 2,5-4 milyar dolar değil, çevreye olan etkileri bakımından da buna ek olarak birkaçyüz milyar dolar olabilmektedir. Bunun içindir ki bir buzdolabı ya da çamaşır makinesi satın alırken bu işi 10 ilâ 30 dakikada bağlayabilirken, bir nükleer santralin nâmuslu bir şekilde mubâyaası 3 ilâ 5 yıl sürebilmektedir. Bundan nâşî bir nükleer santral mubâyaasında en yeni ve en son teknolojiye değil, fakat mevcûd riskleri minimum seviyeye indirmek için, güvenliği ve güvenilirliği uzun yıllar kanıtlanmış olan bir teknolojiye yönelmek hem iz'an, hem ilim, hem temkin ve hem de sağduyu işidir. Türkiye'nin bundan önceki nükleer santral mubâyaası teşebbüslerinde uygulamış olduğu temel kriterler hep nükleer santralin: 1) kendi menşe ülkesinde lisanslanmış, 2) aynı tipten referans santralinin de son beş yılda güvenli ve güvenilir bir biçimde çalışmış olduğunun kanıtlanmış olmasıdır. Bu kriterler uymayan her zıpçıktı model hem iz'an, hem ilim, hem temkin ve hem de sağduyudan yoksun olarak nükleer santralin riskini arttıracaktır. Böyle bir riskin altına hangi aklı başında kişi girebilir? Burada insanların aklına, arapların: "Külli câhilün cesûrün" darbımeselinin gelebileceği hiç düşünülmez mi?

* Muhterem Kardeşim Okay bey,

Hangi şartlar altında yapılmış olursa olsun, Nûriye Akman'ın sizinle yapmış olduğu bu röportajı kritik bir gözle okuyan âkil herkes, en azından, ister istemez:

  1. TAEK'in geçmişini iyi bilmediğinizi,
  2. ÇNAEM'i iyi tanımadığınızı,
  3. Nükleer Mühendislik nosyonuna ve özellikle de deneyimine sâhip olmadığınızdan bir nükleer santral mubâyaasının azametinden haberdar olmadığınızı,
  4. Bundan dolayı ilme ve deneyime dayalı olmayan, basit olduğunu zannettiğiniz ama Türkiye'yi felâkete sürükleyebileceğini fehm, idrâk ve temyîz edemediğiniz bir modele bel bağlamış olduğunuzu

düşünecektir. Aynı durum tümüyle sayın Enerji Bakanı için de geçerlidir.

Gerek sayın Enerji Bakanı'nı gerekse sizi bu isâbetsiz modelin Türkiye için arz ettiği tehlikeler açısından uyarmak için ben, üzerime düşeni ifâ ettiğimi sanıyorum.

Cenâb-ı Hakk'ın size ve sayın Enerji Bakanı'na lûtufta bulunarak umûrlarınızı hayra dönüştürmesini samimiyetle niyâz ediyorum.

Muhabbetlerimle ve hayr dualarımla…

Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre



[1]  Bu görevden sonra döndüğü üniversitesinde Profesörlüğe yükseltilmiştir.
[2]  Bu görevden sonra döndüğü üniversitesinde Profesörlüğe yükseltilmiştir.
[3]  Bu görevden sonra A.B.D.ne gitmiş ve orada Profesörlüğe yükseltilmiştir.
[4]  Bu 25 kişi, sırasıyla, şunlardır: Dr. Nûri Refet Korur, Fahrettin Batur, Prof.Dr. Fahri Domaniç, İbrâhim Deriner [emekli bürokrat], Nedim Eray [emekli baytar tümgeneral], Dâniş Koper [emekli bürokrat; mühendis olmasına rağmen bu mevkiin çok özel bir uzmanlık işi olduğunu 4 ayda idrâk ederek istifâ etmiştir], İbrâhim Deriner [emekli bürokrat; ikinci kez], Mustafa Erener [emekli bürokrat], Şahin Tulunoğlu [emekli bürokrat], Abdülkadir Yazar [emekli albay], Prof.Dr. Sâdık Kakaç [vekâleten], Mustafa Erener [emekli bürokrat; ikinci kez], Erol Barutçugil [vekâleten], Dr. İlhan ölmez [vekâleten], Prof. Nejat Aybers, Prof.Dr. Namık Kemâl Aras [vekâleten], Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Doç.Dr. Atillâ özmen [uzun süre vekâleten], Prof.Dr. Mehmet Ergin, Prof.Dr. Yalçın Sanalan, Doç.Dr. Emin özbaş (vekâleten), Dr. Erdener Birol [vekâleten], Prof.Dr. Cengiz Yalçın, Prof.Dr. Mehmet Tomak ve Okay çakıroğlu.

[5]  Bk. Ahmed Yüksel Özemre, çernobil Komplosu, Bilge Yayınları, s. 111- 125, 186 -201, İstanbul 2004.

Tasarım & Geliştirme | kerataif