Buradasınız
LOUIS MASSIGNON (1883-1962)
LOUIS
MASSIGNON (1883-1962)
Ahmed
Yüksel ÖZEMRE
Azîz
dost Memduh Cumhur'a
muhabbetle
ithâf olunmuştur
Hayatı
Papa XII. Pius'un (1876-1958),
hakkında: "Katolik bir müslümandır" hükmünü vermiş olduğu Ferdinand Jules
Louis Massignon 25 Temmuz 1883'de Fransa'da Nogent-sur-Marne'da doğmuş, Paris'de
Louis-le-Grand Lisesi'ni bitirdikten sonra
üniversiteden 1904'de târih diploması ve 1906'da da edebî ve konuşulan
Arapça diplomasını almıştır. 1906 yılında Gaston Maspéro'nun[1] yönetimindeki Kāhire
Şarkî Arkeoloji Fransız Enstitüsü'ne atanmıştır.
Massignon, 1906-1907'de Mısır'da
kendisinden 6 yaş büyük, lûtî, fakat daha sonra İslâmiyet'i kabûl edip ihtidâ
eden, ama intihâr ederek hayatına son veren ispanyol Luis de Cuadra'ya karşı
duyduğu şiddetli ihtiras ve bunun neticesinde yaşadığı sefih hayatı, 1908'deki
köklü tövbesinden sonra, "Cehennem mevsimim" diye
nitelendirecektir.
Mezopotomya'da bir araştırma
heyeti ile bulunuyorken Osmanlı makāmları tarafından casusluk töhmetiyle tevkif
edilen Massignon'un, 1908'de 2 Mayıs'ı 3 Mayıs'a bağlayan gece Dicle nehri
üzerinden kendisini Bağdat'a götüren vapurda bıçakla giriştiği intihâr
teşebbüsünün başarısız kalmasının hemen akabinde yaşadığı mânevî bir hâl onu,
birdenbire, hem bu sefih hayatından koparmış ve hem de o zamana kadar şüphe ile
bakıp ilgilenmediği dine yöneltmiştir[2]. Bu olayın mâhiyetini
hiçbir zaman açıklamamış olmasına rağmen bundan sonra gelişen mânevî tekâmülünün
tümünü hep bu olaya bağlamıştır.
geçiren Massignon, kefil ve bedel olarak kendisini casusluk
töhmetinden kurtaran Alûsî ailesinin yanında Bağdat'ta bir müddet kalmıştır.
Hayat ile ölüm arasında iken Alûsîler'in, başucunda, Yâ Sîn sûresini
okuduklarını işitmiş; hayatından ümid kesilmiş olmasına rağmen hızla iyileşerek
8 Mayıs günü de hayata geri dönmüştür. Bu târihten sonra Massignon müslümanlara
karşı sonsuz bir borç ve muhabbet duymaya ve kendisini de yalnızca müslümanların
değil bütün mazlumların kefili ve bedeli olarak idrâk etmeye
başlamıştır.
Fransisken Tarîkatı'nın
[3] sivil (ya da lâik)papazlar zümresine iltihâk eden
Massignon'da bir taraftan Hallâc-ı Mansûr'a, diğer taraftan da Hz Muhammed'in
kızı Fâtımatü-z Zehrâ'ya ve Selmân-ı Fârisî'ye karşı dayanılmaz bir ilgi ve
muhabbet uyanmıştır. Bu zâtlar hakkında bilgi toplamak üzere İstanbul ve Kāhire
kütüphânelerinde araştırmalar yaptıktan sonra 1909 yılında Kāhire'de El
Ezher'e felsefe öğrencisi olarak kaydolan Massignon 1912-1913 de Kāhire'de
yeni Fuad Üniversitesi'nde misâfir profesör sıfatıyla, arapça olarak, "İslâm'da
Felsefî Doktrinler" hakkında 40 ders vermiştir.
1914'de yeğenlerinden biriyle,
Marcelle Dansaert ile evlendikten sonra Fransa'nın Şark Ordusu'nda önce Gelibolu
savaşında ve daha sonra da 1917-1919 arasında fransızlar ile ingilizlerin ortak
Sykes-Picot misyonunda meşhur ingiliz casusu Lawrence'ın faaliyetlerini yakından
izlemekle de görevli istihbârat subayı olarak çalışmış; ve 9 Aralık 1919'da
düşen Kudüs'e Lawrence ile birlikte girmiştir. 1928 yılına kadar Fransız
İstihbârat Servisi için kaleme aldığı raporlar arap milîyetçiliği, arap dili
ve Sûriye'deki Fransız Mandası'nın sorumlularının hatâları hakkındaki isâbetli
tesbitlerini dile getirmektedir.
Birinci Dünyâ Harbi bittikten sonra
Revue du Monde Musulman (Müslüman Dünyâsı Dergisi) direktörlüğünü yapan
Massignon, bu harb sırasında Louvain'de alman ordusunun 26 Ağustos 1914'de
çıkardığı bir yangın sonucu müsveddeleri yanmış olan "La passion d'Al-Hosayn
ibn-Mansour al-Hallaj, martyr mystique de l'Islam exécuté à Bagdad le 26 mars
922" (26 Mart 922'de Bağdat'ta İnfâz Edilen İslâm'ın Mistik Şehidi Hüseyin
İbn Mansûr Hallac'ın Azabı) başlıklı âbidevî doktora tezini[4] yeni baştan yazarak
1922 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde doktora imtihanını başarmıştır. Bu
tezinde İslâm Mistisizmi'nin özgünlüğünü savunmuş; fakat bunun Hıristiyan
Mistisizmi ile olması mümkün temas noktalarına da
değinmiştir.
1919-1924 arasında Collège de
profesör vekili olarak olarak çalıştıktan sonra 1926 yılında, aynı yerde, kürsü
profesörü olarak atandığı İslâm Sosyolojisi Kürsü'nde 1954 yılında emekli
oluncaya kadar ders vermiştir. İslâmî Araştırmalar Dergisi'ni kuran
Massignon 1933 yılında Sorbonne Üniversitesi'ne bağlı École Pratique
des Hautes Études'e (Yüksek Araştırmalar Amelî Okulu'na) bölüm başkanı
atanmış ve aynı yıl Kāhire Arap Akademisi'ne üye
seçilmiştir.
İslâm
dinine, kültürüne ve ahlâkına büyük bir hayranlık duyan Massignon 1934 yılında
mısırlı bir hıristiyan olan Mary Kahîl[6]
ile birlikte Dimyat/Mısır'da Bedeliyye[7]
adını verdiği, duaya ve müslümanlara ferâgat-i nefs ve bir kardeşlik bağı ile
yaklaşmaya dayanan, hıristiyanlara mahsus bir hayır cemiyeti kurmuştur.
Bedeliyye'de hıristiyanlar, özellikle, Cuma Namazı'na denk düşen bir
eş-zamanlıkla İslâm-Hıristiyan kardeşliği için dua
etmekteydiler.
Bu hayır
cemiyetinin kurucusu hâline gelebilmesi için, Massignon'un, "Müslümanlardan
nefret ediyor" diye 1913'de evlenmekten vaz geçmiş olduğu Mary Kahîl'in üzerinde
1934 yılına kadar fevkalâde hayrlı bir tesir icrâ etmiş olduğu âşikârdır. Gene
Mary Kahîl ile birlikte 1940 yılında Kāhire'de, ömrünün sonuna kadar sıkısıkıya
sarılacağı yönlendirici bir fikir olarak "İbrâhimî misâfirperverlik" adına,
Hıristiyanlık ile İslâm arasında bir karşılaşma ve diyalog zemini oluşturmak
üzere Dārü-s Selām Kültür Enstitüsü'nü kurmuştur.
Türkiye'de
Tarsus'da ve Efes'de, kezâ Fransa'nın Brötanya vilâyetinde Côtes d'Armor'daki
Vieux Marché'de halk tarafından "Yedi Uyuyanlar"a izâfe edilen mağaralar
bulunmaktadır. Massignon Kur'ân'da XVIII. sûre olan Kehf Sûresi'nde sözü edilen
"Mağara Arkadaşları"nın (Ashâb-ı Kehf'in) başından geçmiş olanlarla bu
mağaralar arasında kurulan ilişkinin İslâm-Hıristiyan yakınlaşmasına sebeb
olabileceğine inanmış; ve, Efes'in aynı zamanda Meryem Ana, Mecdelli Meryem ve
Havârî Yahyâ dolayısıyla gerek hıristiyanlar gerekse müslümanlar için bir
ziyâretgâh olmasının avantajını kullanarak, Efes'deki ve Brötanya'daki
mağaralara her yıl toplu ziyâretler yapılmasını organize etmiştir. Özellikle de
Brötanya'daki "Yedi Uyuyanlar" mağarasına her yıl Temmuz'da yapılan toplu
ziyârete mutlakā katılmıştır.
II. Vatikan Konsili'nde Musevîlik
ile ilgili bir karar metninin hıristiyanlık-dışı diğer dinlere ve özellikle
İslâm'a da açık olması husûsunda, Konsil üyesi olmamasına rağmen, Papa VI.
Paulus ile Konsil'in üyesi papazları tahrik ve iknâ eden Massignon olmuştur.
"Nostra Aetate Deklârasyonu" denilen bu metin, Katolik Kilisesi'nin
müslümanlar hakkında olumlu beyânda bulunan
ilk resmî belgesidir.
Massignon'un Mısır'da sıkı dostluk
kurduğu şahıslar arasında: 1945-1947 döneminde El Ezher'in rektörü olan Şeyh
Mustafa Abdürrâzîk; ve bu zâtla taban tabana zıd bir tutum içinde bulunan,
müfrit modernizm yanlısı, 1950-1952 arasında Mısır Millî Eğitim Bakanı görevinde
bulunmuş olan Tâhâ Hüseyin (1889-1973); ve kendi sâdık öğrencisi olan, II.
Vatikan Konsili'nin müslümanlara bakışını değiştiren metnin Konsil içindeki
gayretleriyle zeminini pekiştiren Peder Georges Chehata Anawati (1904-1994)
önemli yer tutmaktadırlar.
1947 yılında İran Araştırmaları
Enstitüsü'ne ve Millî Müzeler Komisyonu'na seçilen Massignon 1952
yılında da dâvetli Profesör olarak A.B.D. ve Canada'da dersler vermiş, 1954'de
de yaş haddinden dolayı Collège de France'dan emekliye ayrılmıştır. 75 yaşında
siyâsî faaliyetleri yüzünden bir de tutuklanmış olan Louis Massignon, 79 yaşında
iken 31 Ekim 1962 de Paris'de vefât etmiştir.
Massignon, bütün ömrü boyunca, bir
düşünce ekolü kurmasına ya da görüşlerinin herkes tarafından kabûl edilmesine
engel olan pekçok eksantrik fikir ileri sürmüştür. Ama onun İslâm için duyduğu
köklü ilgi ve muhabbet dolayısıyla açtığı cihâd ilmî eserleri sâyesinde konunun
uzmanları ve bütün ömrü boyunca sürdürdüğü siyâsî faaliyet sâyesinde de fransız
aydınları nezdinde muazzam bir tesir icrâ etmiştir. II. Vatikan Konsili'nde
Kilise'nin İslâm'a bakış açısını değiştirmesi hâriç olmak üzere, Massignon'un
yazıları olsun diğer siyâsî faaliyetleri olsun ona pratikte zaferler kazandırmış
değildir; ama Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında muhabbet ve karşılıklı
saygıya dayanan ortak bir yakınlaşma zemini bulmak için 50 sene süresince
sergilemiş olduğu o muhteşem kararlılığın ve fîsebîlillāh cihâdın Batı'da da
Doğu'da da pekçok aydının din ile olan ilişkilerinin yeniden şekillenmesine yol
açmış olduğu da reddedilmesi mümkün olmayan bir vâkıadır.
Massignon'un İç Âlemi
ve
Bunun Davranışına
Yansıması
25 yaşına kadar dinle hiç ilgisi
olmamış, hattâ uzun süre sefih ve agnostik bir hayat sürmüş olan Massignon'un,
2-3 Mayıs 1908 gecesi, hiç beklemediği bir anda vuku bulan: 1) hayatını bir anda
alt-üst etmiş, 2) kendisinin Fransisken Tarîkatı'nın bir mensûbu olarak dine
dönmesine sebeb olmuş; ama 3) mânevî susuzluktan yanan gönlünü bir türlü tatmîn etmeyen Hıristiyanlığın
yansımalarını, büyük bir cezbe ile, Hz İsâ'nın kader bakımından bir benzeri ve
tecellîsi olarak telâkkıy ettiği Hallâc-ı Mansûr'da, Hz Meryem'in bir başka
tecellîsi olarak telâkkıy ettiği Hz Fâtımatü-z Zehrâ'da[8] ve hıristiyan iken
müslüman olup da Hz Muhammed'in "Benim Ehl-i Beytim'dendir" diye ta'zîz
ettiği Selmân-ı Fârisî'de aramaya sevkeden, kendisine yaşatılmış olan o muazzam
mânevî tecrübe acabâ neydi?
Massignon bütün mânevî tekâmülünü,
yaşadığı bu rahmânî tecrübeye bağlamış ve bunu her fırsatta açıkça
ifâde etmiştir. Dostlarından Paul Claudel'in[9] bu tecrübenin ayrıntılı
hikâyesini yayınlaması için kendisine yaptığı baskılara rağmen Massignon, bu
"lafza sığmaz" tecrübenin mâhiyetinden bahsetmeye aslā yanaşmamış, yalnızca
kendisini bir "Yabancı"nın ziyâret ettiğini beyân etmiştir. Bunu hâtıralarında,
başarısız intihâr teşebbüsünü imâ ederek: "bıçak darbesi beni es geçip de
Sana dokunduğu an" diye dile getirmektedir. Jean Moncelon'a göre[10] Massignon'un o muazzam
mânevî tecrübedeki sırrı, gene kendi ifâdesine göre: "Sonunda her şeyi yakıp
yok eden o semâvî ateşti" (Massignon acabâ "Her şeyi kendine gark ederek
tevhîd eden Nûr" mu demek istemişti?)
Massignon bu rahmânî tecrübeden
sonra:
1.
Sefih
hayatına tövbe ederek mânevîyata yönelmiş;
2.
Evlenmiş;
3.
İbrâhim
Birâder adını seçerek Fransisken Tarîkatı'na girmiş[11];
4.
Hıristiyanlığı red ve terk etmiş
olmasa bile İslâm'ı vahiy dini, Hz Muhammed'i de Allāh'ın elçisi olarak
tanımış;
5.
Hallac-ı Mansûr, Hz Fâtımatü-z
Zehrâ ve Selmân-ı Fârisî'ye insanı hayrete düşüren bir hayranlık beslemiş ve
haklarında pekçok bilgi bulunan bu zevât aracılığıyla haklarında pek az bilgi
bulunan Hz İsâ'yı, Hazret-i Meryem'i ve Havârîleri daha iyi anlamaya
çalışmış;
6.
Yakaladığı ipuçlarıyla
Hıristiyanlık ile İslâm'ın söylemlerinde farklı ama temelde bir olduğuna
inanmış;
7.
Batılı
müsteşriklerin müslüman topluluklarına vermiş oldukları zararları tesbit ve
teslim etmiş; bunları açık açık ifâde ve ilân ederek cihâd etmekden
çekinmemiş;
8.
Hz
İbrâhim'in koruması altında her iki dinin mensûblarının biribirlerini birâderâne
bir muhabbetle anlamaları gerektiğine inanmış;
9.
Daha da
ileri giderek böyle bir diyaloğun tesisi için kendisini kefil ve
bedel olarak idrâk etmiş;
10.
Duaya
ve müslümanlara ferâgat-i nefs ve bir kardeşlik bağı ile yaklaşmaya dayanan bir
hayır cemiyeti olan Bedeliyye'yi kurmuş;
11.
Müslümanlar ile hıristiyanların
biribirlerini muhabbet ve tahammülle anlamaları için dergiler çıkartmış,
kitaplar yazmış, konferanslar vermiş, merkezler ve enstitüler kurmuş, öğrenciler
yetiştirmiş;
12.
İslâm
mistisizminin batılı müsteşriklerin göstermek istedikleri gibi şuradan buradan
toplama senkretist bir mistisizm değil özgün bir mistisizm olduğunu
savunmuş;
13.
Müslümanlarla hıristiyanların
biribirlerini anlamalarının yolunun fıkhî tartışmalarla değil her iki dinin
mistik yanlarındaki ortak noktalar aracılığıyla olabileceğini savunmuş; bunun
için: 1) müslümanları ve hıristiyanları ortak oruç tutmaya, 2) her iki din
mensûblarının yakınlaşmalarını sağlamak üzere kutsal sayılan yerlere ortak
ziyâretler yapmaya teşvik etmiş, ve 3) bu hareketlerde daima başı
çekmiş;
14.
Kilise'nin müslümanlara karşı
nefrete dayanan geleneksel tavrını II. Vatikan Konsili'nde terketmesini sağlayan
zemini hazırlamış; Konsil üyesi olan talebesi Peder Georges Chehata Anawati de
bu zeminin Konsil kararı olarak kayda geçirilmesinde etkili
olmuştur.
1908'den 1962'deki vefâtına kadar
Massignon hayâtının gâyesi olarak addettiği bu tavırlarını: 1) bir cihâd idrâkiyle 2)
cezbeyle, 3) ısrarla ve 4) muhabbetle
sürdürmüştür.
Massignon gençliğinde işlemiş
olduğu günâhların ağırlığını hayatı boyunca keskin bir idrâk ile yaşamış ve
bundan dolayı da mânevî ızdırab ve çile dolu bir ömür sürmüştür. Onun vicdânı,
ancak, bütün günâhkârlara bedel olan bir "adak"
olarak kendisini Allāh'a sunması ve bu adağın gerektirdiği ahlâkî vecîbeleri
gerçekleştirmesiyle nısbî bir huzura kavuşmuştur. Massignon'un her gün yapmakta
olduğu bir duayı kendisine defalarca hatırlatmış olduğunu Vincent-Mansour
Monteil'den[12] öğreniyoruz: "
Allāh'ım! Benim gaddarca öldürülmemi ve hem de bunun bugün vuku bulmasını
lûtfet!"
Massignon, hıristiyan dünyâsında
K. Huysmans (1848-1907) gibi büyüye ve cinlere düşkün bir romancı, papazlıktan
tard edilmiş Boullan gibi bir satanist,
Anne-Catherine Emmerich (1774-1824) gibi ellerinde ve ayaklarında, (Hz
İsâ'nın haca gerilmesi sonucu haca çivilenen el ve ayaklarındakiler gibi fakat
kendiliğinden oluşan) yaralar (stigmat'lar) açılan bir râhibe, kezâ aynı
stigmatlara dûçar olmuş olan Marie des Vallées (1590-1656), Şeyh Mustafa
Abdürrâzîk gibi ortodoks bir müslüman, Tâhâ Hüseyin gibi islâma bakış açısı
iyice çarpık müfrit bir modernist gibi daha çok marjinal şahıslara büyük merak
duymuştur. Boullan'ın Huysmans üzerindeki kötü etkisinin eninde sonunda
Huysmans'ı dine döndürmüş olduğu gibi arkadaşı Luis de Cuadra'nın kendisi
üzerindeki kötü etkisinin de kendisinin dine yönelmesine vesile teşkil etmesi
arasında paralellik kurmuştur. Râhibe Anne-Catherine Emmerich ile Râhibe Mary
des Vallée'de de onu cezbeden, bu kadıların da günâhkârlara bedel
ve adak olarak kendilerini Allāh'a adamış olmalarıdır.
2-3 Mayıs 1908 gecesi vâkı' olan
mânevî hâlin, Massignon'da, ömrü boyu sürecek olan bir cezbe hâli tesis etmiş,
ve kendisinin de bu cezbeyi tek başına hazmetmekten âciz kalmış olduğu
görülmektedir. Massignon bu târihten sonra hep arayış içinde olmuş fakat Kader
onun bu cezbesini kendisine hazmettirip de onu temkin ve sükûna sevkedecek bir
Kâmil Mürşid'i karşısına çıkarmamıştır. İlim adamı olarak verdiği eserlerindeki
isâbetlilik ve ağırbaşlılık ile şahsî ve kamuya açık davranışlarındaki coşkunluk
ve "uçlar"da dolaşması arasındaki tezad: 1) duyduğu suçluluğun telâfisi için
kendisini günâhkârlara kefil ve bedel olarak idrâk
etmesi ile 2) cezbesinin biribirlerini kovalamasının eseri olarak
yorumlanabilir.
Yukarıda da işâret edilmiş olduğu
vechile Massignon Hallâc'da Hz İsâ'nın ve Hz Fâtımatü-z Zehrâ'da da Hz Meryem'in
alter-ego'larını[13] müşâhede ettiği için,
farklı bir dinin insanları olmalarına rağmen, onlara âşık olmuştur. Pekiyi ama
Massignon, Hallâc-Fâtıma-Selmân üçlüsünde, Selmân-ı Fârısî'yi acabâ kimin
alter-ego'su olarak teşhis etmişti de ona bu kadar engin bir muhabbet
beslemekteydi?
Massignon bu konuda sessiz
kalmakta ise de Selmân'ın hıristiyan iken ihtidâ etmiş, Hz Muhammed'in
vefâtından sonra Hz Ali'ye beyât etmiş sâdık bir dost olması
olgularıyla Massignon'un, hıristiyan olmasına ve açıkça müslüman olduğunu hiçbir
yazısında belirtmemiş olmasına rağmen İslâm'ı vahiy dini Hz Muhammed'i de
peygamber olarak kabûl etmesi karşısında pekālâ ihtidâ etmiş sayılacağı; ayrıca
buna rağmen hıristiyan vasfını da aslâ reddetmeyip ona da sâdık
kalması olguları arasındaki paralellikten hareketle kendisini Selmân ile
özleştirmekte olduğunu, yâni Selmân'ı, kendisinin alter-ego'su olarak
teşhis etmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Massignon'un Hıristiyanlık ile
İslâm'ı mukāyese ederken çok isâbetli bir değerlendirmesine de işâret etmeden
geçmek istemiyoruz: "Eğer Hıristiyanlık, temelde, Kitâb-ı Mukaddes'i kabûl
etmeden önce Mesih'in kabûlü ve örnek
alınıp taklîd edilmesi ise, buna karşılık İslâm, Peygamber'in örnek alınıp
taklîd edilmesinden önce Kur'ân'ın kabûlüdür".
Massignon'un İstanbul'a geldiğinde
mutlakā ziyâret ettiği şahıslardan biri
Üsküdar Mevlevîhânesi'nin son postnişîni olan Ahmed Remzi Akyürek
Dede (1872-1944) idi. Dede'nin irfânına âşık olan Massignon, Dede'ye
müslümanlığını ilân etmek istediğini ifâde ettiğinde Dede'nin, kendisine: "Bâtınen, sen zâten müslümansın. Zâhiren, bu
papaz cüppesini taşırsan İslâm'a daha çok hizmet edersin" demiş olduğu
rivâyet edilirdi. Neyzen Niyâzi Sayın da Memduh Cumhur da, Massignon'un
"müslüman olduğunu" lisânen beyân etmiş olduğunu Abdülbâkıy Gölpınarlı'nın
şahâdetine dayanarak rivâyet etmektedirler.
Eserleri ve
Uslûbu
Massignon'un eserlerinin
bibliyografyası Youakîm Moubârac tarafından yapılmıştır[14]. Bu bibliyografya 200
kitap ve makāle ile yaklaşık 100 kadar lâyiha, 100 kadar tebliğ ve ders notu,
150 kadar konferans metni ve Kāhire Arap Akademisi'nde arapça olarak
verilmiş 50 kadar da nutukdan oluşmaktadır. En meşhur kitapları
şunlardır:
- La Passion de Hallâj, Martyr
Mystique de l'Islam
(İslâm'ın Sûfî Şehidi Hallac'ınIzdırâbı), yeni basım, 4 cild, Gallimard, Paris 1990.
- Essai sur les Origines du Lexique
Technique de la Mystique Musulmane
(İslâm Tasavvufunun TeknikSözlüğünün Kökenleri Hakkında Deneme), yeni basım, CERF, Paris
1999.
- Les Trois Prières
d'Abraham
(Hz İbrâhim'in Üç Duası),
yeni basım, CERF, Paris1997.
- Akhbar
al-Halladj
(Hallac'dan Haberler), 4. baskı, Vrin, Paris 1975.
- Hoceїn Mansûr Hallâj:
Diwan
(Hüseyin Mansûr Hallac: Dîvan),
Cahier du Sud, Paris 1955; yenibasım, Seuil, Paris 1992.
- Parole Donnée, précédée
d'Entretiens avec Vincent-Mansour Monteil
(Vincent-Mansour Monteil ile Sohbetler'inTakaddüm Ettiği, Verilmiş Söz), yeni basım, Seuil, Paris
1983.
- Opera Minora
(Küçük Eserler),
3cild, 2193 sayfa, Dar Al-Maaref, Beyrut 1963.
uslûbu oldukça ağırdır. Kurduğu cümleler genellikle satırlar boyu sürer.
Cümlelerinin ortalama uzunluğu 7-8 satır olup 16-20 satırdan oluşan cümleleri de
az değildir. Sözlüklerde bulunması mümkün olmayan kelimeler kullanır. Çoğu kere,
okuyucu tarafından bilindiğini varsayarak, bunların tanımlarını da vermez. Bu
uslûb, Masignon'un: hâtıraları, nutukları ve mektupları söz konusu olduğunda
(cezbesinin de katkısıyla) barok, romantik, istiâre (metafor) yönü ağır
basan ve özellikle de muğlâk bir havaya bürünür; o kadar ki çok iyi fransızca
bilenler dahi bâzı pasajları, ancak, tekrar tekrar okuyup gramer yönünden
tahlîlini yaptıktan sonra ne demek istediğini karîneyle istidlâl
edebilirler. Bu uslûba sıradan bir örnek vermek üzere Massignon'un 8
Temmuz 1958'de Henry Corbin'e yazmış olduğu bir mektuptan iki paragrafı buraya
aktarıyoruz:
karşılaşmamızdan, azîz dostum, yalnızca iki husûsu hatırlamanızı arzu ederdim:
[bunlardan ilki] akbabanın, Prometeus'un karaciğerindeki gagası[15] gibi tahammül etmek
zorunda kaldığımız Kutsalların Kutsalı'nın Sübhâniyeti karşısında bizi
kurtaracak olan tek şeyin ibâdetimizin fiilini takdîr etmekden vaz geçerek,
kendimizden istihsâl etmemiz gereken olağanüstü
bir zayıflıkla secdeye vararak izhâr edeceğimiz fart-ı tevâzu olduğudur.
bilmeyenlerin sefilliği karşısında, bunların sürûr içinde olmaları için gerçek
Yaratıcı Muhayyele
[16], sharh al-sadr[17] anlamında kalbimizi söküp atmamızgerektiğidir; çünkü Tanrı
[18] onları sebep kılarak bizleri,O'nunla ve O'nun gibi, onlar için ölmemiz için yaratmıştır; çünkü ete-kemiğe
bürünme işte budur ve bu olmasaydı
Cenâb-ı Hakk'ın Tecellîsi onlara lûtfedilmiş olmayacaktı; kezâgurbetin[19] ekmeğinin acı lezzeti de, mızrak
darbesinin[20] Şarab'ının[21] dehşet veren lezzeti de; o Şarap
ki Cehennem'in dibinden, yokluğun dibinden ama onun maddeye bürünmesinden yâni
ortadan kaybolmasından, yalnızca cehâlet kavramından yâni
"nakira"dan[22] değil ama bütün idrâkin yok
olmasından, yâni cehâletin "ma'ri-fa"sından çekilip
Massignon ilmî yazılarında çok
dikkatli bir kararlılık sergilemiş ise de dostlarıyla vakı' tartışmalarında
onları şaşırtacak biçimde zıt uçlar arasında salınıp
durabilmiştir.
Massignon'un 1929 yılında
Sühreverdî-i Maktûl'ün (1155-1191) İşrâkî Hikmeti üzerine
dikkatini çekip de daha sonra İran Tasavvuf anlayışı üzerinde pekçok eser
vermesine sebeb olduğu, "şâkirtten de öte" bir dost olarak olarak kabûl
ettiği, École Pratique des Hautes
Études'deki halefi ve hattâ (aşağıda değineceğimiz gibi) mânevî
vasiyetnâmesinin icrâsına memur etmiş olduğu Henry Corbin (1903-1978) bu konuda
şunları söylemektedir:
Massignon'un şahsında bir şiîden daha müfrit bir şiî yanlısı buldum, ve bundan
dolayı da kendisine çok şey borçluyum (...). Ama başka günlerde, temel
metinlerinin kendisine zâten yabancı olduğu Şiîliği ve şiîleri insafsızca takbîh
ettiğine de şâhid oldum. İmâmet şartının olmazsa olmaz şartının kan bağı olmadığını, İmâm'ların aralarındaki
dünyevî aile bağının onların Cenâb-ı Hakk'ın Zâtı'nda gizli olan ezelî
bağlarının sûretinden başka bir şey olmadığını savunduğumda da o "benim" bu müfrit Şiîliğime hayret
ederdi".
tasavvufa karşı ilgisizliği ve özellikle de Muhyiddin İbn Arabî hakkında hiçbir
incelemeye dayanmayan peşin hükümleri de Henry Corbin için bir başka hayret kaynağı olmuş
[24]; ve, ona bu ve başkavesiyleler dolayısıyla: "Massignon'un ilmî eserlerinde insanı hayretlere gark
eden beyânlar, tasvîb edilmesi mümkün olmayan tezler ve hattâ tarafgirlikleri
insanı neredeyse infiale sürükleyen hükümler vardır" dedirtmiştir
[25]. Henry Corbin,tevâtüren dahi olsa, Massignon'un bir konunun kaynakları üzerinde "tıpkı bir
helikopter gibi" şöyle bir uçtuktan sonra elyazmalarının birinin üzerine
"inerek" bunu kısa bir sürede inceleyip "başka yerlere gitmek üzere
yeniden uçmaya başlaması"ndaki hercâiliği de tenkid
etmiştir.
Massignon'un Siyâsî
Faaliyeti
Massignon'un Fransa'nın araplara karşı
politikasında çoğu kez gizli kalmış olan önemli bir rol oynamıştır. Yukarıda
onun 1917-1919 döneminde Sykes-Picot misyonundaki rolünden bahsetmiştik.
Massignon bundan sonra bakanlıklar arası pekçok komisyonun fikir ve tesbitlerine
sık sık müracaat ettiği bir uzman, ve 1945 yılından îtibâren de Fransa'nın
müslüman ülkeler nezdinde fahrî bir kültür elçisi olmuştur. Collège de
France'dan emekli olduktan sonra Fransa-Fas ve Fransa-İslâm Uyuşum komitelerinde
olsun; Filistin'de Mısır'da, Madagaskar'da, Cezâyir'de ve Fas'da olsun Massignon
daima "ezilmişler"in tarafını tutmuş ve fransız kolonilerinin hürriyetlerine ve
millî hükümranlık haklarına kavuşmaları için olağanüstü gayret sarfetmiş, cihâd
etmiştir. Hasımlarını etkilemek için kullandığı haftalık oruçlar, kutsal yer
ziyâretleri, Gandhi'den esinlenerek başlattığı şiddet karşıtı hareketler onları
şaşırttığı gibi kendisini destekleyenleri de şaşırtmıştır.
bölünmesine, ve "Alman temerküz kampları kaçkınlarını araplar için ölüm
makinesi hâline sokan" siyonizme cesâretle ve ısrarla karşı
çıkmıştır.
Massignon'un
Dostları
Massignon uzun bir ömür boyunca pekçok
kalburüstü aydınla dost olmuş ve bunlarla dostluğunu sâdık ve hatırşinas bir
biçimde sürdürmüştür. Yukarıda değindiklerimizden başka onun dostları arasında
ömrünü Kuzey Afrika Tuaregleri arasında geçirmiş olan râhip Charles de Foucauld;
1931'de Paris'de karşılaşmış olduğu Mahatma Gandhi; K. Huysmans, Paul Claudel,
François Mauriac, Jean Cocteau gibi yazarlar; Muhammed İkbâl, Râşid Rızâ,
Jacques Maritain, Gabriel Marcel, Henry Corbin, talebesi iranlı Ali Şerîatî gibi
filozoflar; Martin Buber, Kardinal J. Daniélou gibi ilâhiyatçılar; Théodore
Monod, Vincent-Mansour Monteil, Maxime Rodinson, Serge de Beaureceuil gibi bilim
adamları; Giorgio La Pira ve Edmond Michelet gibi siyâsîler
vardır.
Türkiye'den de pekçok dost edinmiş olan
Massignon'un dostları arasında Üsküdar Mevlevîhânesi'nin son postnişîni Ahmed
Remzi Akyürek Dede'yi, Yahyâ Kemal Beyatlı'yı[26] (1884-1958),
Abdülbâkıy Gölpınarlı'yı (1900-1982), Fransa'da kendisine Dr Adnan Adıvar'dan
sonra Türkçe dersleri vermiş olan Nurettin Topçu'yu (1909-1975) ve de Münevver
zikredebiliriz.
Massignon'un
Vasiyeti
Söz konusu vasîyet Massignon'un Henry
Corbin'e yazmış olduğu 17 Eylûl 1959 târihli bir mektubun muhtevâsıdır. Bu
mektupta Massignon "şâkirtten de öte" dostuna vefâtından sonra ifâ
etmesini arzu ettiği bir misyon yüklemektedir. Bu mektubun ifâdesi hiçbir
şüpheye yer olmayacak kadar açıktır: "Aslında, kaderin hükmü gereği[28], benim düşünceme en
yakın olan, istidâdı da benimkine en yakın olan sizsiniz; ve ben bu âlemi
terkettiğimde, Allāh'ın Hallâc-ı Mansûr, Fâtımatü-z Zehrâ ve onların
aracılığıyla Selmân ve Muhammed için bana ilhâm etmiş olduğu kutsal dostluğu
savunmak üzere ilk önce size güveniyorum"[29].
Massignon bu mektubunda Hallâc'ın
Azabı hakkındaki eserinin 2. baskısını hazırlamak üzere vermiş olduğu sözün
gerçekleşmesi için Henry Corbin'in kendisini dualarıyla desteklemesini de taleb
etmişti. Ne yazık ki bu konuda Henry Corbin'in duaları değil Massignon'un
sağlığı yetersiz kalacaktı. Massignon'un bu âbidevî eserinin 2. baskısı
vefâtından 13 yıl sonra 1975'de Louis Gardet[30] (1904-1986) ve Henri
Laoust'nun[31] (1905-1983) himmetleriyle 4 cild hâlinde
yayınlanabilecekti. Henry Corbin ise üstâdının Hallâc hakkındaki gayretlerine
katkıda bulunmak için, "içinde Hallâc'ın eserlerinin, yorumlarıyla birlikte,
anahtarı bulunan", Rûzbehân-ı Baklî'nin (öl. 1209) Şerh-i
Şathiyyât isimli eserinin edisyonunu gerçekleştirecekti (Tahran, 1966 ve
1981).
Massignon gene aynı mektupta Henry Corbin'den, müsteşriklerin 14
yüzyıldır ihmâl ettikleri bir şahsiyet olarak Fâtımatü-z Zehrâ hakkında bir
korpus yâni kendisi hakkında yazılmış olanları ve rivâyetleri bir araya
toplayan bir eser hazırlanmasını taleb etmekte ve bunu şu sözlerle dile
getirmekteydi: "Bunu beş yıldır düşünmekteyim; ve daha önce giriştiğiniz
bütün projelerinize rağmen eğer bu Korpus meselesini ele alabilirseniz bunu hayr
dualarımla karşılayacağım. Çünkü bunun Şiîlik ile Sünnîlik, İslâm ile
Hıristiyanlık arasında kudretli bir birleşme aracı olması mümkündür".
Ne yazık ki Massignon'un bu arzusu gerçekleşememiştir.
Ortak noktaları İslâm'a duydukları
büyük hayranlık olan bu iki büyük dostun inanç âlemlerindeki antisimetrik
konumları da ilgi çekicidir. Massignon'un zâhiren katolik olmasına karşılık,
Henry Corbin zâhiren protestandır. Massignon sünnî İslâm ile Corbin ise şiî
İslâm ile meşgūl olmuşlardır. Massignon Vahdet-i Şuhûd, Corbin ise Vahdet-i
Vücûd taraftarıdır. Massignon çile içinde, nefsini hor-hakîr-zelîl-günâhkâr
gören bir tevâzu ile fakat mücâdele ve celâliyet dolu bir cehennem hayatı
geçirmiştir. Henry Corbin ise dengeli,
sâkin ve huzurlu bir hayat sürmüştür. Bunun için Massignon'a Nâr Adamı[32], Henry Corbin'e ise
Sonuç
Massignon A) eserleri, ve B)
müslümanlara ve bütün mazlumlara daima destek olan cihâdı ile yalnızca
XX. yüzyıl Fransa'sını değil, İslâm ülkelerini de derinden etkilemiş müstesnâ
bir zâttır. İşlediği günâhların bilincinde,
ferâgat-ı nefs ve tövbe sâhibi bir hıristiyan râhip olmasına rağmen,
Massignon'un: 1) Hallâc-ı Mansûr'a, Fâtımatü-z Zehrâ'ya, Selmân-ı Fârisî'ye ve
Hz Muhammed'e duyduğu, pekçok müslümanda bulunmayan o inanılmaz saygısı ve
muhabbeti, 2) müslümanlar ile hıristiyanlar arasında karşılıklı anlayış, saygı
ve muhabbete dayalı bir diyalog ve dostluğun tesisi için mücâhidâne
teşebbüsleri, ve 3) Katolik Kilisesi'nin II. Vatikan Konsili'nde müslümanlara
bakış açısını değiştirmesinin zeminini hazırlamaktaki etkin rolü, (bütün şahsî kusurlarına, çelişkilerine ve
zâhirî görünüşüne rağmen) idrâk, temyiz ve adâlet sâhiplerinin bir
Fâtiha'yı onun rûhundan esirgememeleri için yeter de artar bile!
(1846-1916) fransız eski Mısır arkeolojisi bilgini olup Gize'deki büyük Sfenks'i
ortaya çıkaran zâttır.
Daniel Massignon, Le Voyage en Mésopotamie et
Paris 2001.
Tarîkatı: Assisi'li Azîz Francesco (1182-1226) [İtal.: San Francesco di
Assisi, Fran.: Saint François d'Assise, İng.: Saint Francis of Assisi]
tarafından kurulmuş bir hıristiyan tarîkatıdır. Bu tarîkat mensûbları şahsen
hiçbir dünyâ malına sâhip olmamak için fakirlik yemini eder, gerekirse dilenir
ve kendilerini insanlara merhamet ve muhabbetle yaklaşmaya ve vaaz etmeye tahsîs
ederler. Tarîkat XIX. yüzyılda Papa XIII. Leone'nin yapmış olduğu düzenlemeye
göre üç zümreden (İtal.: Ordine, Fran.: Ordre) oluşmaktadır: 1)
Fraticelli (yâni Küçük ya da Fakir Birâderler), 2) Clarisse (ya da
Fakir Hemşireler) , ve 3) Sivil Papazlar (bunlar manastırlarda yatıp
kalkmayan ve bekârlık yeminiyle bağlı olmayan kimselerden
oluşur).
tutan son baskısı Paris'de Gallimard kitabevi tarafından 1975'de yayınlanmış
olup bugünlerde yaklaşık 115 € fiyatla satılmaktadır.
France, Fransa kıralı I. François tarafından 1530 yılında Paris'de kurulmuş
olan, üniversiteden bağımsız yüksek düzeyde bir öğretim kurumudur. Collège de
France'da hâlen 47 kürsüde konularında en ileri düzeyde bulunan bilim adamı ders
vermektedir. Bu yüksek eğitim kurumunda ne kayıt işlemi, ne ders harcı, ne izin,
ne imtihan, ne diploma ve ne de
sertifika vardır. Canı isteyen gelir, istediği dersi dinler. Kurum idâresi
yalnızca derslerin en üst düzeyde olmasıyla ilgilidir; dersleri dinleyenlerle ya
da dinleyicilerin kalitesiyle değil!
kendisi gibi bir arkeolog olan, Doğu Melkî (Grek-Katolik) Kilisesi'ne
mensûb Mary Kahîl (1889-1979) ile 1913'de Kāhire'de tanışmıştır. Mary Kahîl'e
âşık olan Massignon, Mary'nin İslâmiyet'e karşı duyduğu nefret dolayısıyla,
onunla evlenmekten çekinmiştir. Bununla beraber dostlukları Massignon'un ömrünün
sonuna kadar muhabbetli bir kardeşlik şeklinde devâm etmiştir. Massignon, 5
Mayıs 1949'da Papa XII. Pius ile vâki görüşmesinde kendisinin, dili Lâtince olan
Roma tarzı ibâdetten dili Arapça olan Doğu Melkî tarzı ibâdete geçmesi için özel
izin taleb etmiş ve Papa da bu izni vermiştir. Fransisken Tarîkatı'nın sivil
papazlar zümresine İbrâhim Birâder adı altında girmiş olan (Bk. 3 no.lu
dipnot) Massignon, bundan sonra, evli bir kimsenin Doğu Kilisesi'nde papaz olup
olamıyacağını Vatikan'ın Doğu Kilisesi Kongregasyonu'na sormuş; ve Kardinal E.
Tisserand'dan "Papa'nın, gizli olmak (yâni açıkça Kilise'de değil fakat umûma
kapalı özel yerlerde âyin idâre etmek) şartı altında yaşlı aile reislerinin
papaz olmalarını kabul edebileceği" şeklinde bir cevap almıştır. Ocak 1950'de
Melkî Kilisesi Patriği IV. Maksimos, Massignon'un bu şartlar altında papaz
olmasına müsaade etmiş ve bunu tescil eden merâsim de 28 Ocak 1950'de sabahın
erken saatinde Kāhire'de Sulh'un Azîze Meryemi Kilisesi'nde (L'Église
Sainte Marie de
Paix) Patrik Yardımcısı Monsenyör Medawar tarafından icrâ
edilmiştir.
"abdâl" kelimeleri bedel kelimesinden türemiştir. Abdâl (çoğulu: abdalān):
"hâlini, nefsinin bedeli mukābili kazanmış, mâsivâ kaygusundan mücerred, Allāh'ın Rahmeti'ne gark olmuş kimse"
demektir. Mensûblarını müslümanlara çektirilen zulüm ve çilelerin bedeli olarak idrâk sâhibi kılmaya
yönelik Bedeliyye cemiyeti Massignon'un bedel kavramına ve
başkalarının günâhlarını yüklenmeye karşı kendisinde beliren cezbeye iyi bir
örnektir.
Fâtıma'nın İslâm âleminde doğru dürüst tanınmadığı, onun Hz Peygamber'in kızı
olarak sergilemiş olduğu hârikulâde vasıfların müsteşriklerce de müslümanlarca
da yeterince araştırılmadığı ve bu müstesnâ hanımın bugünün kadınlarına ne
emsâlsiz bir örnek olacağının potansiyelinin incelenmemiş, ortaya konulmamış
olduğundan her zaman yakınmıştır. Massignon, aşağıda da gösterileceği gibi,
vefâtından sonra bu konunun işlenmesini en yakın dostu ve talebesi olan Henry
Corbin'e vâsiyet etmiştir.
[9]Paul Claudel (1868-1955) fransız diplomatı ve şiirini
mistik bir ilhâmla beslemiş, Fransız
Akademisi üyesi bir yazar. Başlıca eserleri: Beş Büyük Kasîde, Hz Meryem'e
Gönderilen Haber, Rehin, Saten Ayakkabı...
1906-1907 yıllarında Luis de Cuadra ve arkadaşlarıyla geçirmiş olduğu sefih
dönemden sonra "tövbe etmiş bir günâhkâr" olarak kendisinin bir yandan mensûb
olduğu "Fransisken Târikatı'nın ferisîleri" dediği müsâmahasız yobazlar, diğer
taraftan da Allāh'ın huzûrunda kendisini onların fidyesi (bedeli)
olarak kabûl ettiği eski sefâhat arkadaşları arasında iki ateş arasında kalmış
olduğunu itirâf etmiştir.
Monteil: din ve Doğu şiirleri hakkında tetkikleriyle tanınmış, İslâm dinini
tetkik ettikten sonra müslüman olmuş bir fransız oryantalist bilim
adamıdır.
Youakîm Moubârac: "Bibliographie de Louis Massignon réunie et classée",
Mélanges Louis Massignon Tome I, s. 1-56, IFEAD (Institut Français
d'Études Arabes de Damas: Şam'daki Arap Araştırmaları Fransız Enstitüsü)
Yayınları, Damas (:Şam) 1956.
mitolojisinde Titan'lardan biri olarak bilinen Prometeus ateş ilâhı (ya da cini)
olarak geçmektedir. Kendisi ilk insana balçıktan şekil verdikten sonra onu
canlandırmak üzere göğün ateşini çaldığı için, Zeus tarafından Kafkas dağlarında
zincire vurulmak ve başına da karaciğerini yiyen bir akbaba musallat edilmekle
cezâlandırılmış; ve cezâsını bir hayli çektikten sonra Herakles (yâni Herkül)
tarafından kurtarılmış olduğu ileri sürülmektedir.
Corbin'in Imagination Créatrice (Yaratıcı Muhayyele) isimli
eserini îmâ etmektedir.
Massignon, burada da, "Elem neşrahleke sadrek" (Senin göğsünü yarmadık mı?")
âyetini îmâ etmektedir (LCIV/1).
kelimesinin zâhirî görünümü altında Teslis'in ikinci şahsı Hz İsâ îmâ
edilmektedir.
Fransızca exil kelimesinin karşılığıdır; ancak bu kelime, mistik
bağlamda, "şu fânî dünyâ" anlamında da kullanılır. Burada aslî vatanından bu
dünyâya nüzûl etmiş olan Hz İsâ'nın bedenine îmâ edilmektedir. Katolik
Kilisesi'ne göre "Messe" âyini esnâsında yenen ekmek Hz İsâ'nın bedenini,
içilen şarap da kanını remzetmektedir.
rûhunu teslim edip etmediğini anlamak için, romalı bir askerin bir mızrak
darbesiyle Hz İsâ'nın böğrünün sağında açılmış olan yaraya îmâ
edilmektedir.
"nakira" ve "ma'rifa" kelimeleri Arapça
sarf ve nahiv'de bir kelimenin harf-i târifsiz ve harf-i târifli
hâllerine işâret eden gramer terimleridir.
rencontre spirituelle ici-bas, cher ami, je voudrais que vous ne vous souveniez
que de deux points: que devant
Saints, qu'il nous faut subir comme le bec de vautour dans le foie de
Prométhée il n'ya que l'excès de
l'humilité qui nous sauve, en se prosternant dans une défaillance inouïe que
nous avons à obtenir de nous-mêmes, en cessant d'estimer notre acte
d'adoration suprême.
Et
que, devant la misère des autres, qui ne l'adorent pas, nous ayons ce grand
arrachement du cœur qui est la vraie Imagination Créatrice, ce sharh
al-sadr où nous désirons souffrir pour qu'ils soient dans la joie; parce que
c'est à cause d'eux que Dieu nous a créés, pour qu'avec Lui et comme Lui, nous
mourions pour eux, parce que c'est cela l'Incarnation sans laquelle
Théophanie ne leur serait pas accordée, ce goût amer du pain de
l'exil, cette saveur terrible du Vin du coup du lance, Vin tiré du fond de
l'enfer, du fond du néant, mais de sa matérialisation, donc de son
anéantissement; non seulement dı concept
de l'ignorance, nakira, mais l'anéantissement de toute compréhension,
ma'rifa de l'ignorance".
[24]Massignon Vahdet-i Vücûd'a değil Vahdet-i Şuhûd'a mûnis
baktığı için Muhyiddin İbn Arabî, Abdülkerîm Cîlî ve Mahmud Şebüsterî gibi
zâtlara hiç ilgi duymamıştır.
bir melâmî olarak kabûl ettiğini bildirdiği Hallac'ın kabrini ziyâret etmek için
Irak'a gitmek arzusunda olduğunu Massignon'a ifâde etmiş. Massignon melâmî kabri
için Irak'a gideceğine önce İstanbul'daki melâmîlerin kabirlerini ziyâret
etmesini tavsiye ederek Yahyâ Kemal'e İstanbul'da ne kadar melâmî büyüğü kabri
ya da makāmı varsa tek tek ziyâret ettirmiş. Rivâyet olunur ki Yahyâ Kemal de,
daha sonra, bu hususta Abdülbâkıy Gölpınarlı'ya rehber olmuş.
Collège de France'da Massignon'un derslerine devam edermiş. Bir gün derste
Massignon Ye'cüc-Me'cüc kavminin Türkler olduğunu söyleyince Münevver Hanım
infialini ihsâs etmiş. Bunun üzerine Massignon, beyânına: "Buna hiç infial
göstermeyiniz. Türkler İslâm'ı kabûl etmeden önce Ye'cüc-Me'cüc kavmi idiler.
Eğer bir gün İslâm'ı unuturlarsa gene Ye'cüc-Mecüc kavmi olacaklardır" diye bir
açıklama getirmiş.
Louis Massignon ve Jacques Maritain'in öğrencisi olup İslâm ve çeşitli dinlerin
mistik hayatları hakkında pekçok eser vermiş bir hıristiyan
filozoftur.
Collège de France'ın eski kürsü başkanlarından ve Kitâbeler ve Edebiyat
Akademisi (Académie des Inscriptions et Belles-Lettres) eski
üyelerinden.
Jean Moncelon'un Massignon ve Corbin hakkında yazdığı bir makaleden alınmıştır.